7 Ekim 2018 Pazar

Yukio Mişima - Denizi Yitiren Denizci

Noboru'nun annesi iyi geceler diliyor, odanın kapısını kilitliyor ve yatak odasına gidiyor. Noboru yangın çıkmasından korkuyor, o zaman kurtulamayacak. Anneyle araya girmiş keskin bir ayrılık. Kilidin sesi Noboru'yu evinin diğer kısımlarından, annesiyle kurmaya çalıştığı bağdan koparıyor, tek bir mekâna hapsediyor. İkincisi, annenin bekçilik etsin diye Noboru'yu evde yalnız bırakması. Sağlıksız bir ilişki geliştirdikleri ortada, babanın yokluğunda anne-oğul ilişkisinin güdüklüğü en kritik yaşlarda, Noboru'nun çocukluğunda yaratılıyor. Annesini bir "dişi" olarak görüyor Noboru, biyolojik bağ oluşmadığı için karşı cinsten herhangi biri gibi anne, kendi yaşamına dönük. Evde yalnızken işgal askerlerinin duvarda açtıkları deliği keşfediyor, annesinin odası dikizlenmiş. Noboru, bir zamanlar kendisinin yerinde iri, sarışın, kıllı bir gövdenin durduğunu hayal ediyor, o kişinin gözlerini ödünç alıyor ve annesini dikizleyenlerden birine dönüşüyor. Ağlayıp sızlanmaya geldiği zaman artık eskisi gibi çocuk olmadığını, odaya dalmaktan vazgeçmesi gerektiğini duyuyor. Noboru'nun savaş sonrası travma dönemlerinde serpilen yaşamı zaten olabildiğine kırılganken annesinin dışlayıcı davranışlarıyla bitmez bir tekilliğe boğuluyor, çarpık davranışlarını bu temele oturtmak gerek. Sonrasında annesini gözetlemeye başlıyor, kendi dünyasındaki boşluğu evinin boşluğuyla bütünlüyor, on üç yaşına geldiğinde bir parçası olduğu çetesi boşluğu büyütüyor. Savaş sonrası nesli, Avrupa'da palazlanan varoluşçulukla etkileşimli, "kendilerine ve dehalarına inanan" birkaç çocuk. Otoriteden, yaşamın büyük bir bölümünden nefret ediyorlar ve bir şeyleri değiştirmek istiyorlar. Üreme, toplum, hepsi uydurma kavramlar onlara göre. Yüceltilen bireysellik tek inandıkları şey. "Babalar ve öğretmenler, baba ve öğretmen oldukları için, bağışlanmaz bir günah işliyorlardı." (s. 15) Noboru yüreğini çapa olarak imliyor, çürümenin arasında bir sabitlik, denizin sürükleyiciliğine bir nokta. Her şey kontrol altında, öfke çok kuvvetli, Noboru eyleme hazır. Kurulu bir halde bırakayım kendisini.

Tsukazaki, ticaret gemilerinden birinde ikinci kaptan. Noboru'nun annesiyle aralarında kuvvetli bir çekim oluşuyor, yemeğe çıkıyorlar, sevişiyorlar. Noboru için kutsal olan ikililerin bir parçası haline geliyor Tsukazaki; anne-Noboru ve anne-adam. Üçlenecek bir durumu ne pahasına olursa olsun engelleyeceğini söylüyor Noboru, kendi kendine. İkililer kusursuzluk demek, bozulmamalılar ama yaşamın akışı bozuma doğru uzanıyor. Tsukazaki'nin denizle olan ilişkisinin anneyle -Fusako diyeceğim bundan sonra- birlikte değişimini ele almalıyım, bir denizcinin denizini yitirmesiyle birlikte gelen facialara göğüs gerip geremediğini söylemeyeceğim ama bu konu mühim. Karaya yabancılaşma ve karayla tanışma süreci ruhunu yıpratmış durumda, bitimsiz tekrarlar "özel biri" olduğunu duygusunu ortadan kaldırmak üzereyken anneyle tanışıyor, kusursuz bir zamanlama. Başlarda uyandığı zaman kendisini gemide bulacağı inancı ortadan kalktıkça yaşadıklarının yol açtığı şaşkınlıktan da kurtuluyor, bir kadının evinde uyandı, kadın içten ve sıcak, oğlu sessiz, usul. Gemisini özlese de özleminde bir tavsama var, belki de kadın olarak düşünüp kendisini bıraktığı denizi yanlış yerde arıyordu, aradığı şey deniz değil, bir kadındı, yanlış eşleştirme yüzünden otuzlu yaşlarına geldiğinde özlemini çektiği sihirli yaşamına ulaşamayacağını düşünür haldeydi. Aradığı ideal aşkı bulamayacağını düşünüyordu, Fusako'yla seviştikten sonra bu ideal aşk fikrini ona açmamasının sebebi anlaşılamama korkusuydu ama korku da kayboluyordu yavaş yavaş. Yine de emin değildi, kadının yeterince derinlikli olmadığını, sadece bir "et parçası" olduğunu düşünüyordu. Kendisine gösterilecek incelikten başka türlü incelikler olduğunu da görecekti.

Anlatı kronolojik seyrederken biraz geriye dönüyoruz, Tsukazaki'yle Fusako'nun nasıl tanıştığını görüyoruz, Noboru'nun edilgenliği onu düşünmeye zorluyor, annesiyle bu yabancı adam arasındaki ilişkinin derinleşmesini kaygıyla izliyor. Adam onun için büyülü bir dünyanın kahramanı, bitmek bilmeyen denizlerden, dünyanın öbür ucundan çıkıp gelen bir serüvenci. Üstün bir varlık kısaca; Tsukazaki'nin karaya alışamaması da tetikliyor bu üstünlüğünü, garipliği çocukların gözünde kahramanlığa dönüşüyor, ta ki Fusako'yla ilişkileri başlayana kadar. Çete toplanıyor, yaşamın anlamsızlığı üzerine rutin konuşmalar yapılıyor, bu bölümde Mişima'nın varoluş kargaşasını çözmek için getirdiği çözümü Sartre'ın kafayı kırıp sağa sola ateş açan adamının eyleminde bulabiliriz; yok etmenin ve değişime yol açmanın bir anlamı vardır, eylemler ne kadar radikal olursa olsun eylenmelidir. Aşağı yukarı böyle bir şey. "İnsancıl olmamak her biri için onur duyulacak bir özellikti." (s. 51) Küçük bir hayvanın derisini yüzerler, anlama kavuşmak için uç noktalara kadar gidebilirler. Adamla kadının yakınlaşması gözlerinden kaçmaz, adamın aslında bir kahraman olmadığı, Noboru'nun annesiyle birlikte olmak ister istemez anlaşılır. Konumunu bir anda yitirir adam, o da otoritenin, baba figürünün bir parçası haline gelir. Denizdeki maceralarını bırakıp bir kadın için karada yaşamayı kabullenecek kadar düşük bir insandır çocukların gözünde, cezalandırılmayı hak etmektedir. Noboru, çetenin Tsukazaki için hazırladığı planı uygulamaya karar verir, annesiyle Tsukazaki'yi gözetlediği anlaşıldıktan sonra. Kopma noktasıdır bu; annenin öfkesi çocuğa güç verir, yetişkinlerin patlamalarına alışıktır, kendisini asıl yıkacak şey adamın göstereceği öfkedir. Tsukazaki'nin denizden kopuşu ruhunu değiştirmiştir, haşinliği ortadan kalktıktan, denizi Fusako'da bulduktan sonra sertliği giderek törpülenir, Noboru'yu dostça uyarmaktan başka bir şey yapmaz. Noboru için Tsukazaki'yi bitiren bir davranıştır bu, yaptığı kötülüğün karşılığında her türlü aşağılamayı hak ettiğini düşünürken, aşağılamayı neredeyse özlemle beklerken affedildiğini görmek, adamı gözünde iyice değersizleştirir.

Çete, hayvana yaptıklarının benzerini Tsukazaki'ye de yapmak ister, planlar yapılır. Klasik bir son aslında; Fusako'yla Tsukazaki'nin birbirlerinin korkularını törpülemeleri, yaşamlarının anlamlarını birbirlerine uyacak şekilde yontmaları tamamlanmaya yakındır, evliliklerinden önce son bir kez ayrılırlar, Fusako adamın döneceğini bilir, en azından buna inanır. Adam, çocukların davetine icabet ederek gizli mekânlarına gider, denizlerdeki hikâyelerini anlatacaktır. Geri dönüp dönmediğini söylemeyeyim.

Birkaç mesele var, dokunup bitireceğim. Bir, herhangi bir konuda liste yapan insanlara korkuyla yaklaşınız. İki, çocuklar saf kötülüğün neferleri haline gelebilirler, yetişkinlerin bu mertebeye ulaşmaları zor. Üç, Mişima ne kadar çabalarsa çabalasın, birazını olsun anlatamayacağı bir karanlığa sahipmiş zamanında. Dört, varoluşun Japonlarda ne kadar uçuk bir hale geldiğini iki müntehirden, yaşamlarında dost olan ve ölümlerinde de dostlukları süren Kobo Abe'den ve Yukio Mişima'dan biliniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder