Bundan önce yazılması gerekenler var ama uykum gelmeden bunu yazmalıyım, yoksa sabaha aklımdakilerin yarısı gidecek. Ve dahi bir ay sonra biraz sonra yazacaklarıma baktığım zaman şaşırıp bunları ne zaman okuduğumu düşüneceğim dsfd.
Bertrand Russell, 1950'de Nobel almış bir bay. Hemen her konuda kalem sallamış olmasının yanında dünyayı gezmiş, I. Dünya Savaşı'ndan Vietnam'a kadar bütün savaşlara karşı çıkmış, bu sebeple profesörlüğü elinden alınmış, üstüne bir de hapis yatmış bir amcamız. Yaklaşık 100 yıl yaşadığını da ekliyorum, dünyanın en hızlı yüzyılında hem uzun hem hızlı yaşamak, o ye.
20 bölüm var, bunlar ayrı ayrı da okunabilir ama kronolojik hedeler içerdikleri için sırayla okunsalar daha iyi tabii.
Giriş: Meselelerin hangi bakış açılarıyla işleneceğine dair teferruatlar. Russell, toplum özelliklerini belirlerken ekonomi ve aile sistemlerini ayrı düşünemeyeceğini, ikisinin birbirini tamamladığını söylüyor. Bunun yanında devletin kendisi var, Platoncu devletin baba rolüne bürünüp çocukları himaye altına alması. Buradan anaerkil, ataerkil ailelere bağlanıp mevzunun en başına gidiyoruz.
Anaerkil Toplumlar: Anneyle direkt bağlantılı olan çocuğun babayla ilişkisi anneye göre dolaylı, daha zihinsel bir olay. Yerlilerle yapılan araştırmalarda dayının baba figürünün yerine geçtiği, babanın da sevgi duyulan adam rolüne büründüğü görülmüş. Çok karışık bir olay bu; bildiğimiz baba ikiye ayrılmış resmen, bu yüzden adamlarda dindeki "baba" figürü var olmadığı için misyonerler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar adamları Hristiyan yapamamışlar fdf. Bunun yanında anneyle dayı arasında sert bir tabu var; bir arada bulunamıyorlarmış. Anne çevredeyken dayı yok, baba zaten işlevsiz gibi bir şey. Ne acayip . Ödipal komplekse hiç rastlanmıyormuş bu yüzden. Yani onca olumsuz duruma rağmen babalık sevgisi kendiliğinden gelişiyormuş bu gibi durumlarda. Ekonomik kaygı az, sorumluluk duygusu az ve babalık gelişiyor. Dünyanın her yerinde bu evreden geçilmişmiş.
Ataerkil Sistemler: Arkadaş saat sabahın yedisi ya dsfd, yetiştiremedik yine. Neyse.
Anaerkil toplumlardaki babalık ikilemi, şu kudret-sevgi ayrıklığı aşıldığı an ataerkil topluma geçiyoruz. bunun temelinde iki etken var, iktidar aşkı ve neslin kalımı. Bu noktada babayı küçük bir devlet olarak düşünebiliriz; ekonomi babadır, güç de babadır. Bunun sonucu acı tabii, boyunduruk altına alınmış kadınlar, karı-koca arasında Russell'ın dediğine göre "gerçek bir arkadaşlık" doğmaması, dolayısıyla evliliklerin erken sona ermesi. Toplumlara yansıması şöyle, refaha kavuşana kadar çok çocuk. Hem soyun devamı, hem de insan gücü elde etmek için ilk zamanlar böyle, uygarlık ilerledikçe "babalık" mevzusu çok çocuğa sahip olmaktan ziyade devletin üst kademelerinde yer alma mücadelesine dönüşmüş. Falan.
Erkeklik Organına Tapma, Asetisizm ve Günah: Yani demek istiyor ki ilk medeniyetlerden beri cinsel organlara bakış ne oldu, toplumlara ve dinlere göre paradigma değişimi nasıl gerçekleşti. Evet, galiba bunu diyor.
Babalık kurumu önce toprağa karşı gelişmiş. Ekin ekiliyor, toprak dölleniyor yani, sonra ürün alıyoruz. Mısır'da kadınlık organına tapılıyormuş mesela önceleri. İşte bayramlar falan, doğa ana ürün versin diye kurban vermeler mesela. Keltlerde, pagan inanışında falan meşhurdur; korku filmlerinden, romanlardan vs. biliyoruz. Ardından Ay-Güneş mücadelesi geliyor, ekinlerin ürün vermesiyle birlikte Güneş kazanıyor bu mücadeleyi. Ardından cinsel perhiz, sebepleri. Kıskançlıkla cinsel yorgunluğun uygarlık tarihinde büyük etkisi olduğundan bahsediliyor.
Hristiyan Ahlakı: Aziz Paul'e göre evlilik zinayı engellemek içinmiş, Korintlilere yolladığı mektupta böyle yazmış, aileyi çocuğu falan hiç ele almamış. Bunun yanında çocuk yapma amaçlı olmayan her türlü cinsel birleşmeye kötü bir şeymiş gibi yaklaşılmış, bu sebeple eşler arasındaki resmiyet korunmuş. Romantizmin ortaya çıkmasının temeli belki de bu, cinsel birleşmeyle birlikte kadın-erkek ilişkisi bir hayal haline gelmiş. Ondan sonra Werther'le birlikte toplu intiharlar... Rahibelerin tanrının kutsal eşleri olduğu fikri var, bunun yanında Protestanlıkla birlikte mevzu biraz daha yumuşasa da tam olarak ortadan kalkmış değil. Hele Katoliklerde boşanmanın yasak olması ayrı bir olay. Aldatma, Madam Bovary, Anna Karenina hep bu olaydan ortaya çıkmış karakterler. Don Kişot da alabildiğine romantik, ulaşılamayana duyulan özlemin ürünü.
Kadınların Haklarına Kavuşması: Anaerkil dönemde, dinlerin yayıldığı dönemlerde kadınların durumları inceleniyor ve 20. yüzyılda kadınların oy kullanma hakkına kavuştukları zamana kadar kadının konumu ele alınıyor. Sonrasında iş hayatına atılan kadın ve erkeğin çocuklara yaklaşımı, devletin baba konumuna geçmesi falan. Bunlar. Ne rezil anlatıyorum ya fgh.
Bunların dışında Russell'ın "Yeni Ahlak" anlayışı da var. Bu anlayış çocuk yetiştirmeden tutun, kadın-erkek ilişkilerinin nasıl olması gerektiğine kadar geniş bir alana yayılmış. Kitabın yarısı bunlardan ibaret. Kısaca diyor ki ne o ne bu, her şeyi oluruna bırakın, hiçbir şeyi yasaklamayın. Yasaklar çekicidir. Ayrıca fahişelik, aile-devlet ilişkisi, kaynanalar falan... Fahişelik lazım diyor Russell, zamanında kutsal mekanlarda fahişe rahibeler vardı ve cinselliğin tabu olmadığı zamanlarda toplumun dinamosu bunlardı.
Eh, benden bu kadar. Her yönüyle evlilik, ilişkiler, çocuk eğitimi. Güzel.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder