30 Mart 2019 Cumartesi

Jerry Toner - Antik Dünya

Toner mikro tarih içerikli gezisine çıkmadan önce Roma'da bir dolaştırıyor okuru. Çöp ve insan dışkılarının feci kokusu. Tabakhanelerde kullanılmak üzere sidik hazneleri var, insanlar sokaklarda işiyor. İşemeniz lazım mesela, tuvalet aramanıza gerek yok. Oracığa bırakınız. Geri dönüşüm sistemi muazzam. Tabii havaya karışan kokuya bir çare yok. Toprak sahipleri tütsülerle, buhurdanlarla dolaşırlarmış ama yine de leş gibi kokarmış ortalık. Sifon'da geçiyordu, 19. yüzyılda Thames bir yaz öyle bir kokmuş ki Parlamento Binası'nda millet birbirini gırtlaklayacak hale gelmiş, nehir ıslah edilmiş ama millet tifüsten kırıldıktan sonra. Kanalizasyon önemli bir şey, gerçi Roma'da şehir merkezinin belli başlı kamusal alanlarında kanalizasyon sistemi varmış, insanlar pisliklerini sokaklara atarlarmış. Çok uzak olmayan bir zamanda Fransa'da ve İngiltere'de de sokaklara atılırmış her şey. Eh, Britanya İmparatorluğu kendisini Roma'nın devamı olarak gördüğü için geleneği sürdürmesi anlaşılır. Başka, insanlar sokaklarda ölüyor, şehir kalabalıklaştıkça cesetler yakılıyor, şehir daha da kalabalıklaşıyor, daha çok ceset yakılıyor, şehre yanık insan eti kokusu da siniyor bir güzel. Kolezyum'da sayısız seyirci. Heykeller renkli. Heykeller boyanırmış eskiden, bembeyaz değillermiş. Kısacası antik dünyanın mimarisinden bilgisine her şey elimizin altında ama o dünyada yaşamak bambaşka bir şey. "Bu kısa kitapta yapacağım tek bir şey varsa o da bu aşinalık hissiyle mücadele olacak." (s. 4) En başta duyular karman çorman bir hale gelirmiş o zamanlara dönsek; renkler, kokular, yemekler her şey birbirine karışmış durumdaymış. "Homeros'un meşhur 'şarap rengi deniz' benzetmesi sadece rengiyle değil keskin, kekre tadı ve kokusuyla da ilgilidir." (s. 4) Şairanelikten çıkınca denizin leş gibi olduğu anlaşılıyor, gerçekte olan bu.

Eğitim faslı. Eğitim çok pahalı. Dönemin klasik metinlerini okumak ciddi bir külfet. Sadece varlıklı kesim şiir okuyor, bir şeyler yazıyor ve sanat aktivitelerini takip ediyor. Açık alanlarda Vergilius'un metinleri okunurmuş, toplum bu şekilde sanat sepet işlerine dahil olurmuş. Gelir uçurumu yüzünden. İnsanlar yoksul, rezalet şartlarda yaşıyorlar ama bu noktaya sonra geleceğim, önce zenginlere bakalım. Romalılar senatör seçilebilmek için iki bin aileyi bir yıl geçindirebilecek miktarı, bir milyon sesterius'u gözden çıkarmalıymış. Oha? Süper zenginlerin halk ayaklanmalarını engellemek için ayak takımına attıkları yemler var, örneğin birkaç ay boyunca her ay iki kilo domuz eti dağıtılırmış. Domuz pek yenirmiş bu arada, ulaşılması en kolay et domuz etiymiş. Bedava eğlenceler, göz boyayıcı bir sürü şey yapılırmış. Sosyal devlet anlayışına sağlık ve eğitim hizmetleri dahil değilmiş. Vergi toplanırmış deli gibi, savaşların giderleri halkın belini bükermiş. Kadınların sesi hemen hiç çıkmazmış, antik dünyada kadın olmak inanılmaz zormuş. Tecavüze uğrayanlar öldürülünce hak ettikleri söylenirmiş falan, insanlık dışı bir olay ama o zamanlar insanlığın ne olduğu üzerinde pek durulmadığı için normal. Kölelerin durumlarını biraz biliyoruz, insan bile değiller. Köpek muamelesi görüyorlar. Din her yerdeymiş, sokaklarda her türlü inancın izine rastlamak mümkünmüş. Braavos muydu, sokaklarındaki canlılığı hatırlayalım, gerçi o evrendeki hemen her şehirde benzer bir ortam vardı, G. R. R. Martin sokakların zenginliğini antik dünyadan çekip çıkarmış.

Doktorlar pahalı, zengin tayfa gidebiliyor doktora. O zamanın tıbbı içler acısı, kan akıtılıyor veya bitkilerle iyileştirme yoluna gidiliyor. Vücutta dört sıvı olduğu düşünülüyor, hastalıkların önce bu sıvıların dengesizliği yüzünden, sonraları iblisler yüzünden ortaya çıktığı sanılıyor. Kara safra, sarı safra, su falan, bunlar dengede değilse ölüme kadar yolu var insanların. Yaşam süresi haliyle kısa, yirmi beş yaşındaki bir insana yaşlı gözüyle bakılıyor. Genç kızlar yaşlılarla evlendiriliyor ki rahat etsinler, en azından eşleri ölünce ondan kalanları tırtıklayabilsinler. Seks her yerde, bunu da dizilerden ve filmlerden biliyoruz. O zamanın eğlencesi bu, sokak köpeğinden biraz daha iyi durumdaki insanların başka türlü yaşayamaz. "Erkeklerin kadın, erkek, delikanlı, genç kız, kimi çekici bulursa birlikte olmak istemesi antik dünyada son derece normaldi. Gördüğümüz üzere tek önemli ölçüt, erkeğin sekste aktif taraf olup olmadığıydı. Erkek olmak, her anlamda üstte olmak demekti." (s. 36) Dipteler, okuma yazma bilmiyorlar, sokağın tarihinden geriye pek bir şey kalmamasının sebebi yaşama uğraşı yüzünden kayıt tutmaya vakitlerinin olmaması. Ekonomik belirsizlik korkunç; Mısır'dan gelen buğdayda belli bir rekolte tutturuluyor ama Roma'yı beslemek çok zor, en ufak bir sel baskını kıtlığa sebep olabiliyor. Buna rağmen Romalılar yiyip içmeyi seviyorlar, en büyük gider kalemini yiyecek oluşturuyor. Yeme-içme yerleri için sayısız sözcüğü varmış Romalıların, yemekler çok çeşitliymiş.

Duvar yazıları ilginç, grafiti kültürünün kaynağı antik dünya. Genelde kaygıyla dolu yazılar var duvarlarda. Fabllar da kaygıyla dolu, kurt ve aslan dolu onca fabl o dönemin insanının korkularını anlatıyor. En başta bebekler ölüyor, her gün sayısız bebek ölüyor, sokaklarda köpekler bebekleri yiyor falan, dehşet verici. Böyle bir dünyada yarını düşünmek gülünç. Dünü düşünmek de. Hep şimdinin kaygıları var. Meşhur bir mezar taşı yazısı var: non fui fui non sum non curo. "Yoktum. Vardım. Yokum. Umursamıyorum." Vasiyetimdir, ben ölünce bu benim mezar taşıma yazıla.

Kültürler arasındaki ilişkilere kaykılıyor Toner, İskender'le başlıyor. Helenistik zamanlar, Persler ve Yunanlar arasındaki ilişkiler, kültürlerin etkileşimi, demokrasinin evrimi, Doğu-Batı kavramlarının birbiri etrafında örülerek ortaya çıkarılması, pek çok mesele. Roma'ya geliyoruz. Tarihsel anlatıyı geçiyorum, ilginç noktalara odaklanıyorum. Diocletianus ve Konstantin anasını ağlatmışlar imparatorlukta yaşayan insanların. İlki dağılışı geciktirmiş ama aldığı vergilerle, artırdığı asker sayısıyla toplumu delik deşik etmiş. Konstantin ayrı bir hikâye. Hıristiyanlık için yaşam alanı yaratmış, merkezi bir otorite oluşturmuş. Kaybolmaya yüz tutmuş dinlerle ilgili bir kitap vardı ya, adı neydi, orada tahta az daha Zerdüşt bir elemanın geçeceği söyleniyordu. Hıristiyanlık ucuz kurtulmuş açıkçası; uzunca bir süre çok kapalı çevrelerde, az sayıda toplulukta varlığını sürdürmüş, Konstantin'e kadar. Sonrasını biliyoruz. "Kilise ezilenlerin yeraltı dininden varlıklı sınıfların rahat evine dönüşmüştü." (s. 63)

Antik dünyanın keşfi konusunda birkaç kilit noktaya eğiliyor Toner, bir bölümü buna ayırmış. Su değirmenleri ilk önemli kaynak. Halka sunulan yiyecekler bu değirmenlerden geçiyor, dolayısıyla sayıları, bulundukları yerler, kapasiteleri çok önemli. İkinci kaynak, kemikler. Pompeii'de bulunanların kısa bir incelemesi var bu bölümde, çok ilgi çekici. Kanalizasyonları söyledim. Akıl sağlığı bölümü de ilginç, benim aklımı kurcalardı zaman zaman. Sır ortaya çıktı: Hemen herkes deli. Bu kadar. Şaka, birçok kişi açlık sınırında yaşıyor, durmadan borç alıyor, birikim yok zaten, sosyal güvenlik ağı yok. "Dara düşen bir ailenin yapabileceği tek şey, çocuklar dahil her şeyi satmak ve yaşamak için dilenmekti." (s. 87) Her şey yolunda yani. Felaketler sıradan, her an bir facia gerçekleşebilir. Savaş çıkar, yanardağ patlar, meteor düşer, bok çukuruna düşülür, illa bir şey olur. Bunun dışında bence Oliver Sacks'e ilham vermiş olması muhtemel bir vakayı aktarıyor Toner, Galen'in bahsettiğine göre çanak olduğunu zanneden ve kırılacağından korkan bir adam varmış. Günümüzde de karısını şapka zanneden adam var, pek bir şey değişmemiş. Bir de şu: "Antik dünya hekimlerinden biri eşcinselliği ruhsal bir rahatsızlık olarak ele almıştır ama aynı durum, 1950'lerde Amerikan Psikiyatri Derneği için de geçerliydi." (s. 91)

Antik Yunan ve Roma'nın Batı için önemi anlatılıyor, aynı dönemlerde varlığını sürdüren Çin ve Roma arasında kurulduğu düşünülen ilişkilerden bahsediliyor, böyle bir metin bu. Burada bitirecektim ama çok ilginç bir olay var, onu da anlatıp bitireyim. Öncelikle birbirlerine göre çok uzakta bu adamlar, arada Persler var, Persler üzerinden birbirlerinin varlığından haberdar oluyorlar. Hatta birkaç temas girişimi oluyor, ilki MÖ 97'de. Çin Generali Ban Chao bir elçi gönderiyor ama başarısız oluyor. Ne konuda başarısız oluyor bilmiyorum, Toner da pek değinmemiş, kaynaklar sağlam değil söylediğine göre. Neyse, sonra Romalılar Çin'e adam yolluyorlar, İmparator "An-tun" (Antoninus Pius veya Antonine soyundan Marcus Aurelius) tarafından gönderilen tayfa MS 166'da Çin'e varıyor ama yanlarında getirdikleri hediyeleri Çinliler üfürükten buluyor, Roma'nın fakir olduğunu düşünüyorlar. Başka bir kaynağa göre MS 226'da Romalı bir tüccar Hanoi yakınlarına ulaşmış ama kesin bir bilgi yok. Anlatacağım asıl ilginç olay şu: MÖ 54'te Carrhae Muharebesi'nde Romalılar bir güzel tokatlanıyor, Persler büyük bir grup Romalı askeri esir alıyor, bu askerler doğu sınırına paralı asker olarak gönderiliyor. Bu askerlerden bir kısmı Han İmparatorluğu'na kaçıyor, Çin'in savaşçı devletleriyle savaşmaya başlıyorlar. Devamını Toner kendi anlatsın: "Çin tarihi, MÖ 36'da bazı imparatorluk askerlerinin bu devletlerden biriyle nasıl savaştığını ve 'balık pulu' düzeninde yaklaşık yüz adamla karşılaştığını anlatır. Roma savaş teknikleriyle ilgili bir şeyler bilen herkes Romalıların 'testudo-kaplumbağa formasyonu' dedikleri, bir grup askerin bütün gruba koruyucu bir kabuk oluşturmak için hep birlikte büyük kalkanlarını kaldırdığı düzene aşinadır. Bu Romalı kaplumbağa, Çin sınırlarına kadar gitmeyi başarmış mıdır?" (s. 104) Kafayı yiyecek gibi oluyorum böyle şeylere denk geldikçe, nasıl ya? Bayağı şey, Jet Li'nin ilk dönem filmlerindeki karakterlerin uçsuz bucaksız topraklarda sürdürdüğü savaşlara Kolezyum'dan Maximus çıkıp gelmiş, koskoca alanda küçücük, metal bir oluşum var. Kalkanlar arada iniyor, sağa sola mızrak atıyorlar falan. Çok garip ya. Meselenin devamı da var, ilgi duyanlar kitabı edinip okusun derim.

Domingo süper bir seriye başlamış, devamının tez elden gelmesini bekliyorum. Bu kitabı alın, antik dünyalarda şöyle bir dolanın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder