28 Eylül 2017 Perşembe

George James Frazer - Psişik İşler: Batıl İnançlar Kurumlarımızın Gelişimini Nasıl Etkiledi?

Frazer, ahmaklıktan doğan bilgeliği inceler. Mülkiyete, aileye ve iktidara bağımlılık ne kadar bilgelikse artık. Bu açıdan eleştiriye açık; yoz/yozlaşmaya müsait kurumların doğuşunda batıl inançların etkisini göreceğiz. Frazer bu kurumları olumlar, uygarlığımızın ilerleyişinde önemli yerleri olduğu için sanırım. Bir de yüz yıl öncesinin fikirleri güncellenmeye muhtaç.

Batılın da üretilebilen bir şey olduğunu düşününce Frazer'ın kanıtlama iddiası biraz komik oluyor; bu böyledir, şu şöyledir dedikten sonra dünyanın her yerinden örnekler verip işlerin gerçekten öyle yürüdüğüne kani olması, kaynağı araştırmaması incelemeyi sakatlıyor gibi. Freud'a yönelmek gerekiyor sanırım bu noktadan sonra. Tabii amatör okurum ben, antropolojinin kurucusu sayılan adama salladığıma bakmayın, cahil cesareti. Yahut bunlardan duyduğum rahatsızlığın etkisi. Uygarlığımızdan hiç memnun değilim.

Dört kurum inceleniyor, ilki yönetim. Batıl inançların monarşik yönetime duyulan saygıyı güçlendirdiğini ve bunun da kamu düzeninin oluşmasına yardım ettiğini söylüyor Frazer. Bunun yanında belli ırklarda ve belli dönemlerde batılın tavan yapmasıyla aile ve ahlak kuralları, bir de insan yaşamına duyulan saygı güçlenmiş. Bana pek öyle gelmiyor; Seks ve Ceza'da batılın izlerini görüp insanların çektiği acıyla karşılaşınca işin iyi bir yanını göremedim. Aynı şekilde ahlak kurallarının belirlenmesi de büyük acılara sebep olmuş durumda. Kontrol mekanizması iyi işlemiş, ahlak kuralları adı altında mülkiyet desteklenmiş, aile kurumu ne kadar çarpıksa da varlığını sürdürmüş. Ulaştığımız nokta pek parlak gözükmüyor, gerçeğe bürünen ütopyalar bile distopikliğin dibine vurmuşken bu kurumların tasfiyesi şart. Bence. Tamamen batıla dayanan sistemlerin ayakta kalamayacağını söylüyor Frazer, batıldan doğan uygulamaların kanun olarak ortaya çıkmasıyla düzen yerine oturuyor. Afiyet olsun.

Neyse, yönetim. Yöneticilerin üstün insanlar oldukları düşünülüyor. Muktedirin yediği kaptan yenmez, solduğu havadan solunmaz, bir dünya iş. Dünyanın her yerinden örnekler var demiştim, misyonerler olaya el atana kadar çok çılgın olaylar yaşanmış. En ilginçlerini alacağım.

Yeni Zelanda'da Maori şefleri atualar yani tanrılar olarak görülüyorlarmış, bir savaşçı bir şefi öldürdüğünde gözlerini çıkarıp yermiş. İnsan sevgisiyle alakalı bölümde sebebini göreceğiz, devam. Adamların fikirleri tanrılardan geldiği için ne söylerlerse kabul edilirmiş, kullanmadıkları eşyaları da ortadan kaldırırlarmış ki biri kazara kullanıp ölmesin/öldürülmesin. Yağmur yağdırmalar, kıtlığı bitirmeler, büyü yapmalar, bu tür doğaüstü özelliklere sahip oldukları düşünülürmüş ve elemanlara bu sebepten tapılırmış. Tanrı ve yarı tanrı olarak görülüyorlar zaten, Persleri ve Mısırlıları hatırlayalım. Antik Yunan'da ve İnkalarda da aynı hadiseler var. Bir de öldürülüyormuş bunlar İsveç'te, kıtlığın sona ermesi için. İlginç.

Özel Mülkiyet. Tabu önemli. Malınızı çaldırmak istemiyorsanız tabu haline getireceksiniz. Çok affedersiniz, tabu olacaksa malınızın üzerine sıçabiliyorsunuz. Şefin evine bırakılan bir mal da tabu sayılıyormuş, hadi yine iyisiniz. Sonra nasıl geri alacaksınız, nasıl kullanacaksınız, orası size kalmış. Şefin malının üstüne mal olir mi lo. Bu batıl inançlar aslında kurumları yozlaştırmış denebilir, misyonerlere göre zorbalığın yerini aldığını ve örgütlü bir topluma en yakın ve iyi yönetim biçimi olduğunu düşünürsek -ve tabii kime göre en iyi olduğunu düşünürsek- bazı şeyler yerine oturur.

Sri Lanka'dan, Hindistan'dan, şuradan buradan bombastik örnekler var. Kimse kullanmasın diye malımı geyik kıçına sürtecek değilim ama yapılmış bu. İşin şakası bir yana, kuyruk yakarak dahi kokunun mülki duyguları kuvvetlendireceği düşünülmüş. Ortalık karıştı, düzen bozuldu, yetiş ya Jung, yetiş ya Freud.

Evlilik. Üretim temelli. Bereket Tanrısı döller, ürün bollaşır, tanrıya tapılır. Doğurgan tanrıça ve doğurtanı. Bir al-ver dalgası. Dölleme iznimizin olmadığı biriyle münasebet kurarsak kadim kuralı yıkmış oluyoruz ve ekinimiz, hasadımız ayvayı yiyor. Bağlantı süper. Çok çeşitli cezalar var, mesela taşlama, yakma, tecrit etme, sekiz noktadan birden gıdıklama, üç öğün bumbar yedirme gibi. Büyüyle dirsek teması halinde bu meseleler, sonuçta batıl inançtan bahsediyoruz. Frazer, büyünün ve batılın görevini zamanla dinin aldığını söyler, doğaya aykırı olduğu düşünülen yanlış ilişkiler bu sefer tanrıya ters gelecektir. Yaptığımız işler illa birilerine ters gelecektir yani, biçimlenmiş bir dünyadan yırtma şansı yok.

İnsan Yaşamına Saygı. En sayko uygulamalar burada sanırım. Suç işlendi, cinai meseleler doğdu diyelim. Bütün köyü yakmak nedir? Efendim, suçlunun bulunduğu köy yakılıyor, yakılmazsa musallatlık durumlar oluyormuş. Hayaletler ve hortlaklar cirit atıyor bu bölümde, ölenlerin ve öldürülenlerin ruhları geri gelmesin diye yapılanlar, katilin ve maktulün arındırılması... Katil de arındırılırmış eskiden, yediği halttan sonra öfkeli bir ruhu dünyaya salmasının bedelini ödeyerek.

Son bir detay daha, sonra bitireceğim. Babil Kitaplığı'nda Çinli iki yazarın kaplanlı bir kitabı vardı, orada Borges'in Çinliler hakkında söylediklerini hatırlıyorum. Çinlilerin ölüleriyle yaşamasına burada da rastladım, kısaca alıntılayayım: "Çinlilerin gözünde ölüler sadece var olmakla kalmayıp yaşayanlarla aktif bir iyilik-kötülük ilişkisi içindedirler. Aslında Çin'de bile insanlarla ruhlar, yaşayanlarla ölüler arasında bir sınır vardır, ancak bu sınır son derece belirsiz hatta fark edilmezdir." (s. 94) Daha gidiyor da benden bu kadar.

Dünyayı anlamlandırmada yardımı dokunacak bir araştırma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder