17 Nisan 2013 Çarşamba

80'lerde Çocuk Olmak

Ayfer Tunç'un Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek'ini okurken sepya fotoğrafları yanınızda tutun ve dikkatlice bakın. Her bir eşyanın, her bir ağacın, her bir binanın canlandığını görürsünüz. Öylesine detaylı anlatmıştır 70'li yılları Tunç, milenyuma on kala doğan çocuklar için bile o yılları canlandırmayı başarabilmiştir. Büyük bir duyarlılık ister bu, gözlem yeteneği ister. En başta sabır ister, çünkü koca bir 10 yılı her yönüyle incelemek hiç de kolay değil.

80'lerde Çocuk Olmak'ın güzelliği, 10 yıllık bir dönemi farklı şehirlerde, farklı sosyal statülerde yer alan insanların incelemiş olması. Çok büyük bir zenginlik bu; apartmanda büyümüş, yazlıkta oradan oraya koşturmuş çocukların yanında köyde ağaçtan meyve koparıp yemiş, geçim sıkıntısı ve siyasi baskılar yüzünden hayatın korkunç bir şey olduğunu düşünmüş çocuklar da var. Erkenden olgunlaşmak zorunda kalmış çocuklar... Kimi 70'lerden 80'lere geçişi yadırgamıyor,  arada pek bir fark yok çünkü. Yaşam devam ediyor. Kimiyse 12 Eylül'le bambaşka bir dünyaya gelindiğini düşünecek kadar korkmuş.

Eh, 70'lerden 80'lere geçişte belki saydam bir duvar var kimileri için ama 90'lara girildiğinde kimse bir farklılık hissetmemiştir sanıyorum. 1988 doğumlu bir adam olarak bazı şeyler yabancı gelmedi bana, uzantıları bizim çocukluğumuzu da etkilediği için sanıyorum. Bazı şeyler biz büyürken de devam ediyordu, bazı şeyler biz büyürken sona eriyordu. Eh, anlatırken kendi anılarımı da araya sokuşturabilirim.

Anlatılanlar çocukluğun sihirli dünyasıyla bütünleşmiş yeni hadiseler, yeni eşyalar etrafında toplanıyor. Bir bölümü. Diğer bölümde geçmişin mahalle ortamı, insanları fena özlenmiş. Buram buram eski kokan şeyler var. İlk bölümden girelim, televizyon mesela. Clementine, Tsubasa, Voltron, Heidi, Şeker Kız Candy, çizgi filmlerle ilgili bir dünya anı var. Bunlardan önce televizyonun yarattığı büyülü bir ortam var. Kapıcılar Kralı'nda görmüştük biraz; komşulara çıkıp televizyon izlemeler mesela. Canım Kardeşim adlı kalp öğütücü filmde de renkli televizyon vardı hatırlayacağınız gibi. Televizyon yani, çok büyük bir olay. Yalan Rüzgarı, Bizimkiler, o yıllarda ne varsa. Bizimkiler'i yakaladık biz, Voltron can vermişti ne yazık ki. Diğerleri duruyordu, Şirinler falan. Biz pek garipsemedik, doğduğumuzda evimizde televizyon vardı. 70'lerde doğanlar içinse mucize bir alet.

Okul, öğretmenler. Biz 90'ların çocuklarının önlük rengi açılmıştı yine, maviydi. Adamlar kapkara önlükler içinde, öğretmen teröründen çok çekmişler. Korku dolu bir ortamda neyin eğitimi olacaksa artık. Andımız, İstiklâl Marşı, anlamadığımız neler neler okuduk, neler ezberlettiler bize öyle, aklım hayalim almıyor. Bayrağın ipini düzgün tutamadı diye tokat yiyen arkadaşlar, sizin için çok üzüldüm, hâlâ da üzülürüm. Cetveller, kulakta tebeşir ezmeler, öf. Çok çalışmalıydık, Atatürk geleceği bizlere bırakmıştı, Türkiye kendi kendine yeten bir ülkeydi, Almanlar kaybettiği için biz de kaybetmiştik sayılmıştık. Oğlum ne zırvalar öğrettiler bize lan, düşününce sinirleniyorum, bu kadar beyinsizlik olur mu?

"(...) La Fontaine ya da Aysel Öğretmen protein bakımından gezegendeki en zengin canlı türü olan bu saz şairi flörtöz böceğin yıllarca yerin altında bir kozanın içinde beklediğini ve nihayet yer üstüne çıktığında ömrünün bir kelebekten daha kısa olduğunu, bu yüzden ağaçlara tüneyip tabiatta eşi benzeri görülmeyen, desibeli yüksek bir çiftleşme şöleni için canını verdiğini (çiftleşme sonrası ölürler çünkü) ve toprağı beslediğini bilseydi ne yapardı acaba? Çalıp oynayacak tabii ki hayvan. Çünkü ömrü kısa. Hayvanın ekolojik misyonu bu. Ayrıca sanatçı, saz şairi. Üreten sınıf sırf bu zibidi ile özdeşlik kurup da kalkınma hamlesi sekteye uğramasın diye böyle resmedilmiştir. Bence tarihteki ilk bankacı bu masaldaki karınca. Temkinli, garantici, hesapçı... Ve ağustos böceğini kışın ayazında kapı dışarı edecek kadar da merhametsiz." (s. 33)

Kargayla Tilki de böyle değil mi? Katakulliye getirip karganın ağzındaki peyniri alan tilki, "İşte babuş, bu dünyada uyanık olmayanı öperler," diyerek uzuyordu. Bize dikkatli olmamız değil, karganın aptallığı ve tilkinin akıllılığı öğretildi. Tilki gibi olmalıydık. Ensesine vurulacakları iyi belirlemeli, peyniri alıp uzamalıydık. İnsanlar kerizdi, devletin malı denizdi, yemeyen domuzdu. Rezillik.

Misketler, gazoz kapakları, ezik kutu kolalarla yapılan maçlar, niteliksiz anne babalar, karışık kasetler, ilişkiler... Her şey var, sosyokültürel bolluktan başınız dönüyor.

Darbenin etkileri tabii, ilk bunu yazmalıydım belki. Evi basılanlar, dayısı, babası götürülenler, dehşet dolu bir ortamda büyüyen masum çocuklar... Her ne kadar geçmişe özlem kitabı da olsa belki de bazıları için geçmişe veda kitabı bu, son bir yüzleşme kitabı. Yazarların bazıları çocukluklarını özlese de bazılarında o yılları geride bırakmış olmanın rahatlığı seziliyor. Kitabı zenginleştiren bir şey bu.

Çok güzel, bunun 90'lar versiyonu da var. Onu merak ediyorum asıl. Nasip, kısmet, mukedderat. Şurada ne yazıyorsa o.

2 yorum:

  1. Bizi Ayıran Nehir - Norman Maclean, J.G. Ballard - Güneş İmparatorluğu ve The
    Matrix, Ryu Murakami-Emanet Dolabı Bebekleri Papağan Teoremi-Yazar:Denis Gued
    kitaplarını ekleyebilir misiniz mümkünse lütfen teşekkür ederim emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. selamlar, güneş imparatorluğu hariç diğerleri bende yok, papağan teoremi haricindekilerin de satışı yok gördüğüm kadarıyla. zaman içinde denk geldikçe edineceğim, okuyacağım ve ekleyeceğim.
      yardımcı olamadığım için üzgünüm.

      Sil