20 Mart 2019 Çarşamba

Forrest Gander - Şairin Vedası

Orijinal adı As a Friend, metnin son cümlesi aynı zamanda. Hayat arkadaşlığı tam anlamıyla vücut bulmuş durumda, Les'in yaşamında durmadan geçiş yaptığı her bir katman için farklı insanlar var, Les insan biriktiriyor ve hepsiyle dost oluyor, hepsine yakınlık duyuyor ve sevilmek istiyor, istediği belki de tek şey. Toplum kendi istediği biçime sahip olsaydı her şey daha kolay olabilirdi, örneğin çok eşlilik -bu tabir de özünde hatalı gibi geliyor bana, bağlamından kopuk, "eşlik" mevzusu baştan sıkıntılı- genel geçer olsaydı Les'in serseriliği onu dünyanın en şeker insanlarından biri haline getirirdi ama kodlar çok katı, kırabilenler mutlu bir şekilde yaşıyor, kırmaya çalışıp kıramayanlar sevenlerinin yaşamlarını cehenneme çeviriyor, karışık olay. Sonuçta Les'in edeceği bir veda var ama öncesinde annesinin yaşadıklarına odaklanıyoruz. Toplamda dört bölüm var, ilk bölüm doğum yapan bir anneye odaklanıyor. Rahatlık doğuran bir dil, öylece okuyoruz. Çocuğun biyolojik babası gemide çalışıyor, uzaklarda, anneyi yalanlarıyla kandırıp kirişi kırmış. Anne -kadın diyeyim- elinde kutsal kitapla doğurmayı bekliyor, annesi yanında, hemşireler tatlı sert. Kadın annesini yargılamak istemiyor ama istiyor da, doğum sancıları gelene kadar. Aralarındaki ilişkinin pek de sıkı olmadığını anlıyoruz, kadın serserilik, itlik ve hergelelik peşine düşmüş bir süre önce. Annesi neyi yanlış yaptığını düşünüyor, sonra babanın yokluğunda kızını düşündüğü kadar iyi eğitemediğini anlıyor, bulundukları yer bu çıkarımı yapması için yeterli. Çığlıklar, küfürler, sıkıntılı bir doğum. Ikınmalar, kasılmalar, erkek bir çocuk dışarı çıkana kadar sürüyor. Kadın ağlıyor, annesi çökkün. İkisinde de derin izler kalıyor, yaşamları boyunca bakıp bakıp anımsayacaklar. Kadın oğlunu evlatlık veriyor ve her yaş aldığında çocuğu özlemediğini söylüyor, hiç özlemiyor, yirmi sekiz ve otuz yaşında, otuz iki yaşında özlemiyor. Evleniyor, başka çocukları oluyor ve düzene giren yaşamının rahatlığını hissedince düşünüyor, çocuk ne yapıyor acaba?

Kopuk, bilmiyoruz, Clay'in anlatıcılığında ikinci bölümden devam ediyoruz. Clay kardeş Les'le ve diğerleriyle sürdürdüğü ilişkilerini anlatıyor, patlama anına kadar. Les'in ortaya çıktığı dünyaya geçiveriyoruz, yetişkinlerin her olasılığa açık dünyaları anlatıyı kaplayıveriyor. Les arabasıyla gelip şiirini bırakıyor ve gidiyor, Clay için Les'in özeti. Fırtına gibi bir adam. İki defa evlenmiş, aralarındaki tek evli adam. Geçmişi sır. "Muhtemelen evlatlık olmasından, aile hakkındaki belirsizlikten ve sevilmeye karşı duyduğu açlıktan kaynaklanıyor olmalıydı." (s. 26) Les'in karakterini çiziyor Clay ve kendini fırtınaya bırakıyor; biraz kıskançlığın ve çokça hayranlığın kefeleri arasında salınıp duruyor. Arada sırada Les'ten inciler üfürüyor, hatta o incileri kendininmiş gibi söylediği de oluyor. Aslında Les'in etrafındaki herkes ondan bir şeyler kapıyor, adam sıkı bir şair, sözcüklerle yaşamın doğrudan sunamadığını dolaylı olarak yaratıyor. Mesela şu: "Hayat bir erkeğin bütün olasılıklarını yaşamasına imkân vermiyor. Sanki onun sahip olduğundan çok daha azına razı oluyordum." (s. 26) Korkunç bir açlık çekiyor adam, bu yüzden düzüşüyor, içiyor, yaşamı kırıntı bırakmamasıya yemeye çalışıyor. Daha çok, daha çok ve daha çok. Şenlik ateşi gibi bir hayat Les'inki, erken sönmeye mahkum. Yakışıklılığı, birikimi, her şeyi tamam. Clay dahil herkes seviyor onu ki Clay de göreceğimiz gibi itin, uğursuzun teki, Les'le birlikte mutluyken bir süre sonra kıskançlığın ağır basmasıyla arkadaşını satıyor. Les Sarah'yla birlikte yaşıyor, Cora'yla evli. Cora uzaklarda bir çiftlikte, sanat sepet işleriyle ilgileniyor. Les, eşini haftada en az üç kez ziyaret ediyor, sonra şehre dönüp Sarah'yla birlikte yaşıyor. Denk getirdiği kadınlar cabası. Neyse, satış noktasına geleceğim ama Clay'in düşüncelerinden kırpayım azıcık. Clay hem Les'e, hem de Sarah'ya aşık ve ikisini birbirinden ayıramıyor. Bazen Les'in ortadan kaybolmasını istiyor, böylece imrendiği yaşam kendisinin olabilir. Dünyada farklı bir şekilde var olmanın tasavvurunu yaratıyor Les, Clay'in ulaşamadığı yaşam ıstırap verir hale geliyor ve tayfanın takıldığı mekanın çalışanlarından birine yüklüce bir para veriyor, Les'in ankesörlü telefonda çevirdiği numarayı öğrenmesi için. Kadın öğreniyor, Clay'e fişekliyor hemen. Clay numarayı çeviriyor, uzunca bir konuşma yapıyor ve beklemeye başlıyor. O sırada bir sürü yaşantı, detay, araba gezintileri, birlikte geçirilen zaman, bilmem ne. Cora çıkıp geldiği zaman ipler kopuyor, iki kadın ve bir adam saatlerce konuşuyorlar, kavga ediyorlar, bağırıyorlar ve ağlıyorlar. Les dayanamıyor, üç kurşun sıkıyor kendine. Son. Yaşam yaşanırken biriken suçluluk ve acı kesin olarak ortadan kalkıyor. "Bir zamanlar seçimlerim vardı. Sonra sanki hayatım vücudumdan çıkıp gitmişti." (s. 61) Genazino'da da benzer bir mevzu var; sanki seçimlerin sorumluluklarının biriktirilip bir anda alınması gibi. O ağırlık çöküşe neden oluyor ve intihar kalıcı sorunlar için kalıcı bir çözüm haline geliyor. Böyle bir yaşam için ideal son. Toplumsal kodlar kabul edilmiş aslında, Les neyin içinde var olduğunu bilse de sevdiği insanlarla hiçbir şey paylaşmayarak, kodlardan muaf olduğunu söylemeyerek, başkalarını umursadığından değil de kendisini gerçekleştirebilmek için herhangi bir çabada bulunmayarak her şeyi kabulleniyor.

Sarah. Les kadar şair belki, sonraları tek dizeye düşürdüğü anlatısına Les'in intiharını ve ötesini sıkıştırıyor. Oral seks yaptığı ilk adam, kuyu suyu gibi tadı var. Direkt Les'e sesleniyor. Les kadını sıklıkla güldürüyor, kadının tutulmasını sağlayan bir şey. Uydurulan pozisyonlar gerçekten komik, "Sıkışmış Kütük Pozisyonu" diye bir şey üfürmüş Les. Gözde canlanan şeyse basmakalıplıktan kurtardığı için takdir edilesi bir uydurma. Meme rujuna karşılık çük yüzüğü hediye etmiş Sarah, Clay bir yerde görüyordu bu yüzüğü. Sesleri kaydeden kulaklar, yerin altında bile, Les'e ait. "Gözle görünmeyen ağır bir yarayla, aynaya doğru yürüyorum." (s. 69) Sarah'ya ait. Blues, Miles Davis, satılamayan plaklar, onlarca anı. Bütün sorumluluğu Sarah'ya yıkıp giden Les'in ardından ağıt.

"Kendine nasıl böyle ihanet edebildin?

Böyle." (s. 83)

Ağırlığını yere vermeden yürümeye çalışıyor Sarah, başaramıyor. Hayaletten kurtulamıyor, evli olmadığını söyleyen hayaletten, fotoğraflardaki hayaletten, sonsuza kadar yirmi beş yaşını yaşayacak hayaletten.

"Tatlım benim.

Yani öyleydin, hâlâ hayattayken." (s. 85)

Son bölüm, Les'in bir röportaj kaydından çekim hataları. Les'i ilk kez kendi sesinden dinliyoruz. Uyum arıyor, dostluk da. Kendi uyumunu kimseye uyduramadığı için sonunun kendi ellerinin marifeti olması doğal. Pişmanlıkları var, şiirin yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla ilgili fikirleri var, yaşamının bir özeti var. Hızla yanıp sönen bir yaşam.

Gander şairmiş, şairin romanı. İyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder