1 Mayıs 2012 Salı

Erhan Bener - Dönüşler

Bu kitapla birlikte Erhan Bener'e gerçekten ara veriyorum, zira beş günde ittire ittire ancak bitirebildim. Oyuncu ve Elif'in Öyküsü gibi romanların yanında bir alt sınıfta bulunan romanları da var kendisinin, nicelik niteliği getirmemiş. Bu sebeple bu tür bir başka Erhan Bener romanına başlamayı göze alamadım. Gutbay Erhan Bener, yazın görüşürüz.

Dönüşler... Çarkçı bir amcamız var, 47 yaşında. Babası alkolik, ölüyor. Annesiyle ablası var, leş insanlar. Karısıyla kızı var, bunlar da leş. Bunların isimlerini şöyle bir duyuyoruz, o kadar. Pek ilgilenmiyor onlarla, zaten adam gemide çalıştığı için Singapur benim, Finlandiya senin, geziyor. Kızlar mızlar, alkol falan. Singapur'da aşık olduğu bir kız vardı bunun, bırakmak zorunda kalmış. unutamamış onu. Bir dayısı var, arkeolog ve emekli öğretim görevlisi. Yeni Foça'da yazlık evi var, orada yaşıyor.

Bir gün bu dayımızın ölüm haberi geliyor 47'ye, gemideyken. 47 diyeceğim, adının geçtiğini anımsamıyorum çünkü. Dayıdan bir de mektup geliyor. İşte, "Ben ölüyorum falan, evi sana bıraktım, para da bıraktım. Gel, yaşa, işini bırak. Bin Suratlı Billur Top'u kimseye verme, Kızıl Şeytan'a dikkat et. Bir de mezarıma iki çiçek bırak lan hayırsız," falan diyor. Bizimki hemen uzuyor Yeni Foça'ya.

Dayısının öldüğü çukuru görüyor, evden pek uzakta değil. Domuzlar parçalamış dayının cesedini. Yeni Foça'ya gel, iki dakika bahçede uyusak popoyu ısırtacağız. Neyse, bir gün deprem oluyor, evin bahçesinin duvarı mı ne yıkılıyor. Ertesi güne site bekçisinden bu iş için adam istiyor. O günün akşamında 47 bahsettiğim çukurda bir parıltı görüyor, eğilip bakınca, aha, top. Alıyor topu. Bu top jöle kıvamına da gelebilen bir top. İnsanı sarhoş ediyor, insanı elektrikle çarpıyor, bir fantastik top yani. Bizimki kafayı kıracak gibi oluyor, saklıyor bu topu. Dayısının neyden bahsettiğini az çok anlıyor mektupta.

Buraya kadar aşağı yukarı 100 sayfada geliyoruz. 100. Bu 100 sayfada daha bir olay yok, bir tek 47'nin seferleri, hayatı, dayısı, annesi, sahil maceraları falan var. Ha, bir de kafe işleten küçük bir kızla bakkalın kızı var. Bunlarla tanışıyor. Bunların ikisi de 47'ye ilgi duyuyor. Romanın cinsellik sorgulamalı bölümlerini bu iki kız oluşturacak. Gerçi romanın da problemi bu. Arka kapakta şu var:

"Dönüşler, felsefi tartışmalarla iç içe geçmiş sürükleyici bir roman olma özelliğinin ötesinde, yerleşik ahlak değerlerini ve cinselliği de çarpıcı bir biçimde sunuyor."

Sunuyor da, ne kadar yetkin bir şekilde sunduğu tartışılır. Her şeyden bir tutam gibi olmuş. Devam edelim.

Sahilde bir kadınla tanışıyor 47, Nevnihal. O yörede bir kazı ekibinin elemanı, antropolog kendisi. Meğersem çok başka işlerin kadınıymış kendisi. 47'nin dayıyla tanışmış, Bin Suratlı Billur Top'u arıyormuşmuş. O kızıl tehlike de bu kadının kızıl saçlı, sakallı arkadaşı. Ya felsefik boyuta falan geçeyim.

Şimdi bu dayı kişisinin çok deli teorileri var. Diyor ki bedeni tamamlayan candır, can da ölümden sonra kaybolmaz. Bir çember içinde bütün hayatlar döner, zaman ne olursa olsun aynı senaryolar oynanır. Evet, kısaca, pek kısaca bunu diyor. Hatta Yunus Emre'den, "Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm" alıntısını çok yapıyor. Reenkarnasyon değil, çok daha büyük bir sistem var. Topa gelelim, top da iki milyar yıl önceki insanların bu sistemle ilgili bilgilerini içeriyor. Bir miras yani. Bu mirası kullanmak isteyen kötü adam da o kızıl kafaymış. Ya çok absurd olaylar var sonlara doğru. Fikir olarak evet, çok özgün şeyler var, amma lakin ki bunların karakterlere oturtulması pek başarılı değil. Doğayla ilgili ayrıntılar başarılı değil, bazı bazı çok yersiz çünkü. Sitenin yöneticisine yemeğe gidiyor 47, hırdavatçıyla, balıkçıyla falan konuşuyor. Bunlar tamam, dayı hakkında bilgi toplama amaçlı. E bakkalın kızı? Bakkalın kızı havada kalıyor. Diğer küçük kızla yatıyor bu bizim adam. Bu küçük kız, adamın dayısına topu getiren kişi. Romanın sonunda bir olayı daha var, söylemeyeyim. Neyse, cinselliği sorgulayış varsa da o kadar kısa ki... Yani şöyle deyip bağlayacağım: Yorganın bir köşesinden çekersek diğer köşe açılıyor. Hı hı. Pek başarılı bir benzetme olmadı gerçi.

Sayfa kıvrıklarına geliyorum şimdi.

Site yöneticisi bir İkinci Yeni şairi. Bazı bilgiler varsa da kim olduğunu çıkaramadım ben.

"Bir kere de ellerinde uzun namlulu kocaman makineli tabancaları, sırtlarında alacalı bulacalı giysileriyle gerçek mermilerle tatbikat yapan komando eğitim birliğinin erleriyle karşılaşmış ve nedense onlardan korkmuştu."

Erhan Bener'in ve Vüs'at O. Bener'in yaşamlarındaki askerlik olgusuyla ne kadar paraleldir bu, bilmiyorum. Dikkatimi çekti yine de.

Yine Türk-Kürt olayı var. Erhan Bener, böyle ince ince sokuşturuyor dönemin sosyal olaylarını. Türk-Kürt kardeşliği ve çatışması geçiyor kısa da olsa. 47 apolitik bir görüntü çiziyor, site yöneticisiyse kutuplara ayrılmanın farkında.

Münir Nurettin'den de şu var:

"Hayata bir daha dönmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselli ile..."

Bir de fikrimce özellikle tekrarlanan bazı cümleler var. Singapur'daki sevgilinin verdiği Colt, dayının plakları ve kasetleri benzer cümlelerle tekrar anlatılıyor. Erhan Bener'in kitabın adına gönderme yaptığını düşünüyorum, hata olduğunu sanmıyorum bunların.

Sert çıkıştım belki ama sarmadı kitap pek, Erhan Bener'e daha sonra devam edeceğim. Şimdi Sartre okuyorum, meh meh. Görüşesi.

2 yorum:

  1. Selam. Münir Nurettin, Yahya Kemal Beyatlı'nın Rindlerin Hayatı isimli şiirini bestelemiştir. "Hayata bir daha dönmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselli ile..." bir YKB şiiridir.

    YanıtlaSil