9 Mart 2019 Cumartesi

Paolo Maurensig - Lüneburg Varyantı

Geçtiğimiz mayıstan beri 23 gün 21 saat 59 dakikalık oyun süresi. 5600 oyun. 2645 galibiyet, 2617 mağlubiyet, eh, her şeyde olduğu gibi bunda da ortalama bir performansım var ama önemli olan sayılar değil, oyunun öğrettikleri önemli. Birincisi, hataymış gibi gözüken hamlelerle rakibi hataya zorlamak. Taş feda etmek, oyunu kazanmayı sağlayacak hamleye yol açabilir. Zugzwang denen bir nane var satrançta, o hamleyi yapacaksınız. Oyunu kaybettirecek olsa bile yapmak zorundasınız, başka şansınız yok. Feda edilen taşı yediğiniz an bittiniz. Sıranızı savamazsınız, başka bir hamle yapamazsınız -şah çekildiğini düşünün- ve ne kadar düşünürseniz düşünün, sonucu değiştiremezsiniz. Bunu yaşıyorum, sıra bana geldiği an yaptığım hataların birikimiyle o noktada olduğumu anlıyorum, hatalarımın ölçüsünde rakibimin zekasını da takdir ediyorum ve kalkıyorum masadan, yenilgiyi kabulleniyorum. Satranç yenilmeyi öğretir, rakibi küçümsememeyi öğretir ve sabrı öğretir, son hamlelere kadar rakibin hata yapabilecek olması oyunu -ne kadar umutsuz olsa da- bitirmeye zorlar. Zaferin olağan karşılanması da bir başka şey, oynanacak çok oyun var ve bir zafer bir zaferdir, ardından başka zaferlerin gelmesi lazım. Fischer büyük turnuvayı kazandıktan sonra aracına biniyor, cebindeki satranç takımını açıyor ve pozisyonlarını kontrol ediyor, başka zaferlere daha o an hazırlanmaya başlıyor. Oyuncuyu bulunduğu yerden öteye götürür satranç, maç bitse de bir sonraki maçı düşünmeye zorlayan bir yapısı vardır. Bazen kendimi açılışları ve hamleleri düşünürken buluyorum, insanlar bir şeyler anlatıyorlar ve ağızlarının hareketlerine bakarken aklımdan filler, açmazlar, kaleler geçiyor. Beş dakikalık blitz maçlarım süresince de yaşamımı düşünüyorum, zugzwang bolluğu. Sonra bir kitaba denk geliyorum, hemen alıyorum ve asıl zugzwang çıkıyor karşıma. Uykumdan oluyorum, kitabın sonunu getirmek için durmadan okuyorum ve ertesi gün okula yarı ölü halde gidiyorum. Uykusuzluktan olduğu kadar hikâyenin verdiği acıdan. Lüneburg Varyantı kesinlikle üzerinde durulması ve tekrar tekrar okunması gereken bir metin. Anlatım tekniği iyi, parçalı zamanın oluşturduğu bütün daha iyi, konusu pek iyi.

Satrancın bulunuşuna dair bir hikâyeyle başlıyoruz, şu her kareye bir buğday tanesi konan. Konamayan; dünyada o kadar buğday yok. Sultan sinirlenip mucidi öldürünce oyunu bitirir, satrancın dünyaya yayılmasının ardında böylesi bir dikte vardır ama satrançta bu dikte yoktur. Hamle yapıp yapmamakta özgürüz, masadan kalkıp gidebiliriz. Her zaman gidemeyebiliriz gerçi, hatta kazanılması gereken oyunlar ortaya çıkabilir ama bunun da oyunla ilgisi yoktur. Kazanma hırsının yanında başka etkenler de girebilir devreye. Bu anlatının konusu bu; kazanma hırsından bilerek vazgeçmek ve sonrasında kazanmak zorunda kalmak, insanlık adına. Gizemli bir hikâye bu, yavaş yavaş çözülen gizemin ardını görebilmek için uykudan ediyor işte. Neyse, anlatıcıyı dinliyoruz. Gazeteler Dieter Frisch'in ateşli bir silahla vurularak öldürüldüğünü söylüyor. Frisch'in son fotoğrafı, bu zengin ve centilmen adamın villasının parkındaki yürüyüşlerinden biri sırasında çekilmiş. Anlatıcı, bu isim altında saklanan kişinin yıllar öncesinden tanıdığı kişi olup olmadığını düşünüyor ama aslında bundan emin. İkisi arasında bir mesele var, bunu öğreniyoruz ama ne anlatıcı hakkında, ne de Frisch hakkında hiçbir şey bilmiyoruz. Bir de satranç takımı var bahçede, şu büyük olanlardan, taşlarının insan boyutlarında olduğu. Adam makine gibi yaşıyor; her sabah belli bir saatte kalkıyor, biraz yüzüyor, sonra günlük işlerine başlıyor ve evine dönüyor. Kitap gibi okunabilir. Adamın öldürülüşüyle bu ayrıntıların/anlatıcının bir ilgisi var, devam. Olayın intihar olduğu söyleniyor ve mevzu kapatılıyor, aksi yönde bir kanıt yok. Satranç taşlarının üstünde bir tek Frisch'in parmak izleri var, anlatıcı hamle sırasının kendisinde olduğunu söylüyor ama taşlara hiç dokunmamış. Zugzwang, Frisch için oynamaktan başka çare kalmamış. Villada bulunan satranç takımı da anlatıcıya ait. Bir de esaslı bir ipucu, dünyanın en iyi satranç oyuncularından biri olan Frisch'in çıkardığı satranç dergisinde Frisch'in "Lüneburg Varyantı olarak adlandırdığı" bir savunmanın çözümlemesi var, anlatıcı Frisch'e bu bilgi sayesinde ulaşıyor, yıllar sonra.

Frisch'in gündelik yaşamından bir kesite gidiyoruz, adam Münih-Viyana ekspresini kullanarak Münih'teki şirketine gidip geliyor, yol arkadaşı Bay Baum'la birlikte. Bay Baum'u pek sevmiyor, arada sırada satranç oynuyorlar, bu kadar. Bu kısımda Frisch'in yaşamına yakından bakma şansımız oluyor, tren yolculuğu ve sahibi olduğu şirketin işleri Frisch'in oldukça zengin, mesafeli ve içten içe korkan bir adam olduğunu gösteriyor. Bir gün şirkete bir telefon geliyor, Frisch'in sekreteri patronunun nerede olduğunu bilmediğini, bilgi veremeyeceğini söylüyor ama adamın tren yolculuklarından bahsediyor. Frisch mevzudan haberdar oluyor ve otuz yıllık sekreterini kovma noktasına geliyor. İkinci bir ipucu: "O yalnızca kendi yaşında olan ve kendisiyle aynı geçmişten gelen kişilerden korkardı." (s. 19) İşaretlemişim, yoksa es geçerdim. Bu yüzden ikinci bir okuma şart, anlatıcı -henüz- anlatmadığı kısımları biçimleyecek detayları önceden araya dereye yerleştirmiş. Sonrasında yine tren, Bay Baum'la bir maç ve davetsiz bir misafir. Yirmilerinde bir adam, serseri görünüşlü. Kabinde üçü birlikte oturuyorlar, adam diğer ikisinin maçını izliyor. Frisch hakkında satranç üzerinden başka bilgilere erişiyoruz bu noktada, taşların niceliğini daha değerli buluyor ve kaybetmemek için oynuyor. Bahsedilen varyantı kullanarak. Yaşamını oyuna döküyor ve saldırıyor, ne ki varyantı tam olarak açamadığı için maçı kaybediyor, varyanta veriştirmeye başlıyor. O sırada genç adam devreye giriyor ve varyantın iyi olduğunu, Frisch'in pek de iyi olmadığını söylüyor. Frisch adamla konuşmak istemese de adamın zamanında dünya şampiyonalarına katıldığını öğrenince dikkati çekiliyor, konuşmaya başlıyorlar. Hans Mayer yirmilerine kadar çok sayıda maça çıkmış ve artık oynamıyor, insana karşı oynamak istemiyor, çünkü rekabet ettiği kişide baba figürünü görmeye başladığını fark etmesiyle psikolojisi allak bullak oluyor, takımlara bir daha dokunmuyor. Bir de anlatıcının manevi oğlu kendisi, anlatıcı ortada yok ama manevi oğlu da girdi devreye.

Cinayet, Frisch, tren ve Mayer'in hikâyesi. Satranç delisi bir adam Mayer, ustasıyla olan ilişkisi kendi doğasını yaratmış, özgün bir usta-çırak ilişkisi olarak anlatılıyor. Frisch adamın anlattıklarını dikkatle dinliyor, hoş bir hikâye. Yoksulluk, kafe köşelerinde dönen maçlar, Viyana'nın karanlık ortamı ve Tabori, namı her yerde duyulmuş eski bir usta. Ara sıra kafelere geliyor, oyunları izliyor ama hiç oynamıyor. Mayer'in oynadığı bıçkın, geveze bir adam Tabori'yi görünce hayalet görmüş gibi oluyor, kendine çekidüzen veriyor. Mayer'e o adama yaklaşmamasını söylüyor bir de, o adam cehennemde oynamış. Ne demek bu, bilmiyoruz, bıçkınla Tabori'nin nereden tanış olduklarını da bilmiyoruz, ileride göreceğiz. Sonuçta Mayer öyle tutkulu bir oyuncu ki en iyisi olmak istiyor ve Tabori'nin peşine takılıyor. Sonuçta birlikte yarışmalara katılmaya başlıyorlar ama Tabori ortadan kayboluyor bir gün, zaten satranca ve yaşama dair süren düzensiz derslerin ağırlığı Mayer'in üzerinde büyük bir baskı oluşturmuşken bu kayboluş işleri iyice çığrından çıkarıyor. Mayer hikâyesinin bu kısmını anlatırken Bay Baum trenden iniyor, Frisch hikâyenin geri kalanını dinlemek istiyor. İstediği bir hamle olarak görüyor bunu Hans, anlatmayı sürdürüyor. Tabori ortadan kaybolana kadar gayet iyi bir şekilde uyguladığı varyant artık acı verici bir hale geldiği için Mayer oynamayı bırakıyor ama arkada başka bir şey yaşanıyor; Fischer paniğini gizlemek ister gibi gözüküyor, Mayer'e Tabori'yi bir daha görüp görmediğini soruyor. Hans'ın gözlerinde gizli bir tatminin parıltısı görülüyor, Fischer son hamleyle kaybetmeye hazır bir hale geliyor, çünkü henüz bilmediğimiz geçmişi üzerinden, farklı bir isimle yaşadığı geçmişinden gelen bir suçluluk duygusu, korku var ve kimliğinin bilindiğini anladığı için tedirgin oluyor.

Teknik ve sabır, oyunu kazandıracak yegane iki öge. Anlatıcının Tabori olduğu ortaya çıkıyor, yıllar boyunca planladığı eylemi nihayetinde gerçekleştiriyor. Mayer'i eğitmesi, dünyanın en iyilerinden biri haline getirmesi, kendi icadı olan varyantı kullandırması ve bu yolla varyanta dergisinde yer veren Fischer'ı ortaya "çıkarması", muazzam bir planın parçaları. Tabori'nin hikâyesini kendi ağzından dinliyoruz bu kez, ayrı bir bölümde. Muazzam bir serüven, bir o kadar acı. İnsanın zayıflıklarına ve oyunun zayıflıklar üzerindeki etkisine dair. II. Dünya Savaşı'na bağlanıyor olay; gençliklerinde sıklıkla karşılaşan Fischer'ın ve Tabori'nin hikâyesi. Tabori sürekli aşağılanıyor, özellikle son maçlar sırasında, yahudi çünkü. Fischer saf Alman. Yıllar sonra kamplarda karşılaşıyorlar, Fischer iyi bir oyuncu arıyor ve Tabori'yi kampta görür görmez hatırlıyor.

Zafer kazanmak için iyi hamleler yapmak önemli ama rakibin savunmasını çözmek de önemli, tabii rakip savunuyorsa kendini. Tabori savunmuyor, öldürülmek istemediği için bilerek yeniliyor veya berabere kalıyor. Her maçın ardından geceleri kaldırılıyor, sürüklenerek götürülüyor ve infazları izlemek zorunda kalıyor. Önce bir insan, sonra iki, sonra dört. Tam karşısında suratı dağıtılan bir adam, çukurlarda benzin dökülüp yakılan kadınlar... Baştaki hikâye, buğday yerine yaşamlar var bu kez. Fischer, Tabori'nin bilerek kaybettiğini anlamış ve böyle bir çözüme başvurmuş. Üç maçı aldığı için, altı maçlık seride üç maç daha alması lazım ama Tabori canını dişine takarak oynuyor ve 6-5 kazanıyor. Ölümlerini engelleyemediği yirmi dört insanı bir an olsun unutmuyor, ruhundaki yıkımı da unutmuyor, Lüneburg'daki kampta tarihin en acımasız serilerinden biri oynanıyor ama kimse bilmiyor bunu, Tabori'nin kendi icadı olan varyant karşısında çaresiz kalan Fischer varyanta isim koyar koymaz yakayı ele veriyor, yıllar sonra. Tabori'nin cehennemde oynadığını söyleyen adam da kamptan birisi, her şeyden haberi olan bir ihtiyar.

Bağlantılar müthiş, hikâye müthiş, bu mutlaka okunması gereken bir metin. Birkaç saatte bitirmiş, ertesi gün hiçbir şey okuyamamıştım, öyle bir şey.

2 yorum: