Lâle Aytaman'ın makalesi. Aytaman, Ankara ve Boğaziçi üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak çalışmış, 1991-1995 arasında Muğla valiliği görevinde bulunmuş. Muğla'nın kadınlarını ve Türkiye'nin ilk kadın valisi olarak "erkeklerin dünyasındaki" deneyimlerini anlatıyor. "Vali Bey" veya "Valiye Hanım" derlermiş, erkekler alışamamışlar bir türlü, buna benzer çoğu şey kitap haline gelmiş ama bulamayız büyük ihtimal, Aytaman'ın anılarını okumak isterdim. Neyse, Muğla izlenimleri çok canlı. Kadınlar saçlarına çiçekler takıp dolaşırlarmış, evlerini pırıl pırıl tutarlarmış, Saburhaneli kadınlar avlularını ortak çalışma alanı haline getirmişler, imece usulü üretime geçip kıyafet dikerlermiş. Aytaman erkeklerin nerede olduklarını sorduğunda "yemek zamanı geldiğinde erzak getirdikleri" söylenmiş. Mevsimden mevsime eğlenceleri, gezme tozma alanları değişirmiş, coğrafyanın bütün nimetlerinden yararlanırlarmış. Atayman hemen bir proje geliştirmiş, zamanında Tayland'da gördüğü el dokumalarının benzerlerinin Muğla'da üretilmesini sağlamış, yüzlerce kadını iş sahibi yapmış. Ne güzel, sonradan o atölyelere, imalathanelere ne oldu kim bilir. İnci Delemen'in anlattığına göre Antik Yunan zamanlarında yaşayan kadınlar da Ege kıyılarında kentlerin tasarlanması konusunda kafa patlatmışlar, bölgede yaşayan kadınlar yaratıcılıklarını çok az da olsa atalarından alıyorlar sanki. Plancia Magna'da ve Perge'de kadın mimarlar, planlamacılar çalışmış, sonrasında bu çalışmalar başka kentlerde de görülmüş. "MS 3. yüzyılla birlikte Ephesos'un varlıklı kadınları imar faaliyetlerinde tek başlarına hareket edebilmeye başlar: Bağışlarını kendi adlarına gerçekleştirir ve tıpkı erkek bağışçılar gibi kamusal alanlara ve yapılara dikilen yazıtlarla kent tarafından onurlandırılırlar." (s. 56) Neslihan Türkün Dostoğlu'nun makalesinde Osmanlı dönemine geliyoruz, Cumalıkızık'taki kadınların yaşamından bahsediyor. Pek iç açıcı değil açıkçası, kadınların kahvehane civarında tek başlarına görülmeleri uygun karşılanmadığı için garip bir yasak çıkmış ortaya. "Geleneksel İslam kentlerinde kadının varlığı arka planda hep hissedilir, ancak hiçbir zaman yönlendirici olmaz. Mahalleler ve mahallelerdeki konutlar kadına ve ailenin iç dünyasına aitken, kent ve kentteki irade erkeğindir." (s. 65) Başka bir makalede sanatsal aktivitelerde bulunan kadınların ürettikleri eserlere odaklanılıyor, örneğin kilim dokuyan kadınlar ruh hallerini desenlerle ifade edebiliyorlar. Ne yazık, erkek egemen dünya insanı insanlıktan çıkarıyor, duyguların ifade edilmesine müsaade etmiyor. "Yandım alamadım" hasırı diye bir hasır türü var örneğin, Elazığ civarında dokunuyor. Aslında türkülerle benzer özelliklere sahip bu dokuma işi, bölgeden bölgeye desenler, anlamlar ve yaşamlar değişiyor, büyük bir kültürel zenginlik çıkıyor ortaya. Hiç çıkmasın da şu erk kalksın ortadan tabii.
Osmanlı zamanındaki kadınlara odaklanıp bitireyim. Hesiodos hamam kültürünü anlatıyor, o zamanlardan kalma bir gelenek. Düğün günü damat ve kız babası tanrı ve tanrıçalar için kurban keserken gelin de çocukluğuna dair ne kadar eşyası varsa yakarmış hepsini, arınma/erginlik ayini gibi bir şey. Hamamın da iki işlevi var gibi gözüküyor, sembolik arınmanın yanında vücut da arınıyor, yeni bir hayata başlanabiliyor böylece. Romalılar bu kültürü uçuruyor hemen, su yolları ve sıcak su kaynakları hamam sayısını artırıyor. Günün belirli saatlerinde erkekler, geri kalan zamanda kadınlar faydalanabiliyor hamamlardan, günümüzün belediye havuzları gibi. Sonraki dönemlerde bu uygulama kaldırılmış, kadınlarla erkekler birlikte yıkanmaya başlamışlar ama MS 2. yüzyılın başında yasaklanmış bu. Bizde kaldığı yerden sürüyor bu kültür, özellikle Mimar Sinan'ın inşa ettiği hamamlar göz alıcıymış ve insanlar her hafta hamama giderlermiş. Ayrıntılı bir şekilde anlatılıyor Osmanlı insanının hamam tecrübeleri, yabancı seyyahların izlenimlerine de yer veriliyor, Batılı ressamların hamam izlenimlerini resmetmelerine dair küçük bir bölüm var üstüne. İlgimi şey çekti, kadınlar hamamlarda erkek taklidi yapıp erkeklerle dalga geçerlermiş, "hamamiye" denilen şiirler, maniler ve şarkılar söylerlermiş. Adile Naşit'in hamamda atışma sahnelerinde söylediği şey hamamiye sanırım. Bir mikro dünya yaratılmış hamamlarda, sadece kadınlar için. Küçürek alanlara sıkıştırılmış özgürlük. Aynı durum Harem'de de mevcutmuş, Harem'deki kadınların dünyası da detaylarıyla anlatılıyor, ben sadece taklitlerle erkeklerle alay ettiklerini söyleyeyim.
Derya deniz bir kitap, kadınların çağlar boyunca var olma mücadelesini sürdürdüklerine, daha doğrusu varlıklarını erkeklerin kabul etmeleri için uğraştıklarına dair pek çok makale var. Bulan okusun, bilgilensin. Evet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder