3 Aralık 2017 Pazar

Emile Ajar - Yalan-Roman

Okuduğum en rahatsız edici kitaplardan biri bu ama öncesinde günceye dönüştüreceğim bu yazıyı. Neden? Çünkü öyküler, şarkılar yeterince yük taşıyor, burası da taşısın istiyorum. Biraz daha hafiflemek istiyorum. Daha hafif.


İkinciyi bastılar, Baran, "Abi yollasana öykülerini oraya buraya, manyak mısın?" dedikten sonra yollamaya başladım. Geçen seneden beri yolluyorum, genelde cevap gelmiyor. Nadiren geliyor, o da ret. Daha da nadiren geliyor, öykünün basılacağına dair. Yani bir şey yazıyorsanız yollayın ve cevap beklemeyin. Tekrar yollayın, daha iyi cevap beklemeyin. En cevap siz beklemeyin, tamam? 

Öyküyü sırf bazı sanatçılar edebiyatımızın bir parçası olsun diye yazdım. Mikael Akerfeldt, Steven Wilson, Guthrie Govan, Jeff Loomis ağır toplar. Lera Lynn bile var, bunlar bilinsin istedim. Bir de öykünün adı Hafızadan Kurtulmanın Kaç Kadim Yolu'ydu ama değiştirmişler, bir bildikleri vardır diye düşündüm. Sonuçta güzel oldu. Dokuz ay + üç günlük bir çabanın ürünü. Diğer öyküler gibi sıkıntılı zamanlarda ortaya çıktı. Sıkıntısız bir zamanım da... pek yok. Düşününce. Zaten unutmanın özlemi üzerine. İyi oldu. Nihayetinde unutamadım, bir halta yaramadı. Yaramasını da beklemiyordum, ne beklediğimi de bilmiyordum. Kum tanesiymişim de taşlığımı özlüyormuşum gibi. Eğretilemeler de bir işe yaramıyor, insan dili yaratırken umutsuz bir çaba içine girdiğini biliyor muydu? Yazar, öleceğini biliyor muydu veya yazar kim olduğunu biliyor muydu diye bağlıyorum ve Romain Gary hakkında konuşmak istiyorum, yoksa anlam güdük, oyun oynandığıyla kalır. 

Gary'nin annesi film oyuncusu sanırım, görkemli bir kadın. Baba ortadan kaybolduktan sonra anneyle çocuk birbirlerinden güç alarak yaşıyorlar. Annenin birtakım maceraları oluyor anladığım kadarıyla, bu bir. Onca Yoksulluk Varken bu bağlamda okunmalı. Sonrasında Gary, Jean Seberg'le evleniyor, ünlü bir oyuncu o da. Birlikte film çeviriyorlar ama Seberg başka filmler de çeviriyor, Carlos Fuentes'le ilişkiye giriyor ve onun çocuğuna hamile kalıyor. Gary mevzuyu öğrenir öğrenmez kadından ayrılıyor, çocuk ölü doğuyor ve Seberg depresyona girip intihar ediyor. Bir yıl sonra da Gary intihar ediyor. İntihar mektubu ve diğer pek çok ayrıntı az bir araştırmayla bulunabilir. Metinde anlatıcının musallatlık kadınını Seberg'e benzettim ama emin değilim, sonuçta kimin kim olduğu halüsinasyonlar içinde belirsiz. Aslında belirli ama... Neyse, okura kalmalı. 

Başka bir mevzu, Ajar adıyla Goncourt'u ikinci kez kazanan Gary, Emile Ajar diye yeğeni Paul Pavlowitch'i -Pavlov benzerliğinden pis pis sırıtıyorum- öne çıkarır ve ödülü reddetmesi için yeğeninin avukatıyla irtibata geçer. Komite ödülün reddi diye bir şeyin söz konusu olmayacağını söyler, ödül Emile Ajar'ya verilir. Metinde dayıyla yeğen arasındaki çatışmalar bütün sıcaklığıyla yer alır, çatışmaların yanında bu süreç de verilmiştir ama yine kimin kim olduğuna takılıp kalıyorum. Gary, kurgularına etrafındaki insanlardan büyük ödünçler dökmeyi severmiş, o zaman bir yaşam arkeolojisi -şimdi uydurdum, kafama sıkın hemen- gerekiyor onun için. Pseudo metnin orijinal ismi, "mış gibi yapmak" karakterlerin çoğuna yayıldığı için dayısı tarafından akıl hastanesine yatırılan Ajar'nın -yeğen, dayı, gerçeklik boyutları işi iyice bulanıklaştırıyor- mış gibilerinden kafayı kaldırıp da düşünemedim bir. Bernhard'ın ve pek çoklarının dünyayı bir sahne gibi görmesinden anlatıcı da nasibini almıştır ve konuştuğu insanların -hayal ürünü olanlar dahil- hepsinin aslında oldukları kişiler olmadıklarını düşünerek içlerini doldurmaya başladığı, onlara roller biçtiği ve aynı şekilde kendine biçilen rolle kendine biçtiği rolün arasında bir yerlerde aklını kaçırdığı, bulduğu malumdur. Yazdığı metinlerde yaşamaya devam eder, karakterlerden birkaçını ödünç alarak bu metnine aktarır, içlerinden bazılarıymış gibi yapar, onlar değilmiş gibi yapar, Yahudilerin acılarını omuzlamış gibi yapar, var oluşun başından beri çekilen acıları sağaltır gibi yapar, İsa'yı kurtarmak için kendini feda eder gibi yapmaz, feda eder. 

Kitabın altını üstünü baştan sona çizmişim meğer, neyi nereye alacağım?

"Başlangıç diye bir şey yok. Herkes gibi, sıram gelince ben de doğdum, o zamandan beri de bir ait oluştur gidiyor." (s. 5) Kopenhag'da psikiyatri kliniği, Doktor Christianssen'in nezaretinde geçen zaman. Rol yapma alışkanlığının yıllardır kararlı bir şekilde sürmesi ciddi kişilik bozuklukları olduğunu gösterirmiş, Ajar"mış" topluma uymak için rol yaptığında deli olduğunu hissediyormuş asıl ama yapacak bir şey yokmuş, teni zaten kendi teni değilmiş, dili de öyle, Macarca-Fince öğrenmiş ki kimse anlamasın, kendine ait ve kendi iradesinde bir şeyi olsun. Görüldüğü üzere biri olmak için biri kılınmaktan başka yol olmaması adamımızı delirtmiştir. Ziyade olsun. 

Büyük bir heyecanla bir olayı anlatır ve "posta arabası saldırısı" beklentisiyle bitirir. Alakasız. "Konuyla ilgili olmayı kesinlikle istemiyorum." (s. 8) Müthiş bir buluş değil mi? "Calabi-Yau manifoldu bu teorinin odağında yer almaktadır ve yaprak sarması!" Kıkır kıkır güldüm, pek çok örneğini bulacaksınız. İlgili olmayı istemiyor ama ilgilendiriliyor, ister istemez, kendisini kendi yaratmamış olması bunun en büyük sebebi. "Bizzat kendim kurgusal olduğuma göre, belki de kurguya yeteneğim vardır diye düşündüm." (s. 10) Jahn mı diyordu, Wood veya, kurgusal olduğunun farkında olan karakterin dramından ve önündeki engin olasılıklar denizinden koca dünyalar çıkarılabilir. Burada dünyanın tam bir kurgusallıktan uzak olması -yazarın bu konudaki zıt olabilecek fikirlerini gözardı ederek söylüyorum- işi daha da ilginç hale getiriyor, Gary/Ajar/Pavlowitch/X nerede kurar, nerede gerçeklikten kopyalayıp yapıştırır emin olunamaz. Deli işi. "Yazın uğruna her şeyi kullanabilirmişim ben, kendimi bile." (s. 12) Macoute Dayı/Gary/Ajar/eeh, her kimse, savaşta ölmüş ama daha sonra işini ayarlamış biri olarak yaşamaya devam ediyor ve anlatıcıyı her ziyaretinde sinir bozuyor. Romain Gary'nin II. Dünya Savaşı'nda yıllarca savaştığını söylemeliyim burada, madalyalarından yol olurmuş. Bu dayı yazar aynı zamanda, yeğeninin sinirini bozmak, ensest ilişkiyle babası olma ihtimalini hatırlatmak gibi pek çok sebepten ziyaretçi. Masrafları ödeyen de kendisi. Sebebi var, terapi maksadıyla yazılanlar anlatıcının elinden çıkıyor ve sonlara doğru dayının elinde değerlendiğine dair şüpheler doğuyor. Anlatıcı deli olduğu için zaten güvenilirlik problemi var, doğrudur. Hangisine inanmamız gerekir, ikisi de aynı kişi olabilecekse, bu kurguda?
 
Anlatıcı var olmamaya çalışır, özetin özetini söyledim. Geriye doğru yaşamaya çalışır, iletişmemeye çalışır ama hiçbir zaman rahat bırakılmaz. Yayıncılar gelir, doktor gelir, dayı gelir, ortadan kaybolmamak için yeterli ölçüde rahatsız edilir. Roman yalandır, bir yazarın kendini açık etmemesi onun kaybolması için yeterli olacaktır ama insan, ürettiği şeyden kendini sakınamadığı için başarısız bir plandır bu. En sonda şu var: "Bu benim son kitabım." (s. 176) Son kitabın yazılış süreci son kitabın içindedir, anlatıcı/yazar/bizim Hüsnü Abi yazdığı şeyi açık ettiği an var olmayışını kanıtlama çabası çıkmaz bir sokağa girer. Belli bir yere kadar gidilir ama sonrası yoktur, kuyruğunu yutan yılan. Zaten o gidilen kadardır bu metin de.

Daha bir şey diyemiyorum, güçten düştüm, öylesi anlatılamaz bir şey bu. İki eliniz kanda olsa okumalısınız. Şöyle diyeyim, onca metin arasında yüz tanesi gerçekten sarsmayı başaracaksa bu onlardan biri. Hah.

Klip çektik bir de, onu koyayım. 0:32'deki herif benim.

3 yorum:

  1. Öykünüzü okudum.Sanırım bazı insanlar yalnızlığını bir paradoksa dönüştürüyor.Unutarak,hatırlayarak.Hep bu kadar melankolik misiniz?Kaç kez yarattınız insanı baştan?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukluktan.

      Her an yeni baştan yaratmak, hiçbir zaman tatmin olmamak, sürekli ve korkunç bir tedirginlik, başarısızlık duygusu, tamamlanamamak, sonsuz sayıda parçaya ayrılmak, yok olmak. Tekrar belirene kadar ve her şey yeni baştan.

      Sil
    2. Hayat hadsizce yorucuyken bunca mükemmeliyet kaygısı.İçim sızladı.Umarım sizinde içinize sine sine,kaygısızca zamanlarınız olur.

      Sil