9 Mart 2019 Cumartesi

J. M. Coetzee - Michael K Nasıl Yaşadı

Roman 1983 mahsulü, Adam Yayınları üç yıl sonra basmış. Süper iş, üç yıl çok uzun bir süre değil, çevrilmeyen onca yazarı düşününce. Beril Eyüboğlu çevirisi. Bence iyi bir çeviri. Neden, çünkü Coetzee'nin sesiyle ayrı düşmüyor, Michael'ın yaşamının olağanlığını yansıtıyor. Bir de paşa keyfim öyle diyor. Koku moku almadım, çeviri son derece kaliteli. Kararında. Akarı kokarı yok. On numara beş yıldız. Böyle cılgış cılgış. Sarıyor. Kemiksiz. Tam çaça. Yahu bombasyon. Fiyuu.

Metin ciddi, kendime geliyorum. Michael K doğuyor. Bundan sonra K diyeceğim. Tavşandudağı var, damağı sağlam. Anneye bu durumun uğur getireceği söyleniyor, belki de bebeği kaldırıp atmasından korkuluyor ama anne çocuğunu seviyor, atmıyor haliyle. Grotesk bir görüntü; burun ve dudak anormal, direkt zeka geriliği olduğunu düşünüyor insanlar. K'nın zekası geri değil, üstün de değil, K normal bir çocuk. Düz adam diyemiyorum, sadece düz yaşıyor, bildiğinden ötesine geçmiyor. Neyse, annesi milletin evini temizlerken o sarındığı battaniyenin içinde uslu durmayı öğreniyor. Sakinliği de o sıralarda öğreniyor herhalde, herhangi bir şeye isyan ettiğini görmeyeceğiz, sızlandığını görmeyeceğiz, kendisine doğrultulan namluların önünde bile yaşamından fazlasını istemezken yalvardığını görmeyeceğiz. On beş yaşına kadar Huis Norenius'ta çeşitli ev işlerini öğreniyor, işlek bir zekası olmadığı için okula gitmiyor. Cape Town belediyesine bağlı parklarda ve bahçelerde bahçıvan olarak çalışıyor, bir süre marketlerde gece bekçiliği yapıyor ama bir gece dövülüp soyulunca bahçıvanlığa geri dönüyor. Cape Town tehlikeli bir şehir, savaşın arifesinde insanlar adi suçlara yöneliyor. Devlet de pek bir işe yaramıyor açıkçası, kolluk kuvvetleri yozlaşmış, kurumlar rezalet, otuz birinci yaşına gelen K'ya tekerlekli sandalye verilmiyor, oysa annesi yatalak hale geldiği zaman en çok ihtiyaç duyduğu şey bir tanecik tekerlekli sandalye. Capharnaüm akla getirilirse ülkenin içinde yer aldığı ahval ve şerait daha iyi anlaşılabilir; el arabasıyla çekilen bir anne, içten içe kaynayan bir coğrafya. Anlatının başlarında fırtına öncesi sessizlik anları. K'nın ve annesinin yaşamlarını ayrıntılarıyla görüyoruz, anne yatalak olmadan önce Sea Point'te yaşlı bir çiftin bakımıyla uğraşıyor, oğluyla birlikte küçük bir odada yaşıyor. Sağlık durumu kötüleştikçe oğlunun aklındaki en önemli sorunun cevabı beliriyor; K'nın dünyaya geliş sebebi annesine bakmak. Çalışamaz hale gelen kadın, odayı kaybedeceğini anlıyor, oğlu da işten şutlanınca gelecek için umut vermeyen kenti terk edip çocukluğunun engin kırlarına dönmek istiyor.

Hazırlıklar; tren biletleri, kentten çıkmak için gereken belgeler. K koşturuyor ve belgeleri toparlamaya çalışıyor. Çıkış kağıtları bir türlü gelmiyor, bu sırada işler iyice kötüye gidiyor ve savaş çıkıyor nihayet, evler basılıyor, eşyalar sokaklara atılıyor, kentin sokaklarında silahlar konuşuyor, anneyle oğlu susup gizleniyorlar. "Açlar denizi" beliriyor, insanlar işlerinden oldukça sosyal patlamalar artıyor ve bütün kente, hatta ülkeye yayılıyor. Yiyecek dilenmek, insanları soymak günlük işler haline geliyor. Bu kargaşada annenin durumu giderek kötüleşiyor, hastaneye gidiyorlar. Anne giderek güçten düşüyor ve en sonunda ölüyor. Hastanedeki çaresizlik anları görev bilincine karışmış durumda, K pek fazla üzülmüyor, bir tek annesi yakılırken saçlarının etrafında beliren aylayı unutamıyor. Birkaç kez karşımıza çıkacak bu, K gittiği yerlerde hikâyesini anlatırken annesi yakılırken gördüğü ayladan bahsedecek ama önce annesinin küllerini kırlara götürmesi lazım. Bir türlü gelmeyen çıkış kağıtları yine problem oluyor, askerler bırakmıyor K'yı. Kül torbası, anneden kalan para, elindekiler bu kadar. Tellerden geçmeye çalışan, kentten kaçmak için kolluk kuvvetlerini atlatan herhangi birine dönüşüyor, annesinin küllerini götürmesi gerektiğini anlattığı insanlar onu umursamıyorlar pek. Elmas katılığında bir dünyayla yüzleşmek zorunda K, herkes bir parça yiyecek bulmaya çalışıyor, askerler kendilerine verilen emri yerine getirmekten başka bir şey düşünmüyor, katılıkla belirlenmiş bir dünyada K'nın isteklerinin pek bir önemi yok, tavşandudağı görülür görülmez pek umursanmıyor zaten. Şiddet olaylarına maruz kaldıkça kırların güzelliği aklına geliyor, ölene kadar kırlarda yaşama fikri cazip gelmeye başlıyor. Bir de "elleriyle gözlerini duldalıyor". Bu sözcüğü, valla ne yalan söyleyeyim, ilk kez duydum. Şu güneşli havalarda yaptığımız hareket, uzaklarda bir yere dikkatle bakarken elimizi gözlerimize siper ederiz ya, o iş. Neyse, çiftlik evleri, kamplar, asker kaçakları, korkunç insanlar, birkaç iyi insan derken K'nın sondan bir önceki durağına ulaşıyoruz, çözümlenme kısmına. O noktaya kadar K'nın düşündüklerine, işaret ettiğim noktalara gideyim.

Bazen oturup bekliyor ama ne beklediğini bilmiyor, gözlerini kaparsa her şeyin geçip gideceğine dair bir umudu var ama umduğu gerçekleşmiyor. "Bundan sonra ne olacağını bilmiyordu. Yaşamöyküsü hiçbir zaman ilginç olmamıştı. Çoğu zaman ona ne yapacağını söyleyen biri çıkardı. Ama artık kimse yoktu ve en doğrusu beklemekti galiba." (s. 64) Rastgele yaşayan bir adam dönüyor kısaca, herhangi bir seçimi, tercihi yok. Bulduğunu yiyor, keşfettiği en rahat yerde yatıyor, bu kadar. Bir süre sonra yememeye de başlıyor ama ikinci bölümde bu. Neyse, Bahçıvanlığın kanında olduğunu söylüyor, doğayı seviyor ve en huzurlu olduğu zamanın bir başına toprakla uğraştığı zaman olduğunu unutmuyor. Murtaza oluyor bir nevi, hikâyesine bahçıvanlığı mutlaka sıkıştırıyor. Kurbağaların sırtüstü can verişlerini duygulanmadan izliyor, her şeyin akışta olduğunun farkında, kendisi de her şeyin bir parçası olduğu için kurbağalardan bir farkı yok, duygulandığını hemen hemen hiç görmüyoruz. Mutluluğun ne olduğunu düşündüğü oluyor ama kavramsal olarak boşluklarla karşılaşıyor hep, şemanın içi boş, bilişsel olarak duyguların karşılığı yüklü değil. Çocukluğuna döndüğünü düşünüyor bazen, "korkulu bir düş" olarak görüyor kamp zamanlarını. Eh, o kadar da duygusuz değilmiş ama işin düşlüğü dikkate değer. Gerçeği kendi istediği yaşam olarak bulmak istiyor, aslında ne yapacağını söyledikleri zaman rahatladığını düşünebiliriz, kendisinin düşünceleri de bu yönde ama delicesine çalıştırılması, açlık çekmesi derken isteklerinin yavaş yavaş biçimlenmeye başladığını söyleyebiliriz. Sadece rahat bırakılmak istiyor bir süre sonra, insanlar kendisini incelemesinler, hikâyesini anlattırmasınlar, girdiği kafeslerden söz açtırmasınlar istiyor. Duygusuz bir dünyada duygusuz bir adam, aslında tam olarak istediği şey ama dünyanın duygusuz olduğu da tam olarak doğru değil; hazcı bir şiddetin kucağını atılan toplumun karşısında silahlar var, her an ateşlenmeye hazır. Duygu kırıntılarını ara sıra görebiliyoruz, hemşirenin biri ölü çocukları ve ölmek üzere olanları gördüğü zaman ağlıyor. Bu kadar. Kamplardan birinde Robert diye bir adamla arkadaş oluyor K, Robert'a göre yardım etmelerinin sebebi K'yı zararsız bulmaları ama pek de doğru değil bu. Bakım ve çalışma kamplarının farklı amaçları var; insanların dağa çıkmasını engellemeye çalışıyor devlet, bir de çalıştırıyor işte. Kent ve kamp birbirini sömürüp duruyor, içeriyle dışarının bir farkı kalmıyor. Aslında herkes dünyayı nasıl görmek istiyorsa öyle görüyor. Askerlere göre düşman olarak görülen herkesin kafasına sıkılmalı, doktorlara göre herkes yaşatılmalı falan, K'ya göre de bahçıvanlık yapılmalı, zira bahçıvanlık güzel iştir. Toprakla uğraşmaktan başka bir olayı yoktur, bu da her şey demektir. Sessiz, sakin bir yaşam, toprakla uğraşarak geçen. "Öyle bir yaşam sürmeliydi ki, yaşadığına ilişkin hiçbir iz bulunmasın." (s. 91)

İkinci bölüm, yine bir kamp ama hastaneden hallice. Doktorlardan birinin anlatıcılığına geçiyoruz. Adam K gibi birini hayatında ilk kez gördüğü için afallıyor, K'nın yemek yememesine ve bir türlü iyileşememesine takıyor. Sıska bir kuş gibi K, oradan oraya uçuruluyor ama hiçbir iş yapmıyor. Bu garip adamı tahlil etmeye çalışıyor doktor, böyle biri nasıl yaşayabilir? Herhangi bir arzusu olmayan, temel ihtiyaçlarını karşılamak bile istemeyen bu adam onun için tam bir muamma, yaşamın rutinine sokulamayan biri. İyileşemediği için çalışamıyor, yemek yemediği için iyileşemiyor, zamanda donup kalmış biri. Doktor için bir yenilgi; tedavi edemediği ve hiç anlamadığı bu adam sinirlerini bozuyor. Bu bölüm K'nın psikolojisinin enine boyuna incelendiği bölüm, tıbbi açıdan. Doktorla arasındaki düşünce farklılıklarını sisteme dahil olmak istemeyen ve insanları sisteme zorla sokmak isteyen iki kişinin farklılığı olarak görüyoruz.

Final. Uzuyor K, biraz tohum ve biraz toprağa kavuşuyor. Tek istediği şey bunlardı, mutluluğun ne olduğu üzerinde biraz daha düşünse muhtemelen bir sonuca varır artık.

Nobel ödüllü Coetzee'nin okuduğum ilk metniydi, bence süper metin. Okunursa on numara iş olur. Fiyyuufit olur, çayır olur, çimen olur. Bir de orijinal ad, kapaktaki. Adam versiyonunun adı başlıktaki gibi.

2 yorum:

  1. barbarları beklerken, utanç, romancının romanı. hepsi çok güzel bence tavsiye ederim, en sevdiğim yazarlardan biri

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Biraz kafamagörespor okuduğum için onlara ne zaman sıra gelecek bilmiyorum ama bekliyorlar, okuyacağım. Ben de çok sevdim, o yüzden hemen okumak istemiyorum ki okuyacak bir şeylerinin kaldığını bilerek sevineyim.

      Sil