23 Eylül 2016 Cuma

Aslı Erdoğan - Kırmızı Pelerinli Kent

Her kentin kendine has yalnızlığı bilinir, bilmeyenler de bunu en kısa zamanda öğrenir. Dönüştürücü yalnızlık: Günler bir insanın yokluğundaki gibi birbirine bağlanır. Her bir gün ayrı ayrı hatırlanır ama köşedeki parçalar -küçük olanlar- eksiktir, bu yüzden tamamlanmamış resimlerin boşlukları gibi, bu günlerin eksilticiliği hemen sezilir. Yerine doldurulanları boyamak için vurulan fırça darbeleri her zaman gereğinden fazla renkli olacaktır, bu durumda resimlerdeki çiğlik de hemen sezilir. Kurtuluş bazı kutsal kitaplarda, bazı denizlerde ve sıklıkla bir şey yaratma sancısındadır, insan yaratan bir varlıktır ve acısının üstesinden yaratarak gelecektir.

Ya da kafasına bir kurşun yiyerek.

Aslı Erdoğan, Boğaziçi Üniversitesi'nde süper şeyler okuduktan sonra doktora için Rio'ya gidiyor ve eğitimini tamamlamadan dönüyor. Rio güncelerinin parçalarına kentin kaosu karışınca kent kırmızı bir pelerin kuşanıyor. İsa'nın sırtına sıcak bir rüzgar, pelerin kentin üzerine. Kelimeler elinize eriyor, koca kent sıcaktan göğe yükseliyor. Bir tek Özgür kalıyor aşağıda, bilmediği türden bir yalnızlığı tek başına yaşıyor, kentlerin yalnızlığı kendine has, insanınki de öyle. Avrupa'dan gelen diğer gezginler, serüvenciler bir süre sonra vazgeçiyor, tutunamayıp memleketlerine dönüyorlar, artlarında ruhlarının bir parçasını ve enerjilerinin büyük bir bölümünü bırakıyorlar. Her şeye rağmen Özgür orada kalıyor ve mücadele ediyor ki bir süre sonra ne için mücadele ettiğini hatırlayamayacak kadar yorgun düşüyor. Sinekler, sıcak, zenofobik Riolular, çalışmayan buzdolapları ve insanı yeniden yaratacak yoğunluktan oldukça uzak cinsel deneyimler dışında yeni bir şey yok. Belki tek bir şey; ölümün her gün yenilenen sağaltıcılığı. Tekdüze zamanın biricik orijinalliği. Epigrafta bir Celan: "SEN ölümümdün/seni tutabildim,/her şeyi yitirirken."

Metin iki farklı anlatının sarmallığı üzerinden ilerliyor. İtalik bölümler için Özgür'ün günce benzeri anıları diyebiliriz. Diğeri üçüncü tekil, kahramanın roman yazma çabaları ve şehirle örülmüş. Aslında bir türlü yazılamayan bir metnin yazılmış hali diyebiliriz. Daha açık bir ifadeyle roman yazamamam romanı. Örnekleri var ama Erdoğan'ın sıkıntısı biricik, kesinlikle dikkate alınması gereken, kendine özgü bir bunaltı. Dünyanın öbür ucunda, favelalardan gelen silah sesleri eşliğinde ölümün biçimlerini düşünen aydın bir zihin.

Rio hakkında çok şey okuduk, izledik. Aklıma ilk gelen elbette Cidade de Deus, sonra Trash ama ilki kan dondurucu. Lisedeyken izlemiştim ve neye uğradığımı şaşırmıştım. Şöyle bir göz atmak isterseniz:


Rocket'in başına gelen şu tavuğun başına gelmez. Horoz mu yoksa? Tavuk. Şu da devamı:


Böyle bir ortamda yaşamamak için paranızın olması gerekiyor ama Özgür akademiden ayrılıp İngilizce öğretmeni olarak çalışmaya başladıktan sonra maddi durumu kötüye gidiyor, annesinin baskılarına rağmen Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyor. Hiçliğin ortasında, gidebildiği yere kadar. Alabildiğine özgür. "Bana gereksinim duyan tek bir kişiden, hatta bir gözlemciden bile yoksun olmanın mutlak, dört başı mamur, cehennemsi özgürlüğü... İstediğim yalanı savurabilir, kendime canımın çektiği geçmişi biçebilir, en günahkâr fantezilerimin peşinde koşabilirim." (s. 17) Günahkâr fantezi kısmı dikkatimi çekti. Günah, inanan insanı kısıtlayan en önemli etken, buna rağmen sınırsız bir özgürlükle birlikte üstesinden gelinebilecek bir engel. Günahla ahlakın çok yakın bir ilişkisi var, kabaca toplumun hoş görmediği davranışlar günahsa ve Özgür'ün davranışlarını yargılayacak bir toplum olmadığı müddetçe her şeyi yapabilir, tabii öz denetiminden sıyrılabildiği müddetçe. Başka bir bölümde Eski Dünya cenderelerinin özleminden bahsediyor Özgür, insanın özgürlüğü tarafından tutsak alınması ilk adım, sonrasında işin toplumsal boyutu geliyor. Cinsel deneyimlerinden bahsederken her şeyin olabildiğince uçucu ve tatminkârlıktan uzak olduğunu söylüyor, sosyal ilişkileri de bu bağlamda temelsiz. Kara bir şehir; insan ilişkileri dahil hiçbir şey sabit kalmıyor, sürekli eriyor. Tepede güneş. Kazanımlar yok değil; geç keşfedilmiş kadınlığın doyulmaz seyriyle kendine bakıyor Özgür, memlekette farkına varamadığı, belki de en çok özlediği şeylerden biri. Sonsuz bir yazın, sonsuz bir gençliğin şehri hiç tadılmamış deneyimlerin kapısını açıyor ama kim sonsuza kadar yaşamak ister ki? Bir filmden çorluyorum: Sonsuzluk ne kadar sürer? Özgür'ün tıkıldığı sonsuz bir şimdiden daha kısadır herhalde.

"Eli, eli, lama sabakhtani?" (s. 75)

Jesus Christ Superstar'da ve Chop Suey'de geçer, hatta hatıra defteriyle ünlü delimiz Poprişçin'in annesine seslenişlerinde bir parça aşırı yoruma kayarak bundan faydalandığını düşünüyorum, Mother Russia kavramı o zamanlarda var mıydı bilmem ama bir serzeniş sezmek mümkün. "Baba, beni niye terk ettin?" şeklinde çevriliyor. Rio'nun tepelerindeki dev İsa insanlarını gözetler ve geçmişi düşünür. Kolları açıktır ama iki milenyum önce ölüme öylesi yaklaştığında ağzından sitem sözcükleri dökülür. Anlatının leitmotifidir bu cümle, Özgür'ü bu bağlamda değerlendirirsek daha iyi bir şey uğruna kendini feda etmektedir, sonuç hiç istemediği bir şekilde ortaya çıksa da. Yalvaç, kendi kitabını kendi yazarken babası tarafından bir kez daha terk edilir ve kafasına sıkılan tek bir kurşunla öldürülür. Acısız son ama bu kez gerçekten son.

Aslı Erdoğan çok iyi bir yazar. Kendisine yapılan büyük bir ayıp.


1 yorum:

  1. aslı erdoğan gerçekten iyi bir yazar ne yazsa okurum diyebileceğim bir yazardır bu kitabını da çok ilginç bulmuş sevmiştim.yorumunuzu çok beğendim aynı görüşlerde olduğumuzu belirtmeliyim .

    YanıtlaSil