7 Mart 2016 Pazartesi

Stephen Grosz - İncelenen Hayatlar: Kendimizi Nasıl Yitirir, Nasıl Buluruz


Ehehe, bu kadardı, bitti. Teşekkürler. Yok yok, başlıyorum.

Stephen Grosz, yıllar boyunca biriktirdiği hikâyeleri kitaplaştırıyor ve insanın anlam arayışına psikanaliz penceresinden bakarak insanların içlerinde -bir anlamda- koca bir çöplükle birlikte yaşadığını gösteriyor. Çocukluğumuzda iz bırakmış küçük bir olay, yıllar boyunca kurtulamadığımız yalnızlığımızın sebebi olabilir. Yalan söyleriz, bunun sebebi babamızın sadece başarı hikâyelerimizi dinlemek istemesi olabilir. Çok, çok başarılı insanlar değilsek o noktada sıkıntı var. Yalnız değiliz; binlerce saatlik seanstan seçilen birkaçı karşımızda. Her insanın bir hikâyesi var ve her insan dinlenmek ister. Dinlediği en ilginç hikâyeleri anlatıyor Grosz, belki bize de yardımı dokunur.

Şu da var ki uzun zamandır aklımı kurcalıyor, araştırmadım da. Anlamak çözmeye yetmez muhabbeti. Ruhsal bir neşterle deşildik, hikâyemiz açığa çıktı, sıkıntılı davranışımızın sebebini çözdük. Nasıl kurtulacağız? Yani sorunu bulduk diye çözebilecek miyiz, ya da daha kötüsü; çözmek isteyecek miyiz? Şimdi hatırlayamıyorum ama galiba Ben ve Biz: Postmodern İnsanın Psikanalizi'nde geçiyordu; nevrotik davranışlarımız sahip olduğumuz her şeyse? Yani yaratıcılığımızı, güçlü kalmamızı tetikliyorsa? House'un Valium'u, ağrısı, bastonu olmasa olur muydu? İnsanın bilinçli bir şekilde sırf mutsuz olacağı bir şeyi yapmayacağını düşünüyorum; ne kadar mantıksız olursa olsun bir şey yapılıyorsa, sonunda mutsuzluk varsa eğer, diğer yandan daha büyük bir mutluluğun geleceği beklentisiyle yapılmış olabilir mi? Bir arkadaşım şimdiyi ve geleceği bir an önce geçmişe tıkmak ister ki nostaljisiyle öyküler üretebilsin. Buradan şuna uzanıyorum ki öncelik tercihi var, her yaşam en büyük sanat eseri. Yani yaşamlarımızı ne kadar doyurucu, ne kadar coşkun yaşarsak o kadar iyi sanatçıyız. Bunun yanında şiir, fotoğraf vs. araç olarak kalıyor. Anlarız ama çözmeyiz belki, bu da bir kendini yitiriş mi? Psikanalizin ne ölçüde işe yaradığıyla ilgili Ayrıntı'dan çıkan bir kitap gördüm bugün ama alamadım, onun yerine yine Enis Batur ve Yekta Kopan aldım. Alan olmazsa iki gün sonra ele geçirip okurum, yazarım buraya.

Otuz beş hikâyenin arasında beni en çok etkileyenleri ele alacağım.

Dile Getirilemeyen Öyküler Bizi Nasıl Ele Geçirebilir: Hikâyelerini anlatamadığı için kendi yarattığı hikâyeyi yaşayan bir adam, mutsuzluk döngüsünden bir türlü çıkamıyor ve hikâyenin kendi davranışlarını etkilemesine izin veriyor. Grosz'un şoke olduğu bir vakaymış bu.

Övgü Özgüveni Nasıl Yıkabilir: Pedagojik olarak güzel bir öykü. "Çocukları çok övmeyelim, onları daha iyisini yapma hırsından mahrum bırakmayalım, yoksa yerlerinde sayan aptallara dönerler" temalı küçük bir bölüm.

Acı Armağanı: Bu da beni geçici olarak felç eden bir hikâye. Matt, evlatlık verildiği ailesiyle bir sıkıntısı olmamasına rağmen önceki süreçte yaşadıkları yüzünden ruhsal bir dumura uğrar, hiçbir şey hissetmez. Duygularının farkında değildir. Burası da kendimde bulduğum bir nevrozun açıklaması: "İşin aslı şu: Hepimizin içinde bir Matt var. Şu ya da bu şekilde hepimiz acı veren duygularımızı susturmaya çalışırız. Oysa hiçbir şey hissetmemeyi başardığımız zaman, canımızı yakanın ne olduğunu ve niçin acı çektiğimizi anlamanın tek yolunu yitirmiş oluruz." (s. 36) Bam! Suratıma bir yumruk yemiş gibi oldum. Aynı acılar geçen zamanla birlikte daha dayanılmaz hale geliyor. Belki budur mevzu, belki de değildir. Bu galiba ya. Unutmaya devam.

İlişkide Olmamak Üzerine: ...

"'Size pek çok farklı şey anlatabilirim ama gerçek şu ki, biriyle ilişkide olduğum zaman yok oluyor, ölüyor gibi hissediyorum - aklımı yitiriyorum."

"'Sevgi benim sorunumu çözemez,' dedi Michael, 'çünkü sevgi bana tehditkâr geliyor. Düğünümden önce kriz geçirmeme neden olan buydu. Sorun sevilmek, çünkü sevilmek bir taleptir - sevildiğinizde, biri daha fazlanızı istiyor demektir.'" (s. 58)

Benden dört tanecik çalışır, gerisini kitabı edinip okuyun. Bir yerlerden size dokunacak insanlarla tanışın. Kitapta geçen, bir parçasını da internetten bulduğum can sökücü bir şiirle bitirdim gitti:

"önce sesinle unuttum seni
konuşacak olsaydın şimdi burada,
yanımda
“acaba kim?” diye sorardım
sonra adımlarında unuttuğum
bir gölge çekilse
rüzgâra etten
sen misin, değil misin, bilmem şimdi.

unuttum adını;
adındaki harfler birbirinden bağımsız,
tanımıyor birbirini
yeniden bir araya gelip otobüslerin üzerindeki reklamları oluşturuyorlar,
zarfların üzerinde başka adları biçimlendiriyorlar
bir yerlerdesin şimdi
fakat bölük börçük
parça parça
olanaksız"

Pedro Salinas, kısmen Cevat Çapan çevirisi.

Ek: Friends'le birlikte en sevdiğim duygusallı dizi olan That '70s Show'dan sahneler izliyordum, şunu paylaşmam lazım. Ah lise zamanlarım ya, çok özlüyorum.

2 yorum:

  1. Çok güzel anlatmışsın her zamanki gibi. Okuyacağım bu kitabı kesinlikle. Bu psikolojik sorunlarımızın ne kadarı kişiliğimizin bir parçası ne kadarı hastalık, bunun ortası var mıdır ve varsa nedir ben de bilmiyorum ve bilmek çok isterdim. Vicodin'siz ve bastonsuz bir House düşünülemez gerçekten ki ilerleyen sezonlardaki romantik, duygusallaşmış ve törpülenmiş House'tan nefret etmiştim ben mesela.

    Kendimi de düşünüyorum bu noktada, eskiye nazaran iyi bir ritim tutturdum bence. Yani baş ağrılarım yok mesela ve mutluyum genel olarak, kendimi mutsuz görmüyorum. Arada ölmeye kalkıyorum diye bence bu kadar her şeyi büyütmek, her şeyi daha karmaşık kılıyor. Bak yine hiç edebiyat hakkında kitap hakkında konuşmadım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Neyi neden istediğimiz. Kendimizi yitirmeyi istiyor muyuz, neden istiyoruz, bulunmak yorucu mu, bulunmayı ister miyiz? Parçalandıkça onlarca soruyuz, cevaplandıkça hiçiz.

      Ölümün neden kötü bir şey olduğunu hiçbir zaman anlayamadım, yaşamın kutsallığını da. Yaşamak güzel, ölmek güzel, intihar güzel. Her zaman cebinde bulunsun, bir gün işine yarar veya yaramaz. Ritmini bulduysan bozulana veya dönüşene kadar devam. Hatta al şu şarkıyı: https://www.youtube.com/watch?v=sh5mWzKlhQY

      Sil