Otel odası olayı kırılma noktasını oluşturuyor. Mrs. Rainmantle'ın kalacağı oda çok küçük, bavullarla birlikte daha da küçülüyor, kadın için oldukça rahatsız edici bir ortam. Day, kadının Taylor'la yer değiştirebileceğini söylüyor, Taylor küçük odaya geçiyor, öfkesini belli etmeden rahatsız bir uykuya dalıyor. Day ve Mrs. Rainmantle bir müddet muhabbet ediyorlar, Mrs. Rainmantle çok büyük bir ev istediğini, bunun için Hawaii'den arsa aldığını söylüyor. Zengin yani. Bu da cebe. Balkonlarının önünden birilerinin konuşma sesleri geliyor, cebe. Gecenin ilerleyen saatlerinde Day uyanıyor, odada üçüncü bir kişinin varlığını hissediyor bir anlığına, cebe. Sabah erkenden yola çıkacaklar, Day ve Taylor uyanıyor, ortalık hâlâ karanlık. El fenerini alıyor Day, eşinin kapıyı tıklatmasından sonra kalkıp hazırlanıyor, fenerin ışığını odanın içinde şöyle bir gezdiriyor, elbise askılıklarına tutuyor ve odadan çıkıyor. Ardından Mrs. Rainmantle'ın gözlerinin açık olup olmadığından emin olamıyor, sanki açık gibiydi ama kapalı da olabilir. En sonunda gözler ansızın açılıyor, karşıya dikiliyor. Cebe. Birkaç dakikalık süreçte garip olaylarla karşılaşıyoruz ve yeni bölüm başlıyor hemen, gariplik sürüyor. Day'in içinde bir sıkıntı var, eşine Mrs. Rainmantle'ın bedenine ters bir açıda duran başını, boynunun çevresine sıkıştırdığı çarşafı ve boş boş bakan gözlerini anlatmıyor, kadınla bir daha karşılaşmayacaklarını düşünüp yolculuklarına devam ediyorlar. Ertesi gün gazetede bir haber: Gran Hotel de la Independencia'da çıkan ve otelin bir bölümünü yok eden bir yangın. Agnes Rainmantle için üzüntülerin dile getirildiği gazeteyi eşinden saklıyor Taylor, kadının üzülmesini istemiyor. O sırada Day genç bir adamla tanışıyor, kötü biri olduğunu düşündürecek kadar yakışıklı, alımlı biriyle. Gazete bayiinde aradığı dergiyi bulamayan Day'i başka bir bayiiye götürmeyi teklif ediyor. Birlikte arabaya biner binmez Day'in adamın çekimine kapılacağına dair öngörüler oluşmaya başlıyor ama adamın Day'i etkileme niyetiyle hareket ettiğine dair bir emare yok, Day'i kendi yaşadığı eve götürmek için, biraz da zorla ikna ettiğinde dahi. Eve gidiyorlar, Day genç bir erkeğin aşırı lüks bir evde oturmasını mantıksız ve tuhaf bulduğunu düşünüyor, bir iki şey içiyorlar ve kısa süre sonra adam Day'i geri götürüyor, Taylor'la birlikte yemeğe davet ediyor bir de. Otel çalışanlarından biriyle konuşan Day, gencin zengin bir aileden, Sotolar'dan olduğunu söylüyor. İlk bölümün sonu.
İkinci bölümde Vero, Luchita ve Pepito'yla karşılaşıyoruz. Vero on yedi yaşındaki Luchita'yı haftalık elli dolara yanında tutuyor, haftada üç kez sevişmenin ve arkadaşlığın bedeli elli papel. Gündelik yaşamlarına şahit oluyoruz daha çok, zenginliklerle dolu bir evde uçarı yaşamlar sürüyor, Luchita Paris'teki ailesinin yanına dönmek istese de beş parasız olduğu için Vero'nun eline bakıyor, Pepito da öyle. Thorny ve Paloma da yarı arkadaş, yarı çalışan olarak ara sıra görünüyorlar. Vero bir ara ortalıktan kayboluyor, eve telefon edip Luchita'yla konuşuyor ve nerede olduğuna dair yalan söylüyor, arkadan gelen çan sesinden anlıyor Luchita, Vero'nun gittiğini söylediği yerde kilise yok çünkü. Cebe. Vero geri dönüyor, morali bozuk. Annesinin Puerto Farol'da öldüğünü, aslında onunla buluşmaya gittiğini söylüyor. Şimdi ceptekilerden ikisini çıkaralım, cebe ilk attığımız şey Mrs. Rainmantle'ın Grove'dan bahsettiği tek cümle. Diğerini demin attık, Vero'nun ölen annesiyle görüşmesi. Grover=Vero olduğuna göre, Day'la Taylor'ı da yemeğe çağırdığına göre bir işler döndüğünü anlıyoruz ama Grover'ın amacı hakkında hiçbir fikrimiz yok tabii. Aslında var, odadaki garip olaylardan ve yangından sonra kafamda birkaç ışık yanmıştı ama derinlemesine planlan psikolojik bir işkenceyle karşılaşmak sarsıyor açıkçası, anlatının geri kalanında Vero'nun annesi ve babasıyla kurduğu çıkar ilişkilerini ve Sladeler'le oyuncak gibi oynadığını görüyoruz. Anneyle baba ayrılıyor, Grover babasından ve annesinden bir şeyler koparmaya çalışıyor, hatta annesinin dileğini yerine getirip üniversiteye bile kaydoluyor ama gerisini getirmiyor bir türlü, kestirmeden gitmeye karar veriyor ama önce bizim çiftin malikâneye gelişini anlatsam daha iyi. Yemeğe oturuyorlar, sohbet ediliyor ama havada nedenini anlamadığımız bir gerginlik var. Taylor rahatsızlanıyor, yatırılıyor, Day de orada kalıyor ve uykusunda cehenneme çekildiğini görüyor, rahatsız bir uyku uyanıklıktan daha kötü geliyor, gerçeklik algısı yavaş yavaş bozulmaya başlıyor. Ertesi gün kocasını görmek istediğini, doktor çağrılması gerektiğini söylüyor ama Grover kadını oyalıyor, dikkatini dağıtıyor, kadın da pek kendinde olmadığı için bir türlü odaklanıp da istediklerini yaptıramıyor. Bir nevi hapisler, sadece farkında değiller. Henüz.
Anlatının sonunda ceptekilerin tamamı dökülüyor. Otel odasında gerçekten biri var, Mrs. Rainmantle'ın boynunu gerçekten kırıyor ve gizleniyor, ardından oteli yakıyor bir güzel. Vero'yu korku basıyor, Day'in kendisini görüp görmediğinden emin olamıyor bir türlü. Bir plan yapıp Day'le tanışıyor, çifti evine davet ediyor ve LSD, bali, ne bulursa yemeklerine atıyor, içeceklerine koyuyor, yavaş yavaş delirtiyor bizimkileri, üstelik Newbold virüsü diye bir virüs kaptıklarına, bu virüsün kısa süreli hafıza kaybına sebep olduğuna inandırıyor, böylece Day'in o evde geçirdiği zamanları tam olarak hatırlayamamasını açıklamak için bir yalan da burada üfürmüş oluyor. Sonunda Taylor'ı bir kamyona bindirip uçurumdan aşağı atıyorlar, Day de benzer bir sonla öldürülüyor. Bu.
Özellikle malikâne bölümü oldukça rahatsız edici, Day karşısındaki insanların uzaylı olduğunu düşünürken bir an Taylor'ın iyi olup olmadığını merak ediyor ama kabuslar geri dönüyor, gündüz vakti korkunç sanrılara kapılıyor, yardım istedikçe yalnız bırakılıyor, kendisinin de virüs kaptığı ve iyileşme sürecinde olduğu söyleniyor, böyle bir süreç, içinden çıkılamayan bir durum. Üstelik hiçbir şey bilmiyor Day, sezgilerinin yardımıyla bir başkasının varlığını hissetse de hiçbir şey görmüş değil, en azından Vero'yu ateşe atacak hiçbir şeye şahit olmadı ama Vero işi garantiye almak istediği için tayfayı toplayıp kendisini işin içinden çıkardı. Nihilist olduğu söyleniyor, doğrudur herhalde. Yaşamında pek bir şeyi umursadığı söylenemez. Çıkarları için yapamayacağı bir şey yok. Geçtiğimiz yüzyılın en nihil karakterlerinden biri olduğu da söyleniyor, bu da doğrudur herhalde.
Bowles'un en iyi romanı olmadığına dair görüş birliğine varılmış gibi duruyor, ben böyle düşünmüyorum. Hepi topu iki romanını okuduğum için bu düşüncemin de pek bir önemi yok ama en az Esirgeyen Gökyüzü kadar iyi bir roman bu. Zorlu bir okuma deneyimi sunuyor, dikkatli bir okura ihtiyaç duyuyor, daha da nasıl iyi olsun, olmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder