24 Mart 2019 Pazar

V. S. Naipaul - Taklitçiler

2015'ten geliyor bu, Kıbrıs'ta askerlik yaparken okumuştum. Malzemelik nöbetlerinde bitirdiğimi hatırlıyorum, Mülksüzler'i de o nöbetlerde bitirmiştim. Tüfeği kasaların konduğu büyük masalara koyuyordum, el fenerimi yakıyordum, pıt pıt okuyordum. Yanımdaki eleman genellikle uyuyordu, uyumazsa uyuması yönünde telkinlerim oluyordu, hipnotize edip uyutuyordum falan, sonra gecenin sessizliği. Tam karşıda Değirmenlik'in ışıklarını görüyordum, solumda Beşparmak'ın kara gövdesi. Aynı gövdenin öte yanına Girne'de asker hastanesinin balkonlarından birinden baktığım zamanı da unutamıyorum. Unutma teknikleri var, bazı şeyleri rahatlıkla unutabilirsiniz, unutamadığınız bir şey varsa biraz araştırın, zihninizi pırıl pırıl edecek yöntemlerle sıfır bir beyne ulaşabilirsiniz. Neyse, o gece -askerliğin bitmek üzere oluşunun etkisiyle birlikte- aklıma pek çok şey kazıdım. Sigara içmemiz yasaktı ama iki gün önce ameliyat olmuştuk, umursamıyorduk. Gecenin üçü veya dördü, balkona çıkınca denizin sesi belli belirsiz geliyordu. Ağaçlar, dağ. Tütünün çıtırtısı. Yalnızlığın verdiği bir güç vardı, nasıl anlatılır bilmiyorum, kendimi çok güçlü hissetmiştim. Bu yaz muhtemelen, gidip tekrar görmeyi düşünüyorum oraları. Yeşim Lefkoşa'yı görmek istiyor, eskimiş şehri sınır boyunca gezip serserilik etmek için Yeşim süper. Mevlevihane var bir de, hafta içi açık olduğu için gidememiştim, orayı da gezeriz. Öyle yani.

Naipaul çocukluğunun renkli dünyasını ele aldığı metinlerden sonra daha ciddi meselelere giriyor, kendinden başlayarak çıktığı yolda doğduğu toprakların siyasi meselelerine, postkolonyal dönemde var olmaya çalışan devrik liderlerin yaşamlarına eğiliyor. İlk metinlerinde siyaset ve siyasetçiler kurgulanan mikro dünyanın bir parçası olarak yer alıyordu, mahallelerin ağır abilerinden genel seçimlere katılan kodamanlara doğru genişleyen bir perspektiften baktığımızda bu kez başrolde Londra'ya sığınmış "vatansever" bir politikacı var. Yerleştiği pansiyonda otobiyografik bir kurmaca yazmaya başlıyor, yazdığı metni okuyoruz. Kırk yaşında, vatanını sömürgeleştiren Batı kültürünü iyice benimsemiş -metnin orijinal adı The Mimic Men, kültür kodlarını çorlayarak modernleşmenin yan sanayi ürünleri haline gelen adamlarla karşı karşıyayız- ve çöküşünü de kabullenmiş bir adam. Meslek hayatının şablonlara son derece uygun olduğunu düşünüyor, Batı'nın sömürge politikasına son derece aşina olduğu için belki biraz olsun her şeyin farklı olacağı hissine kapılmış olsa da kaçınılmaz sonla karşılaşıyor nihayetinde. "Adama ve siyasi hayatıma dönmenin imkânsız olduğunu biliyorum. Sömürgelerde olaylar çok hızlı gelişir, liderler çok hızlı devrilir. Ben de çoktan unutuldum." (s. 9) Liderliğin ve toplumunun özetini birkaç sözcükle ortaya koyuyor sonra, aslında sadece kendi toplumu değil söz konusu olan, çok tanıdık bir tabloyla karşı karşıyayız: "Bizde düzen yoktur. Her şeyden öte, güç yoktur, ve biz bu iktidar eksikliğini anlamayız. Kelimeleri çarpıtır ve güç kazanmak için kullanırız ama blöfümüz görülür görülmez de kaybederiz. Bizim için politika, yap ya da öl demektir. İlk ve son kez taarruz demektir. Kendimizi bu işe adadık mı, siyasi çatışmalarla yetinmez, çoğu zaman gerçek anlamıyla, hayatımızı ortaya koyarak savaşırız. Değişken ve kaypak toplumlarımız da bize destek olmaz." (s. 9) Yer aldığı toplumdan kopmuş, yeni kodlarıyla kendini biçimlemiş devrik bir lider konuşuyor, Ralph Sing, kitlelerin sevgilisi ve katili. 1950'lerde Trinidad üzerindeki İngiliz sömürgesi kalktıktan sonra başa geçirilen kukla. Pansiyonda tanıştığı insanlarla yaşadıklarını anlatırken dünyanın geri kalanının ne durumda olduğunu anlıyor, birçok ulustan birçok insanın arasında kendisini bulmaya çalışıyor ve sık sık geçmişine dönüyor, geldiği noktayı anlamlandırabilmek için temel taşları bulmaya çalışıyor. Bu sırada odasına kız atmayı sürdürüyor, günlüğünü okuyan pansiyon sahibi de odaya uğruyor bir ara. Kadınlarla olan günlük ilişkilerini karakterinin bir parçası olarak görüyor Singh, küçük zaferler çıkarıyor kadınlardan. Kişiliğini sabit tutacak bir şeye ihtiyacı var, kendini tam bir insan gibi hissedebilmek için. Parçalar dağılmak üzere, kadınları kullandığı gibi günlüğü de bir nevi ataç gibi kullanıyor.

Ailesi Hindistan'dan gelmiş, Isabella nam gayet sömürülesi bir adada ikamet ediyorlar. Ralph burada doğuyor, İngiliz vatandaşı olduğu ve ailesinin durumu da elverdiği için Londra'ya geliyor, okumaya. Kaldığı yerin aynı pansiyon olması şaşırtıcı değil, sonuçta her şey bittikten sonra her şeyin başladığı yere dönmek fena çuvallamış insanlar için iyileşmenin ilk adımı gibi geliyor. Unutmak isteyenler için bir ipucu, bunu yapmayın. Süreci tamamen ortadan kaldırmak için başıyla sonu belli olduktan sonra iki ucundan tutarak atınız, üste başa bulaştırmadan. Yoksa Ralph gibi aynı acıları tekrar tekrar yaşarsınız. Neyse, eleman okuyor bir güzel, soylu insanlarla ilişkileri oluyor, birkaçını düzüyor hatta. Sonrasında memlekete dönüyor ve kakao tarlalarıyla ilgilenmeye başlıyor. Ralph için kakao çok önemli, ekonominin ve midesinin can damarı. Basit bir yaşamı hatırlatıyor; tarlada çalış, eve dön, mahsulü okut, yaşa git. Aslında karmaşayı istiyor, Londra'daki ortamı istiyor ama küçük memleketinde parlak bir yaşamı bulmak mümkün değil. Kodlar çalışıyor, imitasyon Londra küçük adaya getirilmeye çalışılıyor. Sandra yanında, Ralph'in aşkı ve açık yarası. Evlilikleri ve boşanmaları oldukça sarsıcı. Adamda sorumluluk bilinci pek yok, o yüzden evlendikten birkaç dakika sonra pişman oluyor, züppenin cezasını bulduğunu düşünüyor. Sahtekarlığıyla, evliliğiyle ve birçok serseriliğiyle ilgili şöyle bir aydınlanma anı var: "Bunu ancak şu anda, yazarken görüyor olmam garip geliyor; tıpkı bir devrimin tarihini yazarken, bazı küçük ve önemsenmemiş hareketlerin bir felaketin tohumu olduğunu farkeden bir tarihçi gibi, ben de ancak şimdi, bunca yıl içindeki bütün faaliyetlerin, parantez içinde var olduğunu belirttiğim her şeyin, bir tür geri çekilişi temsil ettiğini ve kendimi içinde hep hayali, dağılmış, amaçsız ve akışkan hissettiğim üç boyutlu şehrin bende yarattığı tahribatın bir parçası olduğunu görebiliyorum." (s. 62) Sandra da işleri kolaylaştırmıyor, Ralph'in ailesiyle ve adayla girdiği mücadelede sömürülen insanları küçümsediğini belli ediyor, Ralph'i umutsuzluğa sürüklüyor iyice. Bir dünya masraf ediyorlar evlerini döşemek için, sonra adadaki kozmopolitliklerini kutluyorlar. Bu hikâyeyi biliyorum, kendini harcanan para kadar değerli gören insanların dünyasında yalınlığı bulmak mümkün değil ne yazık ki. Ralph her ne kadar vurdumduymaz bir adam olsa da ülkesine ve ailesine bağlı bir adam, sonuçta kadınlarla olan maceraları sömürene karşı bir öfke patlaması olarak görmek mümkün. Şimdi sömürülme sırası kendisine gelmiş durumda.

Aile ve ırk muhabbeti. Anne kırılgan, baba pasif, kardeşler yaygaracı. "Bir ara ırktık biz, genlerimiz pasifti, iki kuşak sonra üç ırktan herhangi birine karışıp kaybolma kabiliyetine sahipti; belki bir gün bizim genlerimizin etkisi sadece bir göz biçimi ya da ince bir bileğin esnekliğiyle anılacaktı." (s. 68) Trinidad'a Hindistan'dan ve pek çok yerden göçmen gelmiş, karman çorman bir şey olmuş orada, Naipaul'un ilk metinlerinde gördüğümüz insanların çoğu başka memleketlerden gelenler veya onların çocukları, aralarında kültür farkları var, politik ayrımlar var falan, tam sömürülesi bir haldeler kısaca. Kolaylıkla kışkırtılabilirler ki savaş çıkıyor nihayetinde, bir liderin devrilmesi savaşsız olmaz. Neyse, Ralph para kazanmaya başlıyor ama Sandra'nın dizginleri eline almasıyla birlikte sinir krizleri geçiriyor, arabasının direksiyonunu yumrukluyor, meşru müdafaa sonucu evlendiklerini söylüyor, bu kısımlarda evlilikle, kolonyalizmle, makroyla mikro dünya arasındaki benzerliklerle dolu düşünceler var, güzel.

Sonrası politika, sosyalizm ve kapitalizm arasındaki savaşın figürleri, hakim kültürden kurtulmaya çalışıp vatanını ferah bir memleket haline getirmeye çalışan ama aslında iç çatışmaları yüzünden çoktan kayışı kopmuş insanların mücadeleleri, böyle şeyler. Naipaul Mahallesi diyeceğim mesken burada da var; adadaki insanlar yine pek renkli ve her an tutuşmaya hazır. Ortalık yangın yerine dönünce kös kös Londra'ya dönüş ve kuyruğu kısıp düşünmek, yazmak, tarihi itirafname haline getirmek. Ralph Efendi kişisel tarihini sundu, şimdi hava durumu.

Redd'in yeni albümü çıktı ama Spotify'a gelmemiş henüz, gelene kadar aşağıdakiyle idare edelim. Ormanda yürümeli, giden kızın ardından bakmalı klip, şekil duruşlar falan. Şarkı da iyi, yas tutanı delik deşik eder. Kardeş şarkısını da koyayım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder