3 Eylül 2017 Pazar

H. G. Wells - Duvardaki Kapı

Betonun orta yerinde başka bir aleme geçiş kapısı fikri ilgimi çekiyor, sanki etrafımızı yaşam alanı yaratmak için duvarlarla kuşatmamıza rağmen başka dünyalar mümkünmüş gibi. Çıkış yolu hâlâ var ama görebilen için. Seçilmişliğin neye göre belirlendiği de ilginç; büyücülerle dolu bir aileden gelmek bu dünyada uzantısı bulunan ötenin marifeti olabilir, bu iyice fantastik. Aşırı duyarlı bir ruha sahip olmak, buradan kurtulmak istemek, öteyi düşlemek vs. gibi sebeplerden kapıyla karşılaşılır. Düşlemenin ötesinde kırmızı veya mavi hap gerekir, seçmek ve seçimin ihtimallerine açık olmak, sorumluluğu kabullenmek... Buradan vazgeçiş gerekir ve hiçbir zaman tam olarak vazgeçemeyenler ötenin çekiciliğini bütünüyle duyumsayamaz. Araf, seçemeyenler için güzel bir kavram. Öncelikle zihinde var olur, arada kalmışlık duygusu. Kapı oradadır, önünden geçilip gidilir. O an öbür türlü davranmak istenir, kapının hep orada olacağı düşünülür ama öncelikler yanlış belirlenmişse, kapıyı görme koşulları sağlandığı halde yarım bırakılacak işler durduğu müddetçe kapıdan geçilemez, hatta kapının varlığı son bulabilir. Six Feet Under'da Brenda zamanlamadan bahseder, bir eylem için her koşul müsaitse, sadece o an mutlu olur insan. Bu durumda kapının da bir önemi kalmayabilir, diğer alemin sunabilecekleri anlamını yitirir, betonlar arasında bilmem kaç fersah yaşanır ve biter. Kapı, seçim yaptırabildiği ve seçmeye açık olduğumuz kadar önemlidir, fazlası değildir.

Wells'in öykülerinde anlatıcı gerçekten bir anlatıcıdır, daha doğrusu aktarıcıdır. Halk söylencelerinin modern topluma uyarlanmış halleri birileri tarafından yaşanır, anlatıcının bu şahitlerle bağı vardır ve ya sözlü bir aktarım sağlar ya da olağanüstü hadiseleri deneyimleyen kişilerin yazılı ifadelerinden bir öykü doğurur. Gerçekliği kurmada anlatıcıya güvenilmezse kaynaklara yönlendiriliriz, anlatıcı, "Bana inanmıyorsanız tanıklara, kanıtlara bakın arkadaşım," diyerek bir manada kurguyu gerçek olmaya zorlar. O dönemde okült gruplar, medyum tayfa, doğaüstünü kovalayan niceleri varken başka türlü bir anlatım düşünemiyorum, Wells yaşamın olağanlığını olabildiğince kırmaya çalışır, bunu hikâyenin kendi yaşantısındaki etkileriyle kuvvetlendirir.

Duvardaki Kapı: Anlatıcı, Lionel Wallace'tan dinlediği hikâyeye o an inanır ve ertesi gün anlatılanların mümkün olamayacağını düşünür. Evinde eşyaları yerli yerindedir, anlatılanla eşyaların gerçekliği birbirini tutmadığı için hikâyenin uydurulduğunu düşünür. Wallace'ın ölümüyle birlikte başka bir duyarlılığa kavuşur, ölünün yaşamını baştan sona düşünme olanağı bulur ve hikâyenin gerçekliğinden ne kadar kuşku duysa da inanmaya yakındır. Okura kendi inancını dayatmayacak kadar zariftir de, inanıp inanmamayı okura bırakır.

Wallace bembeyaz bir duvar ve duvarın orta yerinde de öte diyara açılan bir kapı görür. Kapıdan geçer, yaşayacağını yaşayıp geri döner ve sonrasında anlatıcıyla tanışır, devamı arkadaşlıklarının bilinmeyen yönlerine de bir yolculuk gibidir, anlatıcının fark edip anlam veremediği ruh halleri ve davranışlar bu kapıyla ilgilidir. Wallace zaman içinde hedeflerine yönelir ve kapıyı umursamamaya başlar, çocukluğun sonu gibi bir durum var. Bu sırada dalgınlaşır, yaşama tutkusunu yitirmiş gibidir. "Önümde açılan başka bir kapı görüyordum — kariyerimin kapısını." (s. 33) 

Adamımızın ölümü de belirsizliklerle doludur, anlatıcı ölümün ardındaki gizemle ilgilenmek yerine kapının varlığını düşünür. Wallace doğru seçimi yapmış olabilir, istediğinden fazlasını sunan öte tarafa geçmiş olabilir, karanlıkta bir son.

Plattner Hikâyesi: Benzer bir inandırıcılık çabasıyla başlarız, anlatıcı yetkin çevrelerin Plattner'in hikâyesine inandıklarını söyler ve okuru hikâyeyle baş başa bırakır.

Bir diğer hadise, Wells hikâyeyle doğrudan ilgisi olmayan, gereksiz görülebilecek karakterler yaratır ama işi kurgu olmaktan çıkarabilecek ayrıntılardır bunlar, lüzumludur.

Plattner çalıştığı okulda ilginç tozları karıştırdığı bir deney sırasında havaya uçar ve ortadan kaybolur. Öteki-Dünya'ya geçmiştir, iki dünya arasında kısıtlı iletişim vardır, buradaki olaylar sis perdesi ardındaymış gibi görülür. Her neyse, gidilen dünya aynı güneş sistemi içinde farklı bir gezegendir, Wells bu dünyayı ve canlılarını anlatır, sonra adamımızı geri getirir. Öncesinde Gölge'yi görürüz, canlıların yaşamını alan yüce varlık. Plattner bu varlığa bakmaya cüret edemez, anlattıkları sınırlıdır. Ölümün biçim kazandığı bir dünyada geçirilen dokuz gün, bu dünyada dokuz gün boyunca ortadan kaybolan Plattner'ın kanıtı gibidir.

Unuttum, asıl mevzu Plattner'ın organlarının yer değiştirmiş olması. Sağ el sol el olmuştur, kalp sağ göğse geçmiştir, bir sürü ucubeliğe sahip olur Plattner. Zor bir yaşam onu bekliyor diyeyim.

Son Mr. Elvesham'ın Hikâyesi: Yaşamın çalınması mitik olay. Vampirler dahil pek çok varlığın ekmeğini bundan çıkardığını biliyoruz. Get Out gibi, The Skeleton Key gibi filmlerin özü. Yaşamımıza dikkat edelim.

Yaşlı bir zenginle genç ve kafası çalışan bir adamın münasebeti, gencimizin bedenini yitirmesine yol açar. Bunun bilincine varma aşaması müthiştir, gencin tepkileri ve kavrama süreci oldukça gerici. Bir de şu ki gerçeği destekleyen hiçbir kanıt yoksa o şey gerçek değildir. Aşağı yukarı bu.

Kristal Yumurta ve Sihirli Dükkan da şahane iki öykü, özellikle ikincisi sınırları incelen dünyaların geçişmesini eğlenceli olaylarla anlatıyor ama ben pek eğlendiğimi söyleyemem, böyle bir şeyin mümkün olabileceğini düşünmek mantığa hakaret gibi bir şey. O yüzden mümkün olsun.

Borges'in yorumlarına geliyorum. Borges, Aleph'i Kristal Yumurta'ya borçlu olduğunu söyler. Dünyaların yapaylığı kadar devletler ve milletler de yapaydır, Wells bütün bunların ortadan kalkması için devrime gerek olmadığını, insan aklının bu yapaylıktan kurtulabileceğini söyler. Öyküleri belki de oyundur, inanılmaması için gerçeğe olabildiğince yakındır, senteze ulaşılmasını ister.

Kırmızı Kedi bu seriyi basıyor gerçi ama çok eksik var, şu an bu kitabın satışı yok çünkü Dost'tan sonra basılanlar arasında değil. İnternette 50 TL fiyat biçmişler, en iyisi yeni baskısını beklemek. On beş yıldır, lise zamanlarımdan beri serinin denk geldiğim kitaplarını topluyorum, ödünç vermiyorum. Canlarım benim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder