31 Temmuz 2013 Çarşamba

Ernest Hemingway - Yaşlı Adam ve Deniz

Yaşlı Adam ve Deniz olarak biliniyor şimdi, zamanında İhtiyar Balıkçı olarak çevrilmiş. Elimdeki bu ilk çeviri, Bilgi'den çıkmış. Adda olduğu gibi içerikte de yerelleştirme sorunu var. Sanıyorum bu ağır bir mevzu; internette biraz dolanınca bayağı tartışmalı olduğunu gördüm. Yerelleştirme bazı okurlar için faydalı. Amaç, çevrilen dildeki bazı ince kelime oyunlarını vs. bizim dilimizdekilerle, en uygun şekilde karşılamak olsa da her okura yedirilecek bir şey değil bu, kimi için sırıtıyor mesela. Sallıyorum, FBI'dan Terrence Carmick'in, "Damlaya damlaya göl olur," dediğini düşünün. Uç bir örnek oldu ama yumuşattığınız zaman rahatsız ediciliği anlarsınız. Bir örnek de "babalık". Babalık ne la. Moruk de bari.

Yaşlı bir balıkçımız var, bir de işi öğrettiği bir çocuk. Balıkçı 85 gündür hiçbir şey yakalayamıyor, çocuk kendisiyle ava çıkmak istiyor eski günlerdeki gibi ama başkalarıyla takılıyor artık, işi kapınca daha büyük oynamaya başlamış. Yine de aralarındaki dostluk bozulmamış, çok yakınlar. Çok odunlamasına anlatıyorum tabii, aralarındaki dostluğun derinliğini beyzbol maçı muhabbetlerinden, birlikte yaptıkları şeylerden anlıyorsunuz.

Adam eli boş döndüğü bir avın ardından uzaklara açılmayı düşünüyor, çocuk onunla gelmek istiyor ama izin vermiyor adam, çalıştığı gemide kalmasını söylüyor, açılıyor denize. Asıl olay denize açıldıktan sonra başlıyor.

Diyorlar ki her şey bir sembol. Deniz, balıkçının avlanması, tuttuğu dev balık, saldıran köpek balıkları... Hayat, mücadele, yenilgi... Doğrudur, basit bir avlanma hikâyesinin ardında yaşam var, tam olması gerektiği şekilde. Balıkçımızın aslanlı düşleri, evindeki boş kutular, yalnızlık ve her şeye rağmen yaşamak. Şiir gibi konuştum...

Olay kabaca şu: Dayımız balığa çıktı. Kıyıdan uzaklaşıyor, açılıyor, sabah oluyor, akşam oluyor. Tabii bu arada adamın hayatına dair geri dönüşler, denize dair, yaşamaya dair basit fakat olabildiğince gerçek ayrıntılar... Bir iki küçük av, bu sırada dayımızın ellerini yaralaması. Sonra büyük avın oltaya vurması. Dayımızın bu büyük avla mücadelesi, bir veya iki gün sürüyor. Sabrına ve gücüne rağmen tükenmek üzereyken avına üstünlük kurması, balığı tekneye bağlaması. Sonra köpek balıkları. Kıyıya döndüğünde adam yarı ölü, tuttuğu balığın sadece kafası kalmış.

Özellikle büyük avı yakalarken ve köpek balıklarıyla mücadele ederken korkularına rağmen kendinden emin bir şekilde savaşması çok etkileyici. Ortam şu:

"Okyanus böylesine vahşi ve acıması olurken zavallı kuşlar niye böyle narin ve güzel yaratılmış acaba. Deniz çok güzel, çok merhametlidir. Fakat birden öyle değişiverir, öyle zalimleşir ki; başımızın üstünde fırıl fırıl dönen bu ufacık ötüşleri hüzünlü kuşlar için dayanılmaz olur." (s. 26)

Deniz değişken, hele açık deniz daha fena. Life of Pi'den hatırlayalım. Burada yaşlıyı ayakta tutan şey mücadele üstüne kurulu bir hayatının olması. Günler boyunca tek başına denizde durması, avıyla savaşı hep bu mücadele üstüne kurulu. Adam mücadele etmeden yaşadığını anlayamıyor çünkü. Zafer kazanmadan yaşadığını anlayamıyor, bu yüzden de avsız 85 günün ardından okyanusa açılıyor. Daha büyük bir mücadele, daha derin bir yaşama hazzı.

Doğayla mücadele sırasında anılarına kapılan balıkçının adını da öğreniyoruz: Santiago El Campeon. Gençliğinde öylesine güçlüymüş ki günlerce süren bir bilek güreşi mücadelesinde zebellah gibi bir zenciyi yenmiş, kimse bileğini bükemezmiş. Adam fiziken de sağlam. Yaşlılığına bu sağlamlıktan çok şey kalmış belli ki.

Böyle. Tadı kaçmasın diye onlarca küçük detayı anlatmadım, kısa olmasına rağmen büyük bir roman bu. Doğaya karşı yaşlı bir balıkçı. Mis. Hemingway'in Çanlar Kimin İçin Çalıyor'unu tey lisede okumuştum, hiçbir şey hatırlamıyorum ondan şimdi. Blog bu yüzden güzel bir şey, yazınca hatırlıyorsun. Onu da okuyup yazacağım.

Görüldüğü yerde alınabilir. Pişman olmazsınız.

Jackson C. Frank müptelası oldum, gece gündüz dinliyorum. Şu sözlerin güzelliğini kes:

"Death gives no reason
So why should I
Death has no season
So I know I'll never die"

Alın bakın, tam gece müziği. Bol müzikli ve kitaplı günler.


5 yorum:

  1. Olm, sözler çok hoş! Şarkı çok hoş.
    E kitap da çok hoş. Bana da lisedeki edebiyat hocam önermişti de bir türlü okuyamadım işte. Niyeyse para da veremedim. Öyle, okuyacağım zamanı bekliyorum. Doğru zaman gelince karşıma çıkar herhalde.

    Bir de ne diycektim... Bi dakika...
    Ha hatırladım. Jules Verne'in de bir balıkçı hikayesi var, Güzel Sarı Tuna.Çok durağan olmasına rağmen sevmiştim. Bu kadar.

    YanıtlaSil
  2. Bugün tatile gidiyorum, Güze Sarı Tuna'yı yanıma alıyorum o zaman. TÜBİTAK'ın gözünü seveyim ya, ucuz ucuz Jules Verne. Oyh. :D

    Yemin ediyorum var doğru zaman diye bir şey ya. Kız arkadaşım Sırça Fanus'u çok istiyordu bir ara, buluşmaya giderken Kadıköy'de bir sahafın önünden geçtim, tezgahtaki kitaplara bakıyordum. Aa! İlk ve son defa orada gördüm Sırça Fanus'u. :D Bir şekilde haber gidiyor onlara bence.

    Abinin akıbeti çok acıklı, bir tanecik albüm yapabilmiş. O albümde tek bir kötü şarkı yok ya, mis müzik.

    YanıtlaSil
  3. TÜBİTAK'ın gözünü mözünü sevmem. Bozdu kendini. Ama kitapları ciltli miltli, güzel gerçekten.

    YanıtlaSil
  4. Ay okudum sonunda ben de. Ama anlatamadım.
    Güzel kitapmış da zamanlamam kötü oldu.

    YanıtlaSil
  5. Valla mis gibi de yazmışsın, helals. :j
    Oluyor ya. Zamanı gelmeyen kitaplar, yazılamayan yazılar falan. Birikiyor bir şeyler. Ne zaman hazır hissedersen o zaman oku, yaz bence. 60. sayfada bırak kitabı gibi.

    https://eksisozluk.com/entry/19158919

    YanıtlaSil