18 Ekim 2018 Perşembe

José Saramago - Ressamın Günlüğü

Addan yola çıkarak günlüğü tuvalin farklı bir formu, belki metaforu olarak görmek mümkün, anlatıcı H.'nin de iki dalın olanaklarını kıyaslayarak benzer bir noktaya varması, aranan gerçekliğin farklı bir sanatsal uğraşıyla yakalanabileceği umudunu taşıyor. Yüzeyin değişmesi -aslında bakışın değişmesi belki, renklerle değil de sözcüklerle biçimlenen bakış- farklı tonların kullanımına kapı aralar, göz değişir, görüşün niteliği yol alınacak farklı istikametlerin varlığını ortaya çıkarır. İkinci resmi yapmaya devam eden, ilk resmin doğurduğu mutsuzluğu ardında bırakmak isteyen H., üçüncü bir resme geçmek yerine beyaz sayfaların ne sunabileceğiyle, bir bakıma kendisinin kendisine ne sunabileceğiyle ilgileniyor, "kendinden milyonlarca ışık yılı uzakta dönüp duran bir dünya" olarak kendisini biçimlerse sözcükler, ne yapacağı hakkında bir fikri yok, bu olasılığı düşünmek bile istemiyor. Onun resmin ve yazının doğasıyla ilgili, söylemeye gerek yok ama kendisiyle ilgili meselelerinde Saramago'nun klasik izleği olarak "kendini arayış" baskın. Hatta bu, Saramago'nun yazdığı ilk roman olarak sonrakilerin de parçalarını taşıyor, Saramago metinlerini kendi metinlerinden doğuran bir yazar, doğum ve ölüm belgelerini düzenleyen kâtibin bahsinden tarihi çarpıtma fikrine kadar, sonradan işleyeceği ve ayrı metinler olarak karşımıza çıkaracağı konularını derliyor. Metinlerin öncesi nasıl beliriyorsa yazarın öncesi de belirmiş olabilir; varolmama halini bir varoluşa dönüştürebilmekten bahsediyor H., "henüz doğmadığını" söylüyor, oyma kalemiyle kendisini izleyen biri var, bu belki okurdur, belki bir başka kendiliktir, sonuçta gözlenme hissi bariz. Diyebiliriz ki H. ne yaptığının son derece farkında. Unutulduğunun, izlendiğinin, ne yapmak istediğinin bilincine varır varmaz kendini bir başka biçimde var etmeye çalışıyor.

Günlük yazımının anlatım tekniği kullanılmış, tarih düşülmeden. Kapının çalmasıyla kesildiğini anladığımız, bir paragraf sonrasında anlatının saatler sonrasına atladığını öğrendiğimiz bir günlük. Zamanda atlayıp zıplamalarla, konudan konuya ani geçişlerle dolu, H.'nin iç dökümü, sanatta gerçekliğin katmanlarıyla birlikte. H.'nin resim ve edebiyatla ilgili görüşlerini kendi yaşantısının pratiklerine, hatta metnin biçemine bile bağlayabiliriz, aslında metnin nasıl oluştuğunun da bir anlatımı haline geliyor söylenenler, örneğin bir portrenin geçmişin gerçekliği açısından gerçekten daha gerçek olduğu söyleniyor, günlük de içeriğinden ötürü aynı işlevi taşıyor, kendine içkin bir mesele. Biçimlenme şekli de zaten çoktan yaşanmış bir ânın bir taklidi halinde ortaya çıkıyor, H.'ye göre bir portreyi nasıl yapacağını düşünmesi, zaten yapılmış bir şey üzerine düşünmek anlamına geliyor. Zaten gerçekleşerek üreyen bir zamanın tekrar üretimini iktidar odağının gücünü sabitleme çabası olarak gördük, Yüz Üzerine Antropolojik Bir Deneme'de fotoğraftan önce portrenin bu istencin bir ürünü olduğu anlatılıyordu uzun uzun, Berger de Görme Biçimleri'nde benzer meseleleri anlatıyor, H. de benzer meseleleri anlatıyor ve sipariş edilen portreleri tamamlamaya çalışıyor, yaratıcı konumunda kendisini de yorumlamak zorunda kalıyor. S.'nin portresini yaratırken bakışımlı, kendini tartan bir iş ortaya koymak, yaratım ve yaşayış sürecini derinlemesine incelemek için iki portre üzerinde birden çalışıyor. Başarısız bir ressam olarak görüyor kendisini, atladığı konulardan birinde fakir bir aileden geldiğini ve resim eğitimini yarıda bıraktığını öğreniyoruz, açlıktan kurtulabilmek için canı pahasına tutunduğu bu uğraşını para karşılığı çizdiği resimlerle mahvettiğini düşünüyor, bu yüzden ne yaptığını ve kim olduğunu düşünmeye başlamış olabilir, bir yorum. Ressamlığından çok daha başka beklentileri vardı ama yazarlığı hemen hiç düşünmemişti, günlük yazmaya başlaması anlamlı. Hatta sonrasında İtalya'ya yaptığı geziyi de otobiyografik bir kurmaca olarak ele alacak, gördüğü bütün sanat eserlerini bir ucundan kendi yaşamında bulmaya çalışacak, böylece yaratılan her şeyin aslında otobiyografik olduğunu söylecek, Paz'ın söylediğine benzer bir şekilde. "Eğer bu sözcükler gerçekse ve ben yanılmıyorsam, o halde beni satın aldıkları ölçüde varım. Ben bir yandan satın alınan nesneyim, diğer yandan da arayışın sadık gözlemcisiyim." (s. 63) Bu İtalya bölümleri oldukça detaylı, şahsen oraları gezeceğim zaman bu metni de yanımda götürmeyi düşünüyorum. İyi bir metin karşısında okurun kendi durumunu anlatması nispeten anlaşılabilir imler, düşünce biçimleri üzerinden yürüyebilir ama farklı bir sanat dalında farklı bir duyarlılık lazım -diye düşündüm, H. onca şeyi sayıp dökerken- sanki, resme biraz daha yakın olsaydım daha çok şey sezebilirdim sanırım. Bir nokta daha; H. okuduğu kitaplardan sadece bir yerde bahsediyor ama resim neredeyse bütün metnin temelini oluşturuyor. Uğraşısının beslendiği kaynaklar hakkında hiçbir bilgiye sahip değiliz, belki de nasıl biçimlendiğini, hatta ne kadar biçimlendiğini anlatmazsa yazı işinde yetkinleşeceğini sezdiği için. Gerçi daha net bir yorum var; resmin küstah ve otoriter olduğunu söylüyor H., oysa yazının herhangi bir kısıtının olmadığını belirtiyor. Yazı sonsuza kadar sürebilir, resim sürmez, görüşü bu yönde. Tartışılır, lakin bir ressamın gözlerine sahip olmadan, H. olmadan tartışılmaz ki kendisi de gözlerin ne işe yaradığını sorguluyor ara ara. Gözler görmeye hazırlandıkları şeyi görüyor, resme odaklı bir göz yazıda bambaşka şeyler bulabilir. "Bir şahinin görme yetisi insanoğlunda olsaydı, bu keskin görüşün mü yoksa körlüğün mü bizler için daha iyi olacağını kim bilebilir?" (s. 29) Şahinin görme yetisine sahip bir insan bile bilemeyebilir, resimde belirli bir keskinliğe sahip olan H., portresini yapmakta olduğu S.'den nefret etmeye başlayınca -politik ekonomi, faşizm, insanın posasını son damlası, pek çok mesele var burada- ikinci portreye başlıyor, böylece değişen duygu yüzünden farklılaşan, artık ressamın bir çabası olmaktan çıkan ilkini belirli bir zamanda bırakabiliyor, belirli bir ruh haline hapsedebiliyor. Gerçeğin neliğini sorgulaması bunlara yol açıyor biraz, akarlığın tam ortasında kıyıya bakan birine benziyor. "Hangi gerçek ifade edilebilir, tanımlanabilir ya da tasnif edilebilir?" (s. 64) Günlüğünün sonuna doğru gerçeği yine kendi yaşamında bulabildiği zaman, gerçekten bir şeyler hissedebildiğini anladığı zaman zaten yazmaya başlamadan önce de yazıldığını düşündüğü günlüğünü tamamladığı malum, bir duyguya hapsolmuş kayıtlardan çok daha fazlasına dönüşüyor bu uğraş. Eser tamamlanmıştır, yaşamdan bir parça anlam koparabilmiştir, gerçektir.

H.'nin zamanı resimlerle algıladığı söylenebilir, duygu değişimlerine göre algıladığı da söylenebilir. Anlatıdaki üç farklı konunun doğuşunu bu değişimler oluşturuyor; sanatla -kendisiyle- ilgili derinlikli tahliller bir, kadınlarla olan ilişkileri iki, politik mevzular üç.

Kadınlar. "Bugüne kadar sahip olduğum kadınlar öldüler ve onları ne denli çok sevdiysem o kadar çok ölüler. Hiçbirini onların ölümüyle kendim de bir şekilde ölecek duruma gelecek kadar çok sevmedim." (s. 46) S.'nin asistanı olan Olga'yla müthiş bir ten uyumları var ama o kadar, herhangi bir duygusal yakınlaşma yok. Adelina'yla aralarında on sekiz yaş var, ilişkileri belirli bir derinliğin -H.'nin belirlediği düzeyin- ötesine geçemiyor, kökünü derin bir duygudan almadığı için bitmeye meyilli. Arkadaş çevresinin yaşadığı kadın-erkek ilişkileri de benzer minvalde, anlam yoksunluğundan mustarip. Yakın bir arkadaşın -sonradan yakınlığının da sorgulanabilir hale geldiği görülüyor, arayışın sonucu- polis tarafından gözaltına alınıp dövülmesi, hapse atılması bir mücadelenin doğuşunu müjdeliyor. Yürek, haksızlık karşısında en kuvvetli atımını buluyor ve arkadaşının kız kardeşine aşık oluyor H., kadına taleplerle değil, doğallıkla yaklaşıyor ve Salazar'ın terör estirdiği zamanlarda ve sonrasında, belki de bir parçasını bulup geri kalanının açlığını çektiği yaşam düzeyini buluyor. Bir başkasının da kendileştiği düzey, eşit bir bakışa sahipler veya bakışları eşitlenebilme potansiyeli taşıyor. Aşık oluyor H., kendi sözcükleriyle kendini biçimlemeyi bir aşkın biçimlemesine bırakıyor, metni tam o noktada kesiyor. Kendi olan bir başkası tarafından oluşturulması, kendi kendini oluşturmasından çok daha doyurucu.

Çok meselesi var metnin, Saramago'nun yığmaca bir üslubu var, biçem göz önüne alınırsa olumsuz bir durum yok, kurmacaya halel gelmiyor. Aksine, kurmacanın ta kendisi bu. Müthiş bir uyum var burada, Gökdemir İhsan'ın bir röportajını izlerken denk gelmiştim, tekniği bilmenin onu ters yüz etmeye muktedir olmak anlamına geldiğine dair birkaç söz vardı. Uyum, bir günlüğün günlük olmaktan çıkmasıyla meseleleri yığma biçiminin birbirini etkileyen iki dişli olmasından kaynaklanıyor. Önemli bir metin bu; hem Saramago'nun kurmaca dinamikleri hakkında bir girizgâh, hem de sanatın doğasıyla yaşamın doğasının karşılaştırılması, bir kefenin aynadaki yansımasıyla kendini tartması.

Kendi yaptığım şeyleri pek koymuyorum buraya, dün birini hatırlayıp dinledim, onu koyayım. Zamanında uğraşıyordum kaydetmekle ama şimdi pek zamanım yok, çalıp geçiyorum.


Az önce de Dorock zamanlarından bir şeye denk geldim, onu da koyayım. Gözlüklü gitarist benim. Şimdi bakıyorum, biri Manuş Baba'nın tayfasında bas çalıyor, diğeri bu ilk arkadaşla birlikte Can Gox'la çaldı, bir diğerinin albümü çıktı, biri dizi yıldızı oldu, davulda da yardırmaya devam ediyor. Çok seviyorum hepsini, şahane adamlar, neyi başarmak istiyorlarsa başarsınlar, hak ediyorlar. Yaşam hakka gelmiyor ama bu adamlar için dileğim, umarım gelir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder