26 Eylül 2018 Çarşamba

Mario Benedetti - Yıldızlar ve Sen

Guermantes Tarafı'nı yazmayı ertelemek için araya bir şeyler sokacağım yine, Proust'un metinlerindeki anımsayışları anlatmak, okurun kendi anımsayışlarını oluşturmasını gerektiriyor. Alt çizmeyle, yıldız koymayla oluşturulan güzergah yeterli değil, bilincin dağınık parçaları tekrar bir araya getirmesini bekleyeceğim. O arada kayıp metinlerin izini sürmeye devam edeceğim, güncelden olabildiğince uzakta.

Mario Benedetti'nin şiirlerinden bir derlemeyi ve bir romanını basmış Ayrıntı, yakın zamanda basılan başka bir şey yok. 1988'de Alan Yayıncılık'ın bastığı öyküler var elimde, Zerrin Günyol çevirisi. Alan'ın Belge'yle doğrudan bağı var, fişinin çekilmesinde dönemin siyasi atmosferinin etkisi tartışılmaz. Edebiyat ve Devrim de Benedetti'nindi, evin bir yerlerine gömülü durumda. Bulup onu da okumam gerek. Neyse, Benedetti Uruguaylı, devrimci hareketlerin destekçisi olduğu için Latin Amerikalı çoğu aydının kaderi olan sürgünlüğü yaşamış, 1973'teki askeri darbeden sonra paramparça olan orta sınıf kökenli aydınlardan. Tanıtım yazısında ülkesine geri döndüğünden bahsediliyor, 2009'daki ölümüne kadar yirmi küsur yıl ülkesinde yaşayabilmiş demek. İngilizceye pek çevrilmemiş, bu yüzden pek tanınmıyor ama İspanyol dünyasında Latin Amerikanın çıkardığı en büyük yazarlardan biri olarak görülüyor. Şiirlerinin, senaryo çalışmalarının, romanlarının, öykülerinin ve incelemelerinin toplamı seksen kitap ediyor. Çalışkan ve devrimci bir yazar; militanlaşan ve üstün ahlakı empoze eden edebiyatı beğenmediğini söylüyor, aydınların insandan uzak edebi çalışmalarını da beğenmediğini söylüyor, beğendiği şey "militanca yaşamak", varoluşun acısını ve sihrini olabildiğince yansıtmak, bunu baskıcı bir rejim ortamında sunmak. Benedetti'nin kendi sesini yaratmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim; öyküleri Saki'nin ironik dünyasından Hemingway'in apaçıklığına, açıklığın altında yatan derin gizeme kadar pek çok unsuru barındırıyor, anlatım tekniği olarak çeşitlilik içermese de yenilikçi bir ses var öykülerde.

Birkaç öyküyü biraz anlatacağım. Fotoğrafı şuradan aldım.

Yıldızlar ve Sen, bir kentin ve insanlarının darbeyle birlikte değişimini olabildiğince gerçekçi bir şekilde yansıtıp büyülü bir şekilde biten bir öykü. Oliva adlı komiserimiz bir ilkokul öğretmeniyle bir terzinin oğlu. Kendisine pek iş düşmüyor, çünkü kentte suç işlenmiyor pek. En son işlenen suç bir cinayet; kanser yüzünden acı çeken bir kadın, kocası tarafından öldürülüyor. Bunun dışında vukuat yok. Komiser arkadaşlarıyla takılıyor, eğleniyor, yüzler gülüyor, her şey son derece uygar, insancıl. Komiserin arkadaşlarından Arroyo'nun gazetede yazdığı yıldız falları mutluluk dolu bir geleceği müjdeliyor, ütopik bir atmosfer. Darbeyle birlikte distopyaya dönüşüyor. "Bugün Uruguay'da sadece belli kişiler, siyasi gruplar ve sendikalar değildir yasa dışı olan. Mahalleler, köyler ve kentler bile vardır yasa dışı kabul edilen." (s. 8) Oliva hızla değişir, protestocu öğrencileri hapse attırır, insanlara işkence yapar, yıldız falları hızla karamsarlaşır. İnsanlık dışı onca muameleden sonra sıra Arroyo'ya, eski dosta gelir. Oliva, dostunun mekanına gelir ve fallarda öleceği söylenen kişinin yaşayacağını yazmasını ister. Arroyo'ya göre yıldızlar yalan söylemez, silahını çıkarıp ateşler.

Şakacı, baskı altındaki bir toplumun hızla paranoyaklaşması ve paranoya edinen insanın takip edilmediğini sanması üzerine bir öykü. İki arkadaştan biri, telefon görüşmeleri esnasında duyduğu tıkırtılardan ve öksürükten dinlendiğini anlar ama herhangi bir tehdit unsuru oluşturmadığı için dinleyenlerle dalga geçmek amacıyla gizli toplantılardan, eylem planlarından bahseder. Bir gün kendisini içeri alırlar, fena döverler. Salındığı zaman direkt hastaneye yatırılır, ziyaretine gelen arkadaşlarından birinin telefonda duyduğu öksürüğünü ayrımsar. Aslında şakayla başlayan bir mesele gerçek olur, insanlar en yakınlarına bile güvenememeye başlar. Kutuplaşmış toplum. Korkunç.

Çirkinlerin Gecesi okuduğum en etkileyici, derin öykülerden biri oldu. Sırf bu öykü için kitabı bulmalısınız. Basit bir şey; elmacık kemiği çökük bir kadınla çenesi yanık bir adam birbirlerini bulurlar, diğer insanların garip bakışlarından kurtulup karanlık bir odaya çekilirler ve güzel buldukları insanlar gibi sevişip sadece ikisinin anlayabileceği şekilde birbirlerinin yaralarını severler. Fiziksel yara bir metafor olarak okunabilir, insanlar yaralarından sevilebilirler, yara belli bir inceliği gösterir. Sadece bu; gösterir. Yarayı severiz ama ona dokunamayız, öyküde olduğu gibi. Dokunabileceğimizi, geçireceğimizi sanabiliriz. Böyle bir şey çoğunlukla gerçekleşmez. Başka bir zamana, başka insanlara aittir o. Başka insanların arasına katılırız, geride kalırız ve her şey devam eder. Yaranın eşini taşıyan, en azından yarayı tanıyan, anlayan biriyle denk düşebiliriz. Düşebilirsek.

Bayan Bellek Kaybı da çok iyi. Genç kadın gözlerini açar ve hiçbir şey hatırlamadığını fark eder. Bir meydanda oturmaktadır, saat 4.15'tir, hepsi bu. Geçmişine dair hiçbir şey yoktur, oraya nasıl geldiğini bile bilmez. Felix Roldan nam bir adam ona yardımcı olacağını söyleyerek evine götürür, kadına sarkar. Kadın oradan zar zor kaçar ve yaşadığı şeyin utancından kurtulmak için her şeyi unutmak ister. Unutur, gözlerini açar ve hiçbir şey hatırlamadığını fark eder. Saat 7.25'tir. Felix Roldan nam bir adam ona yardımcı olacağını söyler. Utanç döngüsü. İnsanlıktan utanır kadın, öyküyü okuyan her okurun hissedeceği şekilde.

Hayalet de iki numaram. Ölen bir sevgilisinin hayaletini her gün gören bir kadın, bu durumu sevgilisinin en yakın arkadaşı dahil olmak üzere birkaç kişiye anlatır. Kimi anlayışla karşılar, kimi dalga geçmeye yeltenir, sevgilisinin arkadaşıysa yaşamın doğal akışında bir şeye şahit olunmuş gibi düşünür ve kadınla yakınlığını ilerletir. Duyguları değiştikçe, adamla kadın yakınlaştıkça hayalet yavaş yavaş silinir, en sonunda görülmez olur. Bu da bir metafor olsa, desek ki bir yokluğu, birinin yoksunluğunu bir başkasıyla kaparız. Açık kalan kısımlar olur ama kapanmasına asıl ihtiyaç duyduğumuz bölüm bir daha göremeyeceğimiz biçimde ortadan kaybolur. Böyle; yaşantılarımıza bakalım. Bir acının üzeri bir mutlulukla örtülür, bir insanın yokluğu bir başkasıyla dolar. Dolmaz. Doldurulur, olduğunca. İnsanlar beliriyorlar, yaşamımıza giriyorlar ve kayboluyorlar. Birinin yerini bir başkası alıyor, böylece ölüm haricinde mutlak hiçle karşılaşmamış oluyoruz, bir ölçüde kendimizi de kandırarak. Hayaletleri seviyoruz ama bu dünyaya ait değiller, yok olmalılar. Geçmişin kalıntıları bir bir ortadan kalkmalı, geriye hiçbir şey kalmayana kadar.

Diğer öyküler de şahane, denk gelindiği yerde alınmalı bu kitap. Sahaflarda bulursunuz. Şimdiden elinize sağlık, çünkü ıskalamadınız.

Hiçbir şey kalmayana kadar, gökyüzü hariç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder