17 Ağustos 2016 Çarşamba

Selçuk Baran - Anaların Hakkı

1978 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanan bu kitap, Baran'ın kısa öyküden biraz daha ötesine cüret edebildiği -diyeceğim, ilk kitaba göre cümlelerin, kelimelerin yerli yerine oturduğuna dair bir kararlılık seziliyor anlatımda- girift, daha toplumsal meseleler içeriyor. Yazarın romanlarında biçimlenecek olan metropolden kaçış leitmotifi bu kitapta filizlenir, doğanın ayrı bir karakter gibi serpilmesi de bu kitapta ortaya çıkar. İyidir yani.

Çardak: Zehra, Osman'ını deli gibi sever. Erkek güzeli Osman, kasabanın kızlarını deli divane eder, kızlar Zehra'ya laf sokarlar. Dediklerine göre Osman'ın kıyafetlerini kasabadan bir kadın almaktadır. İkisi kavga eder, Osman mevzuyu yalanlamaz, pis pis güler ve ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi tamir işlerine gider. Zehra için bir çiçek solar, sevgisi yiter. Küçük bir cinayet işlenir, kalp öldürülür.

Mısırlar: Şehir aşağıda kalıyor, zenginler şehirden tepelere kaçıyorlar ama her zaman değil, havalar ısındığında ve kentin boğuculuğundan sıkıldıklarında. Genelde tersi olur ya, zenginlik yükseklerle ilişkilendirilir. Kapitalizm gökdelenlerde ikamet eder falan, burada tersi var ama belki burjuvanın yeterli birikime sahip olmamasıyla ilgilidir bu, sonuçta ne kentsel dönüşüm var o zamanlar ne bir şey.

Nuran on altısında bir kızdır, şehir hayatını merak eder ama aşağılara inmesi pek mümkün değildir. Onun basit hayatını renklendiren birkaç mevzu: uzaktan yarenlik ettiği mısırcı, şehirden gelen zengin ve şefkatli akrabalar, ekonomik ötekilik. Aile, akrabaların hediyelerini utanarak kabul eder. Bir gün Nuran'a pırıl pırıl bir elbise getirirler, Nuran elbiseyi giyip şehre inmek ister ama mahalledeki yalnız bir adamın dükkanında mahsur kalır. Adamın işlerini yapar, arkadaşlık eder derken akşam olur, şehre inmek için geç kalmıştır. Eve dönerken mısırcıyla göz göze gelir, adam o kadar yorulmuştur ki şöyle bir gülümser, bıyık bile burmaz. Nuran elindekilere sıkı sıkıya sarılması gerektiğini düşünür o an; kasabadaki zengin akrabalara değil, hayallere değil, mısırlara değil.

Dükkânın Önü: Sıcaktan kavrulan kasabada Mehmet Börtlü dükkânının önünde dolanıp duruyor. Vücudunun bütün yağı belinde toplanmıştır, kısa boylu bir koniktir ve can sıkıntısından delirmek üzeredir, mevzu ister. Kör Salih'le karşılaşır, adamla geçmişin yokluk dolu günlerinden bahseder. Hep aynı sohbetler Salih'i sıkar, gitmek ister ama Börtlü'nün ikramlarından yakasını sıyıramaz. En sonunda hava kapar, yağmur başlar ve çayın yükseldiğini haykıran adamların koşuşmalarını izler. Facia kapıdadır, bizimki yağmurun altında kaybolup gider.

Vücuduna düşen yağmur damlaları dışında sosyalleşeceği başka bir şey yoktur; iletişimsizliğin sıkıntısını her gün, her dakika duyar. Küçük kasabaya sıkışmış küçük bir insan.

Emekli: Kanayan yaradır bu herhalde. Yaprak Dökümü'nde anlatılan bir kahvehane ortamı vardı, 10 yaşımın kabuslarında baş rollerde oynadı. Ölmeyi bekleyen yaşlılar masalara dizilmiş. Azrail için açık büfe. Yapacakları bir iş yok, gün boyunca oyun oynayıp suyunun suyu sohbetlere girişiyorlar. Durağan bir cehennem.

Bu öyküde karakterin çevresi daha ilk paragraftan boğucudur, 8-10 katlı binaların arasında leke gibi kalan minicik bir parkla açılan mekan, dedemizin mesai arkadaşlarını ziyarete gitmesiyle boğuculuğunu sürdürür. Küçücük odalara tıkılmış eski tanışlar, emekli olanlarla aynı münasebeti sürdürmez ve ziyaretler seyrekleşir. Tatsız bir yaşamdan kurtulmanın yolu bir şeyler yapmaktan geçer, dedemiz de bahçelerden birinde odun kesen bir adama teşne olur. "Ver lan, azıcık da ben keseyim," der ve girişir. Ergen benmerkezciliği yaşlılıkta tekrar ortaya çıkar; dede mühim bir iş yapmanın saadetiyle takdir edilmeyi bekler, insanlar yaptığı süper işi izlesin ister. Topçu Teğmen Saffet, mühim adam Saffet tekrar meydandadır. Sonrasında oduncunun uyarısıyla baltayı bırakır, beş dakikalık cennetten kovulmuştur artık.

Bahçede: Yine tipik bir Baran karakteri. Yaşlı adam, yapacağı pek bir şey kalmadığını düşünüyor olmalı ki günlük rutinlerin arasında öğütülürken komşu bahçeden bir kızla arkadaş olur. Zehra, Ekrem'in hayatına vaha gibi gelir. Adam öyle yaşayamıyordur ki adını Zehra'nın ağzından duyunca bunun çok tuhaf olduğunu, yıllar boyunca adının tekrar tekrar söylenmesiyle artık ölü gibi hissettiğini söyler. Ölümcül yeknesaklık.

Zuhal, Ekrem'e kitap okur, okulundan bahseder, çiçeklerin adlarını söyler, yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hatırlatır. Ekrem'in eşi durumdan memnundur, kocasından bıktığı için Zuhal'in oyalamacılığını teşvik eder. Kız, okuluna gidip gelirken bir süre ayrı kalırlar ama son geceye kadar dostlukları sürer. Zuhal, Ekrem'le son kez konuşur ve evine döner, gece vakti Ekrem'in evine girip çıkan yabancıları göremez. Acıklı be.

Kayalık Yoncaları: Pek sevdim. Kabuğunu kıran bir baharla ilgilidir.

Sevim, sevgilisinin incelikten yoksun halleri ve ofis hayatının arasında öyle böyle yaşamını sürdürürken kayalık yoncalarıyla karşılaşır, bir de Seyfi'yle. Seyfi, iş yerinin tamiratını yapan garip bir adamdır, garipliği onu tanıyana kadardır. Aralarında sıcak bir bağ kurulur, hayattan ne beklediğini bilmeyen bir öteki olarak Sevim'in ve ofisteki diğer kızların rengini açığa vuran Seyfi en güzel tabirle bir yaşam katalizörüdür. "İnsanların en yaşayanıydı. Yaşamak ödün tanımaz bir cesaret işiyse eğer hesapsız kitapsız bir Don Kişot kurnazlığıysa..." (s. 196) Aşağılanmış, hor görülmüş, belki hiç görülmemiş bir Seyfi'nin ortaya çıkması hayatın bir lütfu değil, insanın kendine bir lütfudur.

Kabuk: Bundan deli film çıkar. İki çocuklu, burjuvalardan bir kadın ve kocası, incelikten yoksun bir yaşam, Jacques Brel ve daha pek çoklarının yanında kodaman arkadaşlar her şeyin içinde kaybolduğu bir kuyuya dönüşüyor. Kadının yalnızlığı, bırakılmışlığı can acıtırcasına somut. Sanıyorum ki Baran'ın en otobiyografik öykülerinden biri.

Anaların Hakkı: Yükselmek uğruna ailesini ihmal eden adam, çocuğunun da ölümüne sebep olur. Siyasi olaylarda kurşun yiyerek ölen çocuk, kaçakçılıkla edinilmiş bir servet ve umursamaz akrabalar anaların hakkını söke söke almasına yol açar. Üç kurşundur bu hak, böyle olmamalıydı ama yaşamsa eğer söz konusu olan, sürpriz diye bir şey yok.

Nefis, Selçuk Baran çok, çok iyi bir yazar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder