15 Ağustos 2016 Pazartesi

Sine Ergün - Baştankara

Kısa öykülerde çıkışsız insanlar için çatlaklar yaratılmasını çok severim, Keret hayranlığımda bunun etkisi büyük. Bir de öykünün kendi çatlakları vardır, onlar sadece okur içindir. Normalde göremeyeceğiniz, yaşamın içinde küçüle küçüle fark edilemeyecek hale gelmiş, yine de zaman zaman sıkıntısını belli belirsiz hissettiğiniz bunaltıyı, çıkmazı gösterir. Karakterleri değil, onların da arkasındaki incelik dolu tedirginliği, olumsuz bir merakı. Sine Ergün bu iki tür çatlağa da yer veren öyküleriyle evleri daha tekinsiz, yaşamı daha bilinmez kılıyor. Bilincin aşırı yorumları -kitaba adını veren öykü böyle bir mevzuyu içeriyor- ve bilinçaltının sessizce yaşama karışması bir eslik kaos sunuyor; anlaşılmış bir kaos her zaman düzen anlamına gelmez.

Birkaç öyküyü alıyorum, almadıklarım sizden sorumludur.

Baştankara: Pek sevgilimle bu öykü yüzünden kavga ettik. Evet, biz edebi kavgalar eden bir çiftiz ve bu kavgalar yediğim tekmenin etkisiyle yataktan düşmemle sona erer. Neyse, ona göre baştankaralar kandırıkçıydı, bizim küçük kuşu aralarına aldılar ve daha sonra kendilerini giderek yalıttılar. Kuş yalnız kaldı, onlara daha çok benzerse belki eskisi gibi aralarına girebileceğini düşündü ve kanatlarını kesti. Sezin için ötekilik önemliydi, benim için bireyin verdiği kararların sorumluluğu.

Andrej Blatnik'in Anlıyorsun Değil Mi? adlı nefis bir kitabı vardır, Ergün'ün kısa öyküleriyle aynı biçimdeki öykülerden birinde gezginin teki uzunca bir yol yürüdükten sonra yokluğun ortasındaki bir köye gelir. Köylüler adamı adeta şenlikle karşılar, ikramın haddi hududu yoktur ve adam kısa bir süre sonra şunu sorar: "Bir sonraki köy uzakta mı?"

Bu adamı varlığın ta kalbinde bilinmeyeni düşündüren nedir? Doymak bilmez bir merak mı, yeterince alışılmış bir yerin huzursuzluğu mu, ne? Daima geleceğe bakması benim için, şimdiyi kaçırmak pahasına. Kaçırılanların sorumluluğu her daim omuzlarında olacak ama bunu hissetmemek için yürüyecek, durmadan yürüyecek ve dünyayı kendi içinde biriktirecek. Belki her yerde olabildiği zaman huzur bulur, kim bilir?

Ergün'ün öyküsünde kuşumuz evinde mutsuzdur, bir şeyleri kaçırdığı hissi yakasını bırakmamaya başlayınca göç zamanını beklemeden evinden ayrılır, durmadan uçar. Denizin üzerinde yorgunluktan bitmek üzereyken karayı görür, can havliyle toprağa iner ve baştankaralarla karşılaşır. Baştankaralar şarkılarını, sohbetlerini kuşla paylaştıktan bir müddet sonra geri çekilir, bir şeyleri gizler gibi. Kuş çok üzülür, eskisi gibi sohbet edebilmek ister ama görmezden gelinir. Bir an için baştankaralardan biri kuşa döner ve "yılanın kendi kuyruğunu yediğini" söyler.

Haydi bakalım, atalet bir yılandır. Herhalde. Kuş geleceği göremez, yaşayacağı yeni deneyimleri çoktan unutmuştur. Çareyi kanatlarını kesmekte bulur. Yeniye doğru yolculuğa çıkmaktansa eskinin kılığına bürünmeye çalışır. Bir daha uçamayacaktır, tek umudunun tekrar aralarına girmek olduğunu söyler ve öykü biter. Bizden de bir "Ah!" biter.

Evden Çıkmayan Adam: Hayatı betondan bir heykel halinde karşınıza aldınız, bakmaya başladınız. Çalan telefonlar bir gün çalmayı kesti. Zaten gariptiniz. Şaşırılacak bir şey yoktu. Sonra ölü geldi, onun için yontmuştunuz o heykeli. Onun için her şey olduğuncaydı, aynıydı. Kanepeye oturdu ve suskunluk devam etti.

Kemerlerin İstilası: Kemer yağmuru bütün hayatı felç etti, devlet buna bir şey yapması lazımdı ve yaptı, birimler kuruldu, hiçbir şey eskiye dönmedi. Dışarı çıkanlardan bir daha haber alınamadı. Bütün mevzu kemerdi. Çok sayıda kemer.

Küçük Tuvalet: Birbirinden gudubet üç insanın yaşadığı eve sevgilisini görmeye gelen dostumuz yemek yer, sevişir ve gider. Rutin. Küçük tuvaleti keşfedene kadar. Sırrı söyleyecek sesler yalnız o tuvalette duyulur, başka bir yerde değil. Dostumuz son seferinde kendini tuvalete kilitler, ev ahalisi kendisini merak eder ve kapıya dayanır. Sesler o sırada kaybolur. Sır söylenemez. Adam evden çıkar gider ve ne kadar tuhaf biri olduğu konuşulur ardından. Erenlerden bir eren, tuhaflardan bir tuhaf.

Levye: Taksi yolculuğu, Bostancı'ya. Hemen şurası, evimden binaları görülür. Yolda taksici şehir sıkıntısından, yitirilmiş masumiyetten bahseder ve başına gelen bir olayı anlatır. Para ödemeden taksiden inip giden adamın peşinden levyeyle koşar, adamı bir temiz benzetir. Masumiyet levyenin emrindedir, şehir kötüdür.

Uğursuz Adam: Ailemize bir şekilde duhul etmiş uğursuz adamlarla ilgilidir. Hala, teyze, kuzen, bir şekilde bu uğursuz adamlarla karşılaşır ve hikâyeleri unutulmaz, yaralıdırlar artık. Anlatıcı da yaralanır ve annesinin gözünde hep yaralı kalacağının farkına vardığında acısını nasıl anlatır, bence bir öyküyle. Buna benzer.

Kapanmasın: Ev boyamak gibi çocuk kaybetmenin öyküsüdür. Arkadaşlar ev boyar, arkadaşlar çocuk düşürür, arkadaşların annesi ölür ve elde hala boyanacak bir ev vardır. Biralar soğuk, yemekler güzel. Sanki bir şeyler olacakmış da olamamış gibi bir duygu, ya da olanların ardından her şeyin öylece devam etmesinin derdi.

Benden bu kadar, Sine Ergün'le tanışmanızı isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder