22 Mart 2015 Pazar

Marguerite Duras - Parkta

Bir ana ait hikâyelerdendir. Before Sunrise'ı örnek verebilirim. Kitabın bir yerinde trenlerin rastlantı dolu yaşamında bile beklenen şeyle karşılaşılabileceğini söylenir, farkına varılmasa bile. Senarist, Duras'tan ne ölçüde etkilenmiştir acaba? Tabii daha önceye gidersek Beyaz Geceler falan var. Çıkamadım işin içinden.

Diyalogların arasına sıkıştırılmış mekansal mevzular olmasa Bu Sayfaları Okuyana Sonsuz Lanet olacakmış, başka bir şey olmuş. Sona doğru güneşin batmasıyla yollar ayrılır, yaşam kaldığı yerden devam eder. İki arkadaşımız birbirleri için ayna vazifesi görmüşlerdir, bastırdıkları düşünceler tekrar ortaya çıkmıştır. Uykusuz bir gece onları bekler.

Otuzlarının sonuna gelen bir satıcıyla yirmi yaşındaki bir çocuk bakıcısının karşılaştığı park, yolculuklarla hayallerin irdelendiği uzun bir konuşmaya sahne olacaktır. Bu parkın iki girişi vardır, biri kadının her gün kullandığı alışkanlık kapısıdır. Diğerinden adamımız girecektir ve parkın kapanış saatine kadar orada oturacaktır, kadının kapanış saatini beklememesini rica etmesine rağmen. Gece yavaştan çökmeye başladığında kadın baktığı çocukla birlikte eve döner, adam parkta bir başına kalır. Yolculuğun duraklarından birinde küçük bir mola.

Dertleri neydi? Kadın işinden kurtulmak istiyordu, yirmi yaşına gelmişti ve onunla dans eden erkeklerden hiçbiri evlenmek istemiyordu. Hayatından kurtulmanın tek yolu evlenmekti, şöyle zengininden bir eş her şeyi halledebilirdi. Bunun için bekliyordu, gerisini düşünmüyordu pek. Meslek değildi yaptığı, donuk bir anda yaşıyordu sadece. "(...) Bir çeşit durum, evet bir durum bu, anlıyorsunuz ya, çocukluk ya da hastalık gibi bir şey. Onun için de, günün birinde bitmek zorunda." (s. 12) Adam için mesleği bir yaşam biçimine dönüşmüştü çoktan, şehirden şehre geziyordu. Sanki her şey o andaki ruh haline bağlı gibidir, şehirleri hem tanır, hem tanımaz. İnsanları da öyle. Çekici olmayan yerler bir anda çekici oluverir. İnsanlar da öyle. Bin küçük şey bir araya gelir ve göze çarpmayan şehir bir anda ilgi odağı olur. Bunlar konuşulurken durumlarını da göz önüne alırlar, ikisi de hayatlarıyla ne yapacaklarını pek düşünmemişlerdir. O an orada konuşmaları bile korkutucudur, varlıklarının farkına vardıkları zaman tedirgin olurlar. Biri evde, biri yolda ruhunu kapamıştır, belki de uzun süredir ilk kez öylesi çıplaktırlar. "'Evet, hem bütün insanlar gibi, bütün ötekiler gibi olmak, hem de kendisi olmak. Evet, bu galiba, öyle sanıyorum ki, başka türlü değil de, işte şimdiki gibi olmak, tam böyle olmak...'" (s. 20)

Özet geçeyim mi, bir tanesi yaşamını değiştirmeyi öylesine istemektedir ki yolculuğa çıkmayı hiç düşünmemektedir. Hayır demek gibi bir lüksü yoktur, her şeyi kabul edecek haldedir, bu yüzden de hiçbir şeyi, hiç kimseyi seçmez. Seçilen olmak ister. Sorumluluk duygusundan kurtulmak ister. Güzelliğe götürülmesini ister. Esirgeyen Gökyüzü'ndeki Kit'in kendini bilen ve gizlemeyen, bir yandan da sürüklenmeyen halidir. O ana kadar yaşadığı şeylerin sadece bu bekleyişe hizmet ettiğini düşünür, geçen zamanın hayatı olduğunu düşünmez. Özgür yaşamaya başlamadıkça kimseyi sevemeyeceğini düşünür ve bu özgürlüğü ona sadece bir erkek verebilir. Onu isteyen bir erkek. Erkeği sevmesine, aşık olmasına gerek yok.

Kabus!

Toplum baskısı, korkular vs. bastırır ve kadın bir adamla evlenir. Adam kadını sever, her şeyini verir. Zamanını ve ruhunu verse yeter ya. Kadın özgürleşir ve sever, aşık olur, ne bok yerse. Başka bir adam çıkar ortaya. Kadının zincirleri yoktur artık, özgürlüğüyle her şeyi yapabilir. İlk adama ne olur, boku yer. Oğlum kendinize mukayyet olun.

Neyse, kızımız nerede olursa olsun vaktini yitiriyormuş, zamanını geçiriyormuş gibi bir duyguya kapılır. Hayatın çok ucuza gitmesidir bu, oysa adamın dediği gibidir, yani yaşanan her bir anın bir değeri vardır. Kişi, değeri kendisi belirler. Kızda olmayan bir özellik.

Adamın olayı, rüya gibi bir şehirde, rüya gibi bir anı bir daha yaşayamayacak olmasıdır. Hep orada kalması gerektiğini söyler kadın, oysa an geçmiştir ve adam o anı bir daha yakalayamayacağını bilir, bu yüzden yolculuklarının bir önemi kalmamış gibidir. Her şehir birbirine benzer, o şehirden başka her şeye benzer aslında. Geriye düşünmemek için yolculuk etmek, çok çalışmak kalır, düşündüğü zaman insanın hali haraptır.

Süper özet geçtim.

Güzel, edinin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder