16 Mayıs 2012 Çarşamba

Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Sodom ve Gomore

Sodom ve Gomore, insanları tanrıya yamuk yapınca cozutturulan şehirlerdir. Buralarda yaşayanların zevk ve sefa alemlerine dalmaları, eşcinselliğin çok büyük günah olması gibi olaylar yüzünden bir şehrin halkı kuşa dönüştürülmüş, diğer şehrin halkıysa 7/24 Seda Sayan izlemek zorunda bırakılmıştır. Sonuçta ölüyor hepsi. İnsanlarıyla o zamanlar pazarlık yapabilen tanrı da bu olayı, "Bana yamuk yaptılar ve onları hacamat edeceğim," diyerek gayet güzel bir şekilde özetler.

Yakup Kadri'nin yaptığı da bu iki şehri 1920-1923 arası İstanbul'unda canlandırmak. Kitabın 1927-1928 arasında yazılmış olması da önemli; ayrıntıların canlılığını bu pek geçmemiş zamanın izlenimleri sağlıyor.

Evet, mütareke yılları. İngilizler, Fransızlar, Ruslar memlekete doluşmuş. İki üç ABD'li de var. Bunlar yabancı arkadaşlar. Türklerde Sami Bey var, kızı Leylâ var, Leylâ'nın nişanlısı Necdet var. Necdet Almanya'da okumuş bir genç. İşgalcilere nefretle yaklaşıyor. Yaklaşmıyor hatta. İşte balolardır, çay partileridir, içkili ortamlardır derken böyle bir eğlence düşkünü meclis ortaya çıkıyor. Bu meclisle, eğlence düşkünü işgalci askerlerle ilgili Sami Bey'den bir alıntı yapıyorum ve geçiyorum:

"Harp bu, harp... Kim bilir biz galip gelip de bir mağlup memleketi işgal etseydik neler yapmazdık..."

Kafaya gel. Evet, devam. Captain Gerald Jackson Read isimli yakışıklı, atletik bir genç askerimiz var. Leylâ bu askere ilgi duyuyor. Necdet de tiksiniyor bu durumdan. Arada kalmış bir insan Necdet. Tiksinmesine rağmen meclislere iştirak ediyor. Çünkü aşık.

Ayrılıyorlar kitabın başlarında, barıştıkları zaman Leylâ Necdet'le evlenmek istiyor. Necdet istemiyor, çünkü evliliğin faciayı körükleyeceğini düşünüyor. İşte her gece başka bir partiye gitmeler, düşman askerleriyle takılmalar, bilmem ne. Kaldıramaz bunu Necdet. Leylâ da vay efendim, sen misin evlenmeyen diyerekten daha beter dalıyor alemlere. Necdet'le denk geliyorlar tiyatro gibi bir yerde. Leylâ böyle çok affedersiniz, çeşitli erkeklerle şuh hareketler. Falan. Sonrasında Necdet buna hayat kadınlığıyla ilgili bir şey söylüyor, Leylâ da, "Sen istedin canciş," diyor. Anlatırken sıkıldım. Bunu tekrar okuma amacım dönemin İstanbul'una Yakup Kadri izin verdiği müddetçe bakabilmekti. Baktım, olay bitti benim için. Hani savaş ortamının içinde aşk hikâyesi de olsun tipinde bir roman. Bu gönül işleri boyutunun bence tek işlevi, ecnebi askerlerin ve bazı Türklerin ne kadar ahlaksız olduğunu falan göstermek. O kadar. Ülke uçuruma sürüklenirken ortalığı boş bulanların cinsel eğlenceleri, bilmem ne.

Kıvrıklara geçiyorum.

Cinsel eğlence dedik, mesela doktor olan bir arkadaşıyla bar gibi bir yere gidiyor Necdet. Orada içki içen işgalci askerler var. "Feslerinizi çıkarın, biz sizi yendiğimiz için her istediğimizi yapacaksınız," diyorlar, sonra orada oynayan bir Kafkas delikanlısına sarıyorlar. Böyle eşcinsel ilişkiler var romanda, lezbiyen ilişkiler var. Tam Sodom ve Gomore ortamı yaratmış Yakup Kadri. Bölüm epigrafları da Ahdi Atik'ten, suyundan da koymuş. Süper.

Major Will diye yaşlı bir asker var, tam seks çılgını. Bir yalı kiralıyor, odalarını zevkine göre döşetiyor. Misafirlere odaları gezdirirken kırbaçlar mı dersiniz, ağız topları mı dersiniz... Ya Yakup Kadri'nin bu tip olayı sıkıntılı. Karakter değil, tip yaratıyor. Karakter diyebileceğimiz tek ecnebi o Captain Jackson Read, çünkü annesiyle ilişkilerinden memleketine, Türklere karşı hissettiklerinden dostlarına kadar her şeyi görebiliyoruz. Diğerlerinde böyle bir şey yok. "Ha ha ha!" diye gülen kötü adamlar gibiler. Niye gülüyorsun mesela. Yok.

Necdet'in kendini saf bir çocuk olarak görmesi bir yana, Ankara'dan gelen doktor arkadaşına Ankara'ya gitmek istediğini söylediğinde arkadaşının, "Ne gerek var?" demesi de Necdet'in pek duygusal ve tırt bir adam olduğunu anlamamızı sağlıyor. Necdet hakkında bir fikrimiz yoktu, hatta Leylâ olayında bu Jackson Read'i düelloya davet ettiğinde böyle gayet delikanlı bir abimiz diye düşünmüştüm. Pıs diye sönüyor sonra.

Yakup Kadri'nin ta kendisini, Necdet'in okuduğu bir kitaptan etkilenip şekillendirdiği düşüncelerinde de buluyoruz bir noktada:

"Bu tamamıyla hicivci bir duygulanma değildir. Hicivci gülen, kızan veyahut hatalarımızı, kusurlarımızı acı bir dille yüzümüze vuran adam demektir. Lakin ben, bu manzara karşısında sadece iğreniyorum ve bir leş önünde burnumu tıkayıp gözlerimi kapayarak kendimden geçmek istiyorum ve bu toplulukta hâkim olan tesir de asıl budur."

Yazar bölmemiş ama romanın iki farklı bölümden oluştuğu söylenebilir. Birincisi; bu bahsettiğim leş İstanbul. İkincisinde Türk ordusunun İzmir'e doğru ilerlemeye başlamasıyla ortadan kaybolan veya Türk dostu kesilen insanların hayatları var. Jackson Read memleketine dönmek ister, Necdet Leylâ belasından kurtulur. Bir iki feci sahne var işgal askerleriyle bizimkiler arasında, çok fena.

Böyle. Güzel tabii, klasik.

1 yorum: