7 Haziran 2019 Cuma

Kim Stanley Robinson - 2312

Robinson'ı Kızıl Mars'tan biliyoruz, kolonizasyon ve devrim hareketlerinin uzayda yaydığı huzursuzluğun içinde yetmiş iki milletten insanın Dünya'daki mücadeleleri sürdürerek birbirlerine üstün sağlamaya çalışmalarını izliyorduk. Ruslar devrimci ruhlarını koruyarak Mars'ta isyan çıkarmak için uğraşıyor, Japonlar yine Japonluk yapıyor, herkes bir şeylerin peşinde koştururken terra-kurma çalışmalarının detaylarıyla kafayı yiyorduk, Robinson müthiş bir gelecek yaratıyordu, entrikalar gırla giderken o çağın teknolojisi uzaya nasıl yayıldığımızı yansıtıyordu. İçerdiği dönüm noktaları açısından, karakterlerin derinliği açısından muazzam bir eserdi. Kabalcı çok ayıp ederek serinin diğer iki cildini basmadı, o kadar teknik ayrıntının altından kalkamayacağımı düşünüp orijinal dilinden de okumadım. İthaki ilk cildi yakın zamanda tekrar bastı, umarım diğer iki cildi de basar. Hatta Robinson külliyatını bassınlar, sağlam yazar Robinson. Çevirmen M. İhsan Tatari'ye de teşekkür etmeliyiz, ince iş bir çeviri olmuş. Çeviri sürecini Kayıp Rıhtım'da anlatıyordu, dileyen bakabilir.

2312 Nebula'yı ve A. Heinlein'ı almış, Locus'a ve Hugo'ya aday gösterilmiş bir metin, bilimsel temeli oldukça sağlam, Kaku'nun Olanaksızın Fiziği'nde anlattığı uzay merdivenleri olsun, uzayda yüksek hızla seyahat etmeyi sağlayacak motorlar olsun, gelecekte var olacağı öngörülen teknolojiler bu metinde mevcut, bütün detaylarıyla anlatılmış. Robinson işin teknoloji kısmına yoğunlaşarak esas meseleyi, olay örgüsünü ikinci plana atmış gibi görünüyor, karakterlerin sağa sola koşup çözmeye çalıştıkları meselenin pek bir çekiciliği yok, hatta o kadar sıkça kullanılan bir yapay zeka problemi var ki zaten okuru zorlayan anlatım biçiminin üzerine problemin niteliğinin vasatlığı ortaya çıkınca hayal kırıklığı oluşmuyor değil. Kısaca anlatıyorum, yapay zeka kendi çıkarı için insanları öldürmeye başlıyor. Bu. Meselenin toplumsal yanı da var, yapay zekaya yardım eden birtakım uzay kolonisi sakinleri güç dengelerini değiştirmeye çalışarak "Kubi" denen yapay zekalardan katakullici olanlarına yardımcı oluyorlar. Kubilerin bazıları iyi, insanlığa yardımcı olmak için çabalıyorlar ancak karanlık tarafa geçmiş olanlar saman altından su yürüterek bin bir zorlukla kurulmuş dengeleri yıkmaya çalışıyorlar. Yöntemleri ilgi çekici, buna söylenecek bir şey yok. Merkür'de Güneş'in hareketiyle raylar üzerinde hareket eden Tanyeri nam bir şehri uzayın derinliklerinden yollanan kaya, buz ve demir parçalarıyla vurmaları orijinal bir planın parçası. Savunma sistemleri belirli büyüklüklerdeki cisimleri belirleyip yok edebiliyorlar ama tarama bölgesinin ardında birleşen ve koca bir meteora dönüşen parçalar için yapabilecekleri pek bir şey yok. Çok ince hesaplamalarla savunma duvarının ardında birleştirilen silah fikri güzel, üç yüz yıl sonrasının insanının ahvali da iyi düşünülmüş, aslında gelecek inşacısı olarak Robinson takdire değer bir yazar ama olay örgüsü ve bölüm sonu canavarı gerçekten kötü. Meseleyi anlattım zaten, bundan sonra gerçekleşen olaylardan çok geleceğin dünyasını anlatacağım. Merkür'le başlanmalı, Tanyeri'nin saldırıya uğramasından bir süre sonra. Güneşgezerlerin ritüelleri çağlar öncesinin Güneş'e tapan insanlarının güzel bir yeniden üretimi olmuş, metnin dini spekülasyonlarının ilk örneğini oluşturuyor. Merkür Güneş'e en yakın gezegen, deli sıcak ve gölgede kalan yerleri inanılmaz soğuk. Bu güneşgezer arkadaşlar ölüme meydan okuyarak Güneş'in doğuşunu -ne kadar muazzam bir olay olduğunu hemen hemen bütün ufku kaplayan bir kürenin yükselişini düşünerek anlayabilirsiniz- izlemek için aydınlanma çizgisine gidiyorlar, istedikleri filtreleri seçerek koca küreyi izliyorlar ve yanıp ölmemek için koşuyorlar, koştukça Güneş'i izlemeye devam ediyorlar. Spor, ritüel, bir yaşam biçimi. Odak noktada oradan oraya savruluşunu izleyeceğimiz Swan da bir güneşgezer, eskilerden. Sanatçı aynı zamanda, gezegenin zemininde sanat eserleri oluşturuyor, objeleri ve performansı yaşamının anlamı haline gelmiş. Bu performans sanatlarının isimleri pek hoş, "abramovic" yapıyor insanlar mesela, Marina Abramovic'ten mülhem. "Ulay" da yapabilirler mesela, öyle bir şey. Neyse, Swan koşarak şehre geri dönüyor ve kısa süre önce gerçekleşen saldırı sonucu ölen büyükannesi, sistemin her şeyi, şehrin kalbi, Merkür'ün Aslanı Alex'in anma törenine katılıyor. Törenden sonra saldırının sebeplerini araştıran insanlarla tanışıyor, bir tanesiyle Venüs'ün altındaki tünellerde mahsur kalıp ölmemeye çalışıyor, oradan kurtulup Dünya'ya gidiyor ve saçma sapan bir saldırıdan kendisini kurtaran genç çocuğu yanına alıp Venüs'teki bir arkadaşının yanına yerleştiriyor. Olaylar bazı bölümlerde çok hızlı ve saçma bir şekilde ilerliyor, örneğin Swan'ın kendisini kurtaran elemanı uzaya götürmesi için hiçbir sebep yok, özellikle daha sonra kullanabileceği bir iyilik hakkını sırf bu iş için kullanması pek mantıklı değil. Saldırıyı araştıran diğerleriyle birlikte kurdukları bir plan sonucu çocuğu Truva Atı olarak kullanmaya mı çalıştı diyorum, hayır. Çok iyi biri olduğu için mi çocuğu kurtardı, yine hayır. Eh. Çocuk çok kilit bir rolde de yer almıyor sonra, açıkçası pek de gerek yokmuş kendisine. Belki de Dünya'dan umudun kesilmemesi gerektiğinin sembolüdür çocuk, bilemiyorum. Dünya ayvayı yemiş durumda bu arada, nüfus on iki milyara dayanmış, açlıkla ve kirlilikle baş edilemiyor, bu yüzden insanlar uzaya gidebilmek için uğraşıyorlar. İlerleyen bölümlerde Alex'in Dünya'yı kurtarma planları çerçevesinde, mirasa sahip çıkma bilinciyle Dünya'ya hayvan gönderiyor Swan ve sonradan aşık olup evleneceği Wahram. Dünya doğasını çoktan kaybetmiş, birkaç hayvanın doğayı geri getirebileceği düşünülüyor ama insanlar pek bilinçli değil, tozpembe ikili insanlarla konuşup onları ikna ettiklerini düşünüyorlar ama gezegenden ayrılmalarının ardından o hayvanları kesip yemişlerdir bence.

Bölümleme biçiminden de bahsedeyim, heyecansız macera içeren bölümlerin dışında Alıntılar ve Listeler gibi bölümler var, okurlar bu bölümler yüzünden ikiye ayrılmış durumda. Kimileri bu bölümlerin gereksiz olduğunu, içerdiklerinin olay örgüsüne dahil edilebileceğini söylüyorlar, kimileri de bu kadar detaylı bir kurmaca evrenin olayların arasına sığamayacak kadar kapsamlı olduğunda diretiyorlar. Bence ilginç bir anlatım tekniği çıkmış ortaya. Hatta bu bölümler olmasaydı olay örgüsünün görece can sıkıcı derecede öngörülebilir olması yüzünden oflaya puflaya bitirirdim metni, dolayısıyla iyidir bu bölümler. Tanyeri için de ayrı bölüm var, aslında kurmacanın içinde ortaya çıkan hemen her yenilik için ayrı bir bölüm yazılmış diyebiliriz. Teraryumlara da bu bölümlerde sıklıkla yer verilmiş, belki de Robinson'ın dünyasının en büyük yenilikleri bu devasa dünyalardır. Siz de yapabilirsiniz, tarifini vereyim. Bir cisim alıyorsunuz, asteroid mesela. Yapısına göre farklı dünyalar ortaya çıkarabilirsiniz, size kalmış. Bu cismin içini boşaltıyorsunuz ve son teknolojiyle dekore ediyorsunuz, örneğin Polinezya adalarının benzerlerini bir teraryuma yerleştirebilirsiniz. Suyunu, toprağını koyuyorsunuz, biçimlendiriyorsunuz, oldu size yeni bir dünya. Swan eskiden bu teraryumlardan çok sayıda imal etmiş, birine gidiyor arada bir yerde. Kendisinin yüz küsur yaşında olduğunu, eril dişi veya dişi eril olduğunu, Wahram'la birleşirken penislerini ve vajinalarını aynı anda işlettiklerini söyleyeyim. Cinsellik, dini inanışlar, sosyoloji, psikoloji, ne ararsanız gelecek tasvirlerinin içinde var, Robinson zor bir şeyi başarmış aslında; her bölümde ayrı ayrı ele aldığı fütüristik icatlarını olaylara az veya çok denk gelecek şekilde dağıtmış. Süper.

Muhteşem bir twist içermiyor, okuru zorlayabilecek ölçüde dağınık ama mutlaka okunması gereken bir metin olduğunu söyleyebilirim, bilimkurgu sevenler zaten kaçırmasın, sevmeyenler veya bilimkurgu hakkında pek bir fikri olmayanlar kaçırabilir.

1 yorum:

  1. Okuduğum en detaylı ve keyifli incelemelerden biri olmuş. Çoğu yerde hemfikir olup hevesle kafa salladım. Elinize sağlık :)

    YanıtlaSil