9 Mart 2017 Perşembe

Özgür Çakır - Yükşehir

İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı'nın yanına koyuyorum bunu, aynı sıkıntıyı yaratabildi ki oyun bitse de hava alacağım bir yere çıkabilsem diye kıvranıp durmuştum. Kitabı elimden bırakamadım, zaten bir solukta okunuyor. Meselesiyse uzun süre peş bırakmıyor, fazla sıkılmış ve gevşetilemeyen bir kravat gibi. Az sonra okkalı bir sopa yiyecek, hacamat olacakmışsınız da saksıya fesleğen gibi oturacakmışsınız anlamı da çıkar.

Şuraya bırakayım, mutlaka gidin ve izleyin:


"Bü" yük, atılmış. Çeşitli geçim problemleri, kuşak çatışmaları, akışkan aşklar derken nirengisi kayıp insanlar arasında İstanbul'un bildiğimiz manzaralarına karışıyoruz. Beyaz yakalıların dünyası; gecekondulara pek bulaşmadan, çadır kentlerin kıyısından dolanarak ilerliyoruz. Gülünecek hale mi ağlanıyordu neydi, öyle bir mizahi yaklaşım var ama insanın gülümsemeye hali de kalmıyor açıkçası. Pandomima'nın Paskal'ına, ünlü hatıra defterinin yazarına gülmek isteyenler için değil bu. İnsanların zorlukla taşıdığı bir şehrin türlü çarpıklığı karşısında İstiklâl Marşı okunurken sırıtıp hemen ciddileşen çocuklar oluruz ancak. Tepemizde sopa, ona inat gülünecek bir şey bulunur.

Çirkin Havuz: Bozuk para atılan havuzu okumadan birkaç gün önce Emre'yle aynı şeyi Moda'da yapmıştık. Bir şeylerden memnun değildik, erken gelen baharı bir an önce kutlayıp soğukları yetiştirmek için öğle vakti biralarımızı alıp deniz kenarına indik. Memnun olmadığımız şeyleri denize dökmeye geldiğimizi sanıyorduk, biz döküldük. Benden 1 TL, ondan 2 TL sulara bırakıldı. Sonrasında bu öyküyü okudum. Havuzun bir zamanlar Bahariye'nin sonunda yer alan havuz olduğunu hayal edip mutlu oluyorum, lisede okulu kırıp kenarında az oturmamışızdır. Öykünün karakterleri de o sırada oradaymış da ne yaptıklarını anlayamamışız gibi. Biz büyümüşüzdür, onlar daha da büyümüştür ve ilişkiler, işler iyice güçleşmiştir. Anlıyoruz onları artık, 2000'lerden sonra zamanın hepimiz için durduğu fikri uzun süredir aklımı kurcalıyor ve işinden olan, sıkıntılarla boğuşan arkadaşlarıma yardım edebilmek için kenara para ayırmaya bakıyorum. Öyküdeki abimiz gibi açlıktan hırsızlığa meyleden ve yakalanınca dayak yiyen bir arkadaşım olmadı, olmasın. Çıkarsak birlikte çıkalım, batarsak birlikte bakalım. Together we stand, divided we fall. Hemen ardından Sait Faik'in Havuz Başı öyküsünü hatırlıyorum, kıyaslıyorum ve kara suya atılan paraların çağrıştırdığı bekleyişi düşününce kara bir çağda sürdürdüğümüz yaşamımızda fıskiyeler karşısında hayrete düşmeyecek olmamıza derinden üzülüyorum.

Yükşehir: Ali Bey, camdan gördüğü kadarıyla kendisini bir kaşık suda boğmak isteyen gri, kalabalık, stop lambalarının pusunda kirli şehrin nesine kanmış? Babasının zeytin ağaçlarına bakmak istemediği için memlekete dönmemesine rağmen çarpıklığın nesine kanmış? İş görüşmesinde 1500 TL teklif eden kadını masaya yatırıp iyi etmek istemesine rağmen, adı söylenince adresini arayan sperm gibi fırlayan kardeşimiz Ali Bey, aynalarda kim olduğunu bir türlü hatırlayamayan, babasının gölgesinde yaşamak istemeyen Ali Bey, az mahsul, Suriye krizi, işsizlik, aylık hesaplar, sap koalisyonunda baş içkici... Ali Bey! Ali Abi! İstanbul'dan uzaktayken hayatı kaçırıyormuşum gibi bir hisse kapılırdım, ikinci senenin ortalarında Kadıköy'ü özlemekten bir hal olurdum, ormanı ve denizi ve yolları ve insanları ve daha neleri bırakıp doğup büyüdüğüm yere, İstanbul'a, Kadıköy'e geldim de ne buldum? Ali Bey, sen ne buldun?

Artçı: Bu acıtır, hatırlamak istemiyorum.

Fırdöndü: Hikâye benim için tanıdık. Zonguldak'ın beldesi. Okuldan çıktım, deniz kenarına yürüyorum. Taşlığında balık ağları asılı bir evden adamın teki apar topar çıkıyor, dönüp karısına bağırıyor: "Ulen bütün gün balık tutuyom, içmeyip de n'apçem?"

Tuttuğu balıkları üçe beşe okutup bir kısmını da yiyerek yaşayanlarla ilgilidir, daha çok onların sıkıntılarıyla.

Sarı Bira: Kitaptaki iki üç öykünün karakterleri ortak, bir karaktere başka bir öyküde rastlayabilirsiniz. Murat ve Ali böyle.

Murat içmeye başlamayabilirdi, başladı. Annesini üzmeyebilirdi, kendisi üzgün olduğu için böyle bir şey mümkün değil. Nohut-pilav satarak geçindi, tamam. Kadim Kaptan'ın vapur kaçırma teklifine onay verdi, mangal yapacaklar. Arkadaşı Ali'yi ayarladı, o da iyi. Hadi bakalım. Fatura ödenecek bir de, öde Firuze. Murat.

Arife Günü: Ah!

Kuşak farkı, müzisyen, kovulu ve başarılı oğul, kızgın baba. Söyleyemiyorum daha. Birkaç öykü daha var, giremedim.

Kitabı beğenmeyenler olmuş, çiviye alışkın olmayanlardır. Çakır'ın çivi gibi öyküleri var; puanla değil de havlu attırarak kazanır. Sağlam bir yumruğa hazır olun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder