15 Temmuz 2013 Pazartesi

Jorge Luis Borges - Kum Kitabı

Sondeyiş'te, "Henüz okunmamış öykülere öndeyiş yazmak hemen hemen olanaksız bir iştir, çünkü önceden yapılması pek doğru olmayan öykü kurgularının çözümlenmesini gerektirir." (s. 105) diyen dayımız, Babil Kitaplığı için yaldır yaldır yazdığı ön deyişlerle kendini cortlatsa da, bazı bazı keyif kaçırsa da bunlar lazım, çünkü adamın her türlü deyişinde bir şeyler arıyorsunuz, bir öykü veya anı kırıntısı. Kütüphanede bir ömür geçiren adamdan daha azını beklemek olmazdı.

Kurgusal metinler için ön deyiş cinayettir. Güdülürsünüz, metnin sonunda çıkacağınız yerden bambaşka bir yerde bulabilirsiniz kendinizi ve hatta bulduğunuz yer hiç hoşunuza gitmeyebilir. Ön deyişi isterse yazar hakkında yıllar boyunca araştırma yapmış biri yazsın, böyle acayip manyak bilgiler versin, okuma ediminin özgürlüğünü okurun elinden alınır. Bir anlamda metnin gardiyanı olur ön deyiş, parmaklıklar arasından gördüğünüzü anlamaya çalışırsınız. Reklam boyutu da var işin tabii. Servet-i Fünun zamanında genç yazarlar Ahmet Midhat Efendi'den falan ön deyiş alabilmek için kırk takla atarlarmış. Eh, şimdi de kralı yok mu bunun, nice nice kral yazarlar ne yazılar yazıyorlar kitaplar hakkında. Bir bakıyorsun, fos. La neyse, bunları anlatmayacaktım ben.

Bazı bazı otobiyografik, fantastik hikâyeler var. Saygı duruşları var, sonsuzluk var, var da var. Bir de aralara serpiştirilmiş bazı metinler var ki iyi bir avcıysanız birini bile kaçırmak istemeyeceksiniz. Ne yazık ki hepsine ulaşılabileceğini sanmam. Plinius'un eserlerini nereden bulacaksınız mesela. Bir tane YKY basmış, Genç Plinius'un Anadolu Mektupları diye. Borges zannediyorum, örtük olsa bile, okuruna yol göstermekten zevk alan bir yazar. Eh, yazarların ne okuduğunu merak ederiz, o kitapları biz de okumak isteriz ama Borges konusunda biraz şanssızız, kütüphane çalışanı değilsek tabii.

Öteki: Bu hikâye, Celal Üster'in çevirdiği Borges ve Ben'de de mevcut. Otobiyografik olduğu için kitaba eklediğini söylüyor Üster.

Zamanın etkisiyle farklılaşan iki Borges var, yaşlı olan 75 yaşında. Anlatıcımız da bu yaşlı Borges. Genç olan 20'lerinin başında. Kariler, aynı insanın farklı yaşlardaki hallerinin birbirine düşman olabileceğini, hatta birbirini öldürmek isteyeceğini ilk defa Looper namlı filmde gördüm. Açıkçası başta aklım almadı, sonra zamanın insanı kendinden ayrı düşürebileceğini düşününce aklıma yattı. Borges de aynı şeyi düşünmüş tey o zaman.

"Amacım, iki konuşmacının iki ayrı kişi olmaları için birbirlerinden yeterince farklı ve tek kişi olmaları için de yeterince benzer olmalarını sağlamaktı." (s. 105)

Okunan metinler dışında ikisi arasında ortak çok az nokta var, o metinler de zaman içinde değişime uğruyor ister istemez. Okuduklarımızı değil, okuduklarımızdan kalanları hatırlarız. Yine zamanın bozucu etkisi. Karşılaşmalarının yaşlı olanın günlük yaşamında, gencin rüyasında olması ayrı bir beyin yakıcı hadise. On numara hikâye bu.

Ulrike: Aşk temalı. Borges, aşk temalı tek öyküsü olduğunu söylüyor bunun.

York'ta Ulrike adlı bir hanımla tanışan anlatıcımız, aşkı karanlıkta yüzlerce yıl boyunca akan kumlara benzetir ve bir an için ona sahip olur. İki insanın karşılaşması, bir gece ve bir sabah süren aşk. Sonra her şey kendi yolunda sürüp gidiyor.

Kongre: Bir amaç uğruna bir araya gelen insanların çıkmaza ulaşmasıyla ilgili. Kafka türünden bir uydurma diyor Borges. Çok da hatırlayamadım bunu dsfd.

There Are More Things: Ustam Lovecraft'a adanmış bir hikâye. Borges'e göre Lovecraft, Poe'nun hikâyelerinin parodilerini yapıyormuş. Şimdi onca şeyden buna mı taktım, buna taktım. Bütün kendimi bilmezliğimle adamın karşısına geçip, "Haddini bil ihtiyar," derdim ben. Ne demek lan parodisi. Within The Walls of Eryx neyin parodisiymiş? Yaşlı osuruk seni be.

Bu hikâye yanlış hatırlamıyorsam Cthulhu Mitosu Öyküleri'nden birinde vardı. Ölen amcasının izlerini arayan bir gencin bilinmeyenle karşılaşmasıyla ilgili. Neydi, insanın en çok korktuğu şey bilmediği şeydi. Eh, temel sağlam olunca ister istemez korkuyoruz bunda da. Merak, mutluluğu getirmiyor çoğu zaman.

Otuzlar Mezhebi: Yehuda'yla İsa'yı kutsal sayan bir mezheple ilgili bilgiler içeren elyazması. Mezhebe göre tanrı yiyecek verir, bu yüzden biriktirmeye gerek yoktur. Güzel bir kadını görünce akıldan geçen düşünceler, eylemler kadar günah doludur, bu yüzden bu konuda bir yasak yoktur. Mantık süper. Bir de inananların kendilerini çarmıha gerdirmesi olayı var, yazma orada bitiyor. Hikâye de bitiyor.

Armağanlar Gecesi: En beğendiklerimden biri bu oldu. Anlatıcının bulunduğu bir ortamda bilgi sorunu tartışılır. Bilgi doğuştan var mıdır, yoksa sonradan mı edinilir, mevzu bu. Platoncu-Davranışçı, zıt düşünceler. Her neyse, adamın teki bilmekle alakalı bir hikâye anlatıyor. İşte gençken bulunduğu bir evi askerler basmış da, bir tanıdığı ölmüş de, bilmem ne. En sonunda anlattığı şeyi kaçıncı defa anlattığını bilmediğini, ne kadarının gerçek olduğunu da bilmediğini söylüyor. Bazen anılarımızda küçük küçük şeyler siliniyor, yerini biz dolduruyoruz. Mesela geçmişte bir şey içtik, o su olur, kola olur, ne bileyim. Zaman değiştirir. Zaman bilgiyi de değiştirir, bu yüzden bilgi özneldir. Yapısalcılık kuramı.

Ayna ve Maske: Sembollü, kıssadan hisseli bir hikâye. Methiyeler düzülecek bir savaşın ardından İrlanda kralı, bir ozandan şiir yazmasını ister. Ozan gider, bir sene çalışır ve döndüğünde şiiri okur. Kral şiiri pek beğenir, daha güzel olmasını istediği bir şiir daha yazdırır. Ozan yine yazıp gelir, bu sefer şiir daha kısadır. Kral kaptırır, son bir tane daha ister. Bu son şiir tek bir kelimeden ibarettir, ozan da iyice hayattan bezmiş bir halde ortaya çıkar. Kusursuzluğa ulaşmak için daha az malzeme kullanmıştır, en sonunda tek bir kelimeye kadar indirir mevzuyu. Yeryüzündeki bütün eserler tek bir kelimede.

Hepsini de anlatmayacağım, sona geliyorum.

Kum Kitabı: Zirve bu. Sonsuz bir kitap, sayfalar belirip kayboluyor. Başı, sonu yok. Sayfaların numaraları çıldırmış. Adamımız, değiş tokuş yoluyla bu kitabın sahibi oluyor. Bir süre sonra Ulusal Kitaplık'a saklıyor kitabı, yeri orası çünkü. Kitaplık, sonsuz kitap, Borges. Böyle bağlantılı şeyler.

Borges'in anlatıcı olarak, "Bak bu hikâye yaşandı tamam mı, yemin ediyorum gerçek," deyişleri bir yana, neden olmasıncılık belli. Elbet bir zaman, bir yerde yaşanmış olaylardır bunlar, Borges vaka olarak inceler gibi yapıyor alayını. Bir arşivci, hatta vakanüvis. Animatrix'in bir bölümünde gerçekliği sorgulayan birine verilmiş bir cevabı hatırladım şimdi: "Neyin düş, neyin gerçek olduğunu bilmiyorum. Tek bildiğim, bunların benim aklımın ürünü olduğudur." Aşağı yukarı böyle bir şeydi.

Ne diyeyim, sıkı fantazya okurlarını kesmeyecek bir kitap ama Borges'in düş gücü kendisine bağımlı kılacak ölçüde. Bir kitapla hüküm vermiyoruz, okumaya devam ediyoruz.

2 yorum:

  1. Ben Kum Kitabı'nı ve Ficciones'i dört-beş yıl önce okuyup pek bir şey anlamayıp yine de etkilenerek, beğenerek bitirmiştim kitapları :)

    YanıtlaSil
  2. Böyle düşlü gerçekli. Küçük, muttarid, muhteriz öyküler.

    YanıtlaSil