29 Eylül 2017 Cuma

Jean-Louis Fournier - Nereye Gidiyoruz Baba?

Arka koltukta iki çocuk, biri tren sesi çıkarırken diğeri usanmadan, "Nereye gidiyoruz baba?" diye soruyor. Bir, beş, on, yüz kez. Usanma yetisi yok, hayatta hiçbir şeyden usanmayacak, bildiğimiz kadarıyla. Babanın birinci, üçüncü, beşinci cevabından sonra bir daha cevap vermemesi kabullenişi gösteriyor, bir de bu metnin yazılacağını. Yazılmak zorunda olduğunu, öbür türlü yenecek bir kafa var ve yenmemeli. Ne olur, savunma mekanizması gelişir. Mizah. Kozmik bir şakaya karşı içten bir kahkaha, biraz hıçkırıklı.

Fournier'nin zihinsel ve fiziksel özürlü iki çocuğunun ve hep beraber -çocuklar, hayal kırıklığı, eş, mutluluk- yaşamanın hikâyesidir. Çocuklar benzersiz, kimseyi taklit edecekleri yok, aynılığın sıkıcılığına sahip değiller. Başka şeylere de sahip değiller, babalarıyla maça gidip bağıramayacaklar, birlikte Mozart dinleyemeyecekler, film izleyemeyecekler. Fournier yapamayacakları işlerin iki sayfalık özetini çıkarır. Bir kalemde iki sayfa, oysa çocuklardan biri babasının kuş benzetmesine uyarak uçar gider, diğeri otuz yaşını görür. Yıllar içinde yapılamayanların listesi kabarmıştır, belki de bir noktadan sonra anlamsızlık galip gelmiştir de kuşların tren sesi çıkarması kanıksanmıştır. Bu oluyor galiba. Çocuklar da neyin ters gittiğini anlamamışlarsa da sezmişlerdir sanırım. "Çocuklarım yaşlarını asla bilmediler. Thomas eski oyuncak bir ayıyı dişlemeye devam ediyor, ihtiyarladığını bilmiyor, ona kimse bunu söylemedi." (s. 102) Aynı şekilde Fournier de yaşlandığını bilmiyor, travmasının yaşında kalıyor. "Ben artık kim olduğumu pek bilmiyorum, hayatta nerede olduğumu bilmiyorum, yaşımı bilmiyorum. Hep otuz yaşında olduğumu zannediyorum ve her şeyle alay ediyorum. Kocaman bir oyunun içine demirlemişim gibi geliyor, ciddi değilim, hiçbir şeyi ciddiye almıyorum. Aptalca şeyler yapmaya ve yazmaya devam ediyorum. Yolum çıkmaz sokakta bitiyor, hayatım çıkmaz sokakta son buluyor." (s. 102) Her şeyle alay etmesine çocuklarının durumu dahil, insanlar tarafından garipsenmesi katlanılır bir sonuç. Kafasında bin fikirle dolaşan yaratıcı bir adamın eve geldiği zaman sabit, durgun bakışlara sahip, ağızlarından mantıklı bir şey çıkması zor çocuklarıyla karşılaşması akıl kaçırıcıdır. Kaçmaması için bu metin var.

Fragmanlar. Peygamber sabrına sahip olmadığını söyleyen Fournier, çocuklarından özür dileyerek başlıyor. Onları yeterince sevmediği, onlara katlanmak için elinden geleni yapmadığı itirafı acı verici olsa da gerekli. Bir ilk adım aynı zamanda; çocuklarıyla dalga geçtiğinde geldiği noktayı görüp aslında kendi zavallılığıyla dalga geçtiğini anlamasına kadar uzunca bir yolu var, üstelik çocuklar büyük umutlarla doğuyorlar, Mathieu ve ardından Thomas, iki yıl arayla, ikinci doğarken herkes umut dolu ama sonuç malum. Tanrı bir şikayet mercii değil, Meryem Ana bir ast olarak yardımcı olamaz, hiçbir şey hiçbir şeyi düzeltmeyecek.

Çocuklarla alakalı çok ayrıntı var, çember genişledikçe aile, arkadaşlar, bakıcılar ve tanrı da işin içine girecek. Fournier'nin çocuklarını gündeliğin içinde sayısız noktadan görüşü perspektifi genişletecek. Misal normal-anormal ayrımı. Çocuğun normal olmadığı mat camın ardından bakar gibi anlaşılıyormuş. Gözleri de bozuk, onlar da aynı şekilde görüyorlar her şeyi. Buzlu, mat bir dünya. Harfler sabit karıncalar gibi, anlamsız. Aynı hareketleri yapıp aynı sesleri çıkarmak, yıllar boyunca. Bunların içinden fırlayan imgeler; Mathieu'nün fırlattığı topun çok uzağa gitmesi, kimsenin alamayacağı kadar, alınması konusunda yardımcı olamayacağı kadar uzağa.

Gerçek olamayacak kadar kurgusal bir şey yaşadığını düşünür Fournier, ikinci çocuk Thomas'nın da engelli olduğu anlaşılınca içinde düştüğü durumun filmlerde bile kullanılamayacağını, gerçekliğin dokusunu bozacağını söyler. Daha da ötesi, çocukların rol yaptıklarını düşünür. Gece vakti herkes uykuya çekildiğinde ikisi bir araya gelip çok acayip, entelektüel işler başarmakta ve Shakespeare'in dizelerini tartışmaktadır mesela. Sabah oldu mu engelli rolüne bürünürler. Gerçek olamayacak kadar kurgusal, Vonnegut'ın Paldır Küldür'de yaptığı tam olarak buydu zaten. Engelli rolü yapan kardeşler de dahil.

Cinnet anları normale dönmeye başlar, suçluluk duygusu giderek azalır. Çocuklardan birinin veya ikisinin kazara ölmesi üzücüdür, kasıtlı olarak öldürülmelerinin üzücülüğü de aynı seviyeye iner bir süre sonra. Ne yaşadıkları, ne hissettikleri, Fournier ve eşinin hissettikleri katı, sabit bir dünya yaratır ve Fournier gaza basar, gözlerini kapar. Kaza yapmaz. Çocuklarını kalabalıkta bırakmayı düşünür ama her anımızı kaydeden makineleri düşününce bundan da vazgeçer. Yine bir savunma mekanizması aslında, yapacağından değil. En azından yaptığından değil. Mathieu, giderek çarpıklaşan omurgasının düzeltilmesi için ameliyat olur ve üç gün sonra bu dünyaya bir kuş gibi veda eder. Çocuklardan biri uçmuştur, engelli olup olmamasının bir önemi yoktur, acısı büyüktür.

"Büyüdüklerinde, her birine büyük birer ustura hediye etmek gibi bir fikir geldi aklıma. Onları banyoya kapatıp usturalarıyla baş başa bırakacaktık. Artık hiç ses gelmediğinde, bir paspasla banyoyu temizlemeye gidecektik.

Eşimi güldürmek için bunu ona anlattım." (s. 41)

Deliliğin boyutu. Üçüncü çocuğu da deniyorlar bu arada, o çok sağlıklı ve tatlı bir kız olarak büyüyor ve başına bir iş geliyor ama Fournier bunu anlatmıyor. Sanıyorum bu iki çocuğun yanına bir üçüncüsünün trajik yaşamının eklenmesi kayışı iyice zorluyor. Acaba ne oldu, hangi kitabında yazmıştır Fournier? Dul'da üç çocuğunun annesinden boşandığını, aşık olduğu kadınla evlendiğini ve çocuklarını görüyoruz ama az.

Babalar Günü mektubu, bir tanecik... Özlemlerin metni bu, bir de her şeye rağmen sevmenin, başa çıkabilmenin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder