4 Ekim 2018 Perşembe

Jean-Marie Laclavetine - Yarın Dündür

Balıkçı'nın Bertrand Russell'a yazdığı bir mektup var, tarihin tekerrür etmediğine dair. Sonradan Russell düşüncelerini değiştirdiği zaman, "O da benim gibi düşünmeye başladı işte, durum bu," diyordu Balıkçı, hangi kitabında olduğunu hatırlamıyorum. Tarihin topyekun tekrarı zamanın doğası gereği mümkün değilse de binlerce yıl boyunca varlığını kimlik değiştirerek sürdüren sosyal, politik, ekonomik vs. yapılar, kültür gibi pek çok geciktirici veya önceleyici etkene göre belirli örüntüler ortaya koyabiliyor. Din savaşlarının on binlerce yıl önce ağaca tapanlar ve buluta tapanlar arasında çıktığı söylenebilir, bu savaşların günümüzdeki karşılıklarına baktığımızda insanın ahmaklığı tekerrür eder belki, tarih değil. İnsan tekerrür eder hatta. Arketiplere kadar yolu var, Kabil'in kardeşini deşmesi, biçmesi gibi cinai hamleleri farklı durumlarda, aynı şekilde ortaya çıkabiliyor. Laclavetine'in geçmişte mağaralara resim çizen adamıyla modern zamanların arkeoloğu arasında kurduğu ruhsal bağı bu tekrara bağlayabiliriz. Laclavetine, metnini insanlara ithaf ederken değişmezliğin bir yerinden kırılabileceğini umuyor olabilir, insanın değişmeyeceğini düşünüyor olabilir, aslında sadece olduğumuzu anımsatıyor olabilir, kendi bilir. İnsanın onca dünya acısının içinde kaybolduğu düşünülse bile bir yerden fırlayıveriyor, ayrık otu gibi. Sanırım bu fırlamaları güzelliyor kendisi; çağ ne olursa olsun hayvan kemiğiyle kafa yarılabilir ve en acımasız zamanlarda bile bir umut vardır.

İki farklı zamanın anlatısı bu; birinde pterodaktil eti yenen, çizim olaylarının yeni başladığı ilkel dünya, diğerinde günümüzün dünyası anlatılıyor, Noah ve Noé üzerinden. Bağlantı noktası, Noah'nın rüyalarının gösterdiği gelecekteki diğer zaman ve Noah pek az insanda olduğunu düşündüğü duyarlılığıyla geleceğin toplumsal yapısını, iletişim biçimlerini çözerek geleceği geçmişe getirmeye çalışıyor. Parodik bir anlatım tekniği yok, rüyaların açtığı geçit kolektif bilinçaltının kuvvetli bir yansıması olarak bütün zamanları bir araya getirmeye uğraşıyor ama her çağın kendine has problemleri ortaya çıktıkça bu birlik hayal ürünü bir yapı olarak kalıyor. Noah yine de çabalıyor, en azından çevresindekilere dilin ne olduğunu öğretiyor ki sağlıklı iletişim kurma yönünde faydasız bir çabadır bu, uzun vadede bunu kendisi görmeyecek ve geleceğin kaotik yapısından iki dünyayı birleştiremeyeceğini anlayamayacak, yine de tekrar tekrar deneyecek. Tekrardaki farkı bulmak için. Vahşet dolu dünyasını biraz olsun uygarlaştırmak için çabalayacak. "Noah'nın yaşı yoktu, o yorgunluklardan, kaba güçlerden dolayı bitik düşmüş ve artık türünün mükelleşmediğini göre göre umutsuzlaşmıştı. Birçok savaş, birçok gereksiz kıyım, yabani sevinç haykırışları içinde geçici olarak konakladıkları çayırların üzerine fırlatılan ve son nefeslerini verirken çırpınan cesetler görmüştü." (s. 11) Noah'nın insanın iyi tarafını simgelediği söylenebilir, kendisi zamanının bilim adamı, otacısı, şamanı, bir garip adamıdır. İnsanların acılarını dindirmeye çalışır, çalıştıkça da daha fazla acıya maruz kalır. Hiçbir şeyi sağaltamadığını görmek onun lanetidir, ne kadar didinirse didinsin diyalog kurarak problemleri çözmek yerine bir mızrak darbesine sığınan insanları görür her tarafta, şiddetin kolaylığı kendi zamanını ele geçirmiştir. Sadece kendi zamanını değil tabii, gelecekte şiddet de kimlik değiştirmiştir, farklı maskelerle karşısına çıkar. Noé'nin gözlerinden gördüğü dünyada da problemlerin çözülemediğini görür, orada farklı bir hikâye akmaktadır. Bu hikâyenin kendi dünyasına sızdığını görür, vahşilerin bir anlığına korkuyla göğe baktıkları bir zaman tepedeki uçağı görür, eşiyle karbon 14 dolu konuşmalar yapar. Rahmetli karısından sonra yalnızlaşıp kendini toplumdan soyutladığını söyleyebiliriz. İnsanlara ateşin sırrını vermeyi düşünür, avladıkları hayvanları daha çabuk öldürebilmek için düşündüğü yöntemleri öğretmek ister, öğreteceği şeylerin insanlar tarafından başka insanları öldürmek amacıyla kullanılmayacağını bilse bir an olsun beklemezdi.

Noé'yle Hélène'in dünyası, Noah bir gün uyanıp elindeki sarı saçları görünce biçimlenmeye başlar. Noah, Hélène'e ilgi duymaya başlar ve Noé'nin gözünden geleceğin dünyasını izler. Gelecekte büyük sıkıntılar yaratan çokevlilik yoktur, sosyal yapı aile düzeyinden başlayarak olabildiğince oturmuştur. Noé'nin ve Hélène'in ilginç ilişkisine bu noktada şahit olmaya başlarız. Noé işine aşık bir arkeolog olarak birçok kazı alanına gider, Hélène'in isteklerini yerine getirmez, kadını pek sallamaz ama kadın Noé'nin tam da bu huyuna aşıktır. Birbirlerinden kopamazlar, çocukları olur sonunda. Fantastik işler yine devreye girer; öbür tarafta Noah'ın yakın arkadaşlarından biri doğum yaparken çocuğunu kaybeder, o çocuk öbür tarafta, Hélène'in çocuğu olarak ortaya çıkar. Böyle pek çok geçiş var, tarih öncesinde uçak motorlarının sesinin yankılanması gibi geleceğin dünyasında da eski çağların kalıntıları yaşar, fosil ve bebek olarak. Sonuçta doğan bebeğin Noah zamanındaki zorbalar gibi olduğu anlaşılır, ilkel bir para kazanma makinesi. Parayı tarih öncesindeki kazançlar gibi düşünüyoruz, bu çocuk büyüdükçe ekonomiye merak salar ve Noah'ın etrafında örneklerini gördüğümüz despotların acımasızlığına sahip olduğu için tarihi mekânları rüşvetle, yıldırıcılıkla ele geçirir, kanunen yamuksuz işler yapar ama tarihi katleder, otel ve benzeri tesisler kurar, hatta bunların adlarını erdemli bir insanın davranışlarından aparır. Cömertlik Kulesi, Yardımlaşma Binası, bilmem ne. Adamlarını üç otuz paraya çalıştırır bu velet, eşine çok kötü davranır, saf çıkarcı bir elemandır. Hélène ve Noé ne yapacaklarını bilemezler, kendi oğulları olan -aslında öyle olmayan, "fantastik iş" çünkü- bir canavarla mücadele etmeleri gerekmektedir. Dünyalar arasında yardımlaşma yoktur, bir taraf izleyiciyken diğer taraf eyleyicidir, doğal durumun tam tersi. Atalarımızın yaptıklarını bir anlamda izleyebiliriz, neler olduğunu biliriz çünkü. Burada tam tersi, Noah izliyor ve geleceği geçmişe iteliyor. Zamanın lineer akışının bir öneminin olmadığını düşünmeye başlıyoruz, aslında geçmiş veya gelecek yok, insan ürettiği onca metanın, duygunun arasında hâlâ aynı, değişmiyor.

Değişmezlik üzerine bir roman. Zaman oyunları iyi, bir topluluğun iletişim ögeleri ile biçimlenmesi güzel, mizah dozunda, okunası bir metin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder