9 Mayıs 2012 Çarşamba

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani

Hüseyin Rahmi Gürpınar kadınların arasında büyümüş, kadın muhabbetinden ve bir de dikiş dikmekten zevk alan bir abimizdir. Son derece titizdir; eldivensiz sokağa çıkmaz. Eldivensiz odasının dışına bile çıkmaz. Eldivenini hiç çıkarmaz diyelim.

Yanlış hatırlamıyorsam 17-18 yaşındayken ilk yazısını Ahmet Midhat'a yolluyor. Ahmet Midhat yazıyı çok beğeniyor, çağırıyor bizimkini. Karşısında çocuğun tekini görünce, "Yirigit lan," diyor. Gürpınar'da bir ağlama, "Vallahi ben yazdım yaa," diye bağırmalar. Sonradan öpüşüp barışıyorlar.

Gürpınar, üstadının ekolünden ilerlemiş olsa da aralarındaki en büyük fark zannediyorum ki halkı ele alış biçimi. Ahmet Midhat'ın eserlerinde bir eğitme kaygısı, bir su gibi okunayım endişesi. Gürpınar'da ise ironi var, halkın boş inançlarını, leş taraflarını ele alıp yerme var, gülünç yönlerini ortaya dökme var. Felatun Bey'i ele alalım; trajikomik bir adam. Yerin dibine sokulsa da soytarıya çevrilmez. Bir de Şık'taki Şöhret Bey'e bakalım, adam magma civarlarında. Kral soytarısı gibi.

Gulyabani romanımızın esin kaynağı bir hanımnine, kitabın başında Gürpınar'la mektuplaşmaları mevcut. Haminne'nin dediği şu: "Biz yaşlı kadın tayfası senin kitaplarını çok seviyoruz. Bize bir tane öcülü kitap yaz. Şuyundan olsun, buyundan olsun." Ismarlama kitap yani, sınırlar da kadın tarafından çekilmiş. Gürpınar'ın söylediği de şu: "Challenge accepted."

Muhsine adlı kızımız annesini, babasını kaybetmiştir. Komşularca evlendirilir, kocasının hayvanlık dolu hareketlerinden sonra evden kaçar. Çalışmak için bir eve girer, oradan da kaçar. Sonra Ayşe Hanım, annesinin bir dostu, Muhsine'yi Bulgurlu'daki bir köşke götürür, anında arazi olur. Evde bir büyükhanım var, kafayı yemek üzere. Çeşmifelek Kalfa'yla Ruşen Abla da evde çalışan insanlar. Bunlar kafayı yemek üzere değil, çünkü derin olaylar... Bu köşk kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerde konuşlu. Kahya, bahçıvanlar falan evin dışında çalışan insanlar. Bu dört kadın evde kalıyor. Muhsine'nin köşke gelmesiyle de olaylar başlıyor. İşte efendim, geceleri bir kuş bağırışları, hayvan kişnemeleri, davullar, bilmem neler... Muhsine'den önceki iki hizmetçi ortadan kaybolmuş. Muhsine de haliyle korkuyor. Büyükhanım ilginç tekerlemeler ezberliyor ki cinler tarafından sınava çekildiğinde doğru cevapları verip çarpılmasın. Sonrasında Muhsine'ye aşık olan periler var, geceleri dolaptan geliyor bunlar ve Muhsine'yi rahatsız ediyorlar. Hasan var, bir çalışan. Muhsine'ye aşık oluyor, Muhsine de buna aşık oluyor. Hasan bir gece Muhsine'nin yanına geliyor koruma gibi, sonra bunu dövüp götürüyorlar falan. Sonrasında olaylar olaylar...

Ben böyle yüz sene, yüz otuz falan sene önce yazılmış olan kitapları okumayı pek severim. Bize zamanın konak hayatından, zamanın insanlarından, zamanın İstanbul'undan bir pöfürtü estirirler. Konuyla alakalı zibilyon tane tez yazıldığı için zaten dibine kadar inilmiş durumda, lakin insanın kendisinin keşfetmesi ayrı bir zevk. Okumak istediğimiz bir kitabın tanıtımıyla ilgilenmemek, kitapla alakalı yorumları okumamak, direkt kitabı okumak işte. Mesela siz bunu okuyorsunuz, ben sizin blog'unuzu okumuyorum. Tanıttığınız kitabı okuduğum zaman okurum ama, o tamam. İşte öyle bir şey.

Meddah üslubu zaten buram buram tütüyor, ona girmeyeceğim. Zamandan esintiler taşıyan bir iki şeyi alacağım sadece.

"Zavallı saf Hasan, perilere karşı lololo olur mu?"

Asdf, olmaz. "Lolo" olarak da geçiyor, hatta bir kadın şarkısını da yapmıştı. Tartışmayı bitirici bir söz. Biri ben kavga ederken, "Lolo yapma lan," dese muhtemelen dayak yerim, çünkü gülerim ve gardım düşer. Lolo ya. Dfsd.

Meddah dedik. Karagöz, orta oyunu etkisine gel. Hint, hindi kelimelerini yanlış anlayıp bir garip güldürmeçler... Bize şimdi pöf gibi geliyor da insanlar yüzyıllar boyunca bunlarla eğlenmişler kardeş, küçümsemeyelim. Tiyatromuzun temelinde bunlar var.

Kitabın sonunda gulyabani geliyor. Bu Süt Kardeşler'deki olay. Adı Ahu Baba, cinlerin atası. Bir geliyor, boyu konak kadar. Burnu el kadar. Cinleri de ardından geliyor, silahları var. Burada olay kopuyor zaten, cinlerin silahı var? Derken meğersem bir şeylermiş o gulyabani falan. Süt Kardeşler işte.

Cinlerin ezberlettiği tekerlemeler, bir anda aşık olan karakterler derken bir romanın daha sonuna geldik. Ben bunları okumak zorundayım, lakin nispeten eski edebiyatımıza ilginiz yoksa bayabilir. Öyle.

Tembelliğim tutmadığı zaman iki üç tane daha eklerim, iyi günler.


2 yorum:

  1. Her şeyden korkan bir adam olarak beni korkuttu, helal olsun. Karakterlerin tepkileri komik. Aman ölüyorumlar, imdat eyleyinler... Bir de cinler tarafından sorguya çekilip saçma sorulara saçma cevaplar veren büyükhanım için Muhsine'nin düşündükleri de komik:

    "Hanımefendiye de gerçekten kırk bir buçuk maşallah. Bülbül gibi cevap verdi. Okumuş kadın, her şeyi biliyor."

    Dsdf, cin sınavında derece yaptı sanki. O kadar kanıksanmış ki bir de bu sorgu.

    Güzel kitap ya, güldürmeçli. :j

    YanıtlaSil