4 Mart 2017 Cumartesi

Joe Haldeman - Bitmeyen Savaş

Yıldız Gemisi Askerleri'yle kıyaslıyorum. Heinlein'ın söyleyecek sözü vardı, kurduğu dünya bu sözün, sistemin üzerinde yükseliyordu. Demokrasinin yaşadığı değişim, savaşla birlikte aldığı biçim, diğer mevzular karakterlerin açıklamaları yoluyla yansıtılıyordu. Anlatıcının sesi de vardı tabii, zamanın büyük romanları gibi. Uzay savaşları üzerinden dünya bu hale gelebilir, hatta savaşacak düşman yaratılarak dahi güç tek bir elde toplanabilir ve şimdinin iktidarı kimlik değiştirerek muktedirliğini koruyabilir gibi bir mana oluşuyor, "saksıya fesleğen gibi oturturum" anlamı da çıkıyordu. Fetiş niteliğindeki iktidar düşman yaratmaya çalışıyor kısaca, böylece muhalif seslerin kesilmesiyle birlikte korku imparatorluğu bütün kaynaklarını daha çok baskı kurmak, daha çok üretmek ve dolayısıyla ezmek için kullanabiliyor. Gerçi Haldeman'ın konusu bu, aşağıda. Dört başı mamur, kültlüğünü sonuna kadar hak eden bir roman Heinlein'ınki.

Bitmeyen Savaş'a baktığımda günümüzün anlatısına daha yakın bir özellik buldum; Ballard'ın dediği gibi erdem öğretilebilir bir şey olmaktan çıktı, bireysel kaosların canlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Dolayısıyla William Mandella'nın söyleyecek pek bir sözü, yaşayacağı ideali, büyük fikirleri yok. Fizik eğitimi aldıktan sonra seçkinleri -okumuşları da diyebiliriz- içeren bir askeri yapıya er olarak girip zorlu eğitimlerden sonra -yallah- cepheye yollanana kadar garip bir heyecan ve çokça sıkıntı yaşıyor. Çağlayan misali akan olayların yanında romanın geçtiği doksanların dünyasında ne gibi yeniliklerin olduğunu yine Mandella'nın ağzından öğreniyoruz. Çökmüş yıldızlara girilerek evrenin bir diğer ucundan çıkılabiliyor, insanoğlunun kolonizasyonu için büyük adım.

Romanın yazıldığı 1970'lere baktığımızda Hawking'in çığır açan çalışmaları karadelikler konusunda yepyeni -ve günümüzde biraz hafif- bilgiler veriyordu, Haldeman zamanının güncel bilgisini kullanıyor ki kendisi de fizik ve astronomi eğitimi almış. Tek yamuğu, bu türde sıklıkla rastlanan tarihlendirme hatası ama kendisi okurdan olayların paralel bir evrende geçtiğini varsaymasını istiyor. Sebep olarak kitaptaki savaşın Vietnam'ın bir kopyası, hatta devamı olarak ele alınması. Haldeman üniversiteden mezun olur olmaz cepheye gidiyor ve yenilgiyi en önden izleme zevkine kavuşuyor, tabii bir sürü soru üreterek. "Acaba bu savaş gerçekten lüzumlu muydu, ne için savaşıldı?" gibi sorgulamalar, romanda komutanların Vietnam savaşı gazileri olarak bir durağanlığın -yenilgi demeyelim- piyonları olmalarına yol açmış. Sürmekte olan bir savaş, Vietnam'da da savaşmış komutanlar, neyle karşılaşacaklarını bilmeyen askerler ve eğitim, eğitim, eğitim. Orduda kadın-erkek ayrımı yok, cinsellik ast-üst haricinde özgürce yaşanabiliyor. Onca yıl eğitimin ardından cepheye sürülen 150 IQ'ya sahip insanlar ölmek ve öldürmek için, alt sınıflar köle gibi çalışmak için... Muazzam bir distopya. "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor," diyen rektör nereliydi, Ugandalı?

Dört bölümden oluşuyor, ilk bölüm Er Mandella. Eğitimler ağır falan, geçiyorum, Heinlein'la paralel. Teknolojik oyuncakları da geçiyorum, Haldeman'ın yarattığı teknoloji son derece makul, güzel ama bir iki nokta düşündürüyor. Göreliliğin çöpe atıldığı söyleniyor ama çökmüş yıldızın orada olması göreliliğe bağlanıyor, Sicim Teorisi'nin palazlandığı yıllarda elde yeterli veri olmadığı için Haldeman bu kısmı daha çok sezgileriyle yazmış gibi geldi bana. Bir de kamuflaj meselesi var. Günümüzde akıllı kamuflajlar üzerinde çalışılıyor diye biliyorum, yani bakıldığı yer neresi olursa olsun optik bir yanılsama yaratarak zemine bakıldığı gibi algılatan bir model. E sen derin uzaya gitmişsin, gemiler yapmışsın, bilmem ne, üç çeşit kamuflaj seçeneğin var? Orman, çöl, bir de bir şey daha. Çiğ geldi bu. Üşenmeyip notlarımı okusam belki üç beş şey daha çıkar ama bu kadar yeterli, daha eşelemiyorum.

Savaşın uzayda atlama zıplama olaylarında gemilerden birinin geri dönmemesi üzerine araştırılıp bulunan Tauran adlı düşman ırk yüzünden çıktığını görüyoruz. Neyse, eğitimlerden sonra bölük Pluton'un Charon adlı uydusuna gidiyor, arada zayiatlar oluyor tabii, birileri ölüyor falan. Mandella birinin hayatını kurtarıyor. Çatışmaya giriyorlar, düşmanları hacamat ediyorlar ama heriflerin silahı yok denecek seviyede. Tauranlardan da bahsedeyim, fizyolojileri bizimkine çok benziyor ama ucubeden sayılmalarına yol açacak nitelikleri var. Bir de ilaç gibi bir şey alıyor bizimkiler, karar mekanizmaları geçici olarak devre dışı kalıyor ve iyi eğitilmiş köpeklere dönüyorlar. Öldürmekten başka bir şey düşünmek, hissetmek yok. "Ben sadece emirleri uyguladım" mantığı her zaman geçerli olacak. "İnsan ırkından tiksiniyordum, ordudan tiksiniyordum ve bir yüz yıl boyunca bu benliğimle yaşama olasılığından korkuyordum... Neyse ki, her zaman hafızamı sildirebilirdim." (s. 97)

İki nokta güzel, birincisi psişik hayvanlar. Bizimkilerden duyarlı olan bazıları bu hayvanları öldürdükleri zaman telekinetik tepkiye dayanamayıp ölüyorlar, ayrıntı olarak iyi. Diğeri de iletişim kurma çabasının çoktan elenmiş olması. Tauranlarla kurulacak tek diyalog bombalar yoluyla gerçekleşiyor.

Çavuş Mandella: Marygay, Mandella'nın aşık olduğu kadın atlamalar sırasında basınç kabinindeki -basınç kabiniyle ışık hızında yolculuk yapabilmek, hmm- bir problem yüzünden ağır yaralanıyor ve zor da olsa tedavi ediliyor. Emekli olup Dünya'ya gitmeye karar veriyorlar ama ışık hızında yolculuk yapmak insanı genç ve dinç kıldığı için -ki herkese sigarayı bıraktıktan sonra günde 1 saat yürüyüşle birlikte tavsiye edilir- zamanın normal seyrinde ilerlediği yerlerde, evrenin kafayı yemediği birçok noktada diyelim, yıllar, belki yüzyıllar geçmiş oluyor. Haliyle döndükleri gezegen bildikleri gezegen değil. Haldeman'ın yarattığı alternatif Dünya güzel; iktidar olan BM'nin egemenliği korkunç. Para birimi olarak kalori kullanılıyor, kağıt parçalarına ve sayılara güven duymaktansa besin değerine bel bağlamak dünyanın ne kadar parçalandığı hakkında fikir verebilir. Şehirlerde güvenlik aşırı sıkıntılı, gücü yeten herkesin koruması var. Çekirge Etkisi adlı kitapta kolluk kuvvetlerini güçlendirmenin bu tür bir güvenlik önlemine göre daha az maddi kayba yol açacağı güzel bir şekilde anlatılıyor, iktidar mekanizmaları bunun farkındadır ama doğru şeyi yapmalarına yol açacak bir isyan çıkmıyor, en azından başta.

Şimdi hatırladım da, Yer Açın! Yer Açın! adlı muhteşem kitabı okumanızı tavsiye edeceğim. Şehirde insandan boğulmak neymiş, tam karşılığını bu kitapta bulursunuz.

Mandella annesinin yanından Marygay'in yanına gidiyor, zira kadın çok yaşlı olduğu için tıbbi yardım alamıyor, neyse. Komün yaşamının sürdüğü bir yerde yaşayan Marygay ve ailesi, Mandella'yı aralarına mutlulukla katıyor ama yağmacıların bir gece baskını sonucu neredeyse bütün komün yok ediliyor, iki kadersizimiz tek çareyi orduya dönmekte buluyor. Dönüyorlar.

Bu bölümde şehirlerdeki gökdelenler ilgimi çekti. Modern Babil Kuleleri. Her çeşit insan, her çeşit sosyal ortam, her türlü sefillik, her şey gökdelenlere sıkışmış vaziyette. Tanrılaşmaya, gökyüzüne dokunmaya çalışan insanoğlu için kallavi bir ironi.

Sonraki bölümler okurun ellerinden öper. BK sevenler için kaçmaması gerekir. Gereken özeni gösteriniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder