11 Mart 2017 Cumartesi

Lars Iyer - Kuşku

Bu kez Olric -aslında W.- konuşuyor ve ağzından bal damlıyor. "Sen yokken iyiydim, şimdi seninle birlikte hiçim ve senden iğreniyorum. Obezsin, bir şey üretemiyorsun, felsefenin erdeminden zerre nasibini almamışsın, alkolik olduğun için altına sıçtın sıçacaksın duygusuyla saçmalıktan başka bir şey üretmiyorsun. Mesihçiliğin getirdiği sonsuz bekleyişte hapissin, her an kıyamet kopacak gibi yaşıyorsun ama bir şey olduğu yok, bok içindeyken kurtuluştan bahsediyorsun. Kazanmıyorsun, yenilmiyorsun ya da yenilgilerinden haberin yok çünkü sen aptalsın, bulaştırdığın aptallığınla hiçbir şey yazamamama sebep oluyorsun. Allah senin belanı versin, keşke ölsen ama bundan bile mahrumsun."

Bir altkişi olarak W. kuzeydoğuda mı, güneybatıda mı, her neredeyse bir üniversitenin felsefeden sorumlu zihin bakanı olmasının yanında Lars'ın aklını sürekli karıncalandırmasıyla bilinmektedir. Kız arkadaşının karşısında mutlak mağluptur, muhteşem ayyaşlardan ilkidir ve ikinci olan Lars'ı bu konuda bile yerin dibine sokmaktan çekinmez. Yerin dibi, ters çevirdiğinizde göğün yedinci katı demektir. Dünya sancısı bağırsaklarında kıvranıyor, taviz vermekten ve özür dilemekten başka bildikleri bir şey yok ki insan gerçekten, bir an gerçekten düşünebilse bu ıstırabı bitirebilir ama intihar zafer demektir ve adamlarımız zaferin göz akını göremeyecek kadar uzaktalar. İsviçre'deler, Levinas ve Blanchot'nun buluştuğu yerde. Avrupa'nın tarihle bütünleşmiş şehirlerinde yerleri yok, mirastan bir parça bile alamamışlar ve yeni bir tür çürümüşlük var üzerlerinde; geçmişe yaslayıp dik tutabilecekleri bir kaybediş değil onlarınki. Onlarınki kesin, kaçışsız bir yıkım. Ötelenemez. Her ana peş.

Leonard Cohen'ın biyografisini bitirecektim sözde, hava çok üşüdüğü için sahilde yürüyüşe çıkamadım, Sezin de hür general olarak takılmak istediği için eve kapandım ve Kuşku'ya başladım. Başlayalı çok olmadı, biteli de öyle. Hemen yazmalıyım yoksa duygusunu kaybedip yazamadığım yüzden fazla kitabın arasına gömülecek. Çılgıncasına öneriyorum bu kitabı. Şimdi devam.

Düşünceler onlar için tutulamaz, akışkan şeyler. Birkaçını yakalayabilseler sıraladıkları basamakları tırmanıp başka bir manzarayı dikizleyebilirler ama mümkün değil, bu yüzden düşünebilenlere gıpta ediyorlar. Mesela liderlerinden biri. İyi adam. "Hayatı, kendinden çok ama çok önemli bir şeyin, düşüncelerin haznesi olmaktan ibaretti sanki." (s. 19) Kafka ruhani liderleri, o da ayrı hikâye. Kafka-Brod ilişkisi metnin izleklerinden birini oluşturuyor. Kafka'nın çıkışsız dünyası onları zehirliyor, böyle düşünüyorlar. İkisi de Brod, birbirlerinin Kafka'sı değiller ve yeteneksizlikleri yüzünden ortaya çıkarabilecekleri, muhafaza edebilecekleri eserleri yok. Çağın büyük felaketleri entelektüel düzeyde hiçbir yansıma bulamıyor, kendileri de üretemediklerine göre ışıklarının yansıyamamasıyla yaşamak zorundalar. Kafka'nın dünyası anlatılabilirdi, anlatıldı. Eski Avrupa'nın ifade ettiği şeyler Nietzsche'nin hışmından ve Kafka'nın acısından nasibini aldı, yeni dünyadaysa eskinin savaşları, değişen paradigmaları yok, sıkıntılı bir şimdiye hapsolunmuş. "Ne olabilir bu, davamız ne? Bok çukuru bir dünyada ne isteyebiliriz? Öncelikle, kendine güvenme, çukurlar kazıp saklan. Bütün umut kırıntılarını, kurtuluş hayallerini yok et. Çünkü iyi olmayacak. Yol hiçbir yere varmayacak. Hiçbir şey bir anlama gelmiyor. Merkezin bir önemi yok. Her yanda acı var - bu konuda hemfikiriz. Her yanda acı ve dehşet var. Ama ilk adım kendimizi dışarıdan çekmek, sonra kendimizi kendimizden çeperleştirmek." (s. 44)

Karanlığı gösterenler metinde yer almıştır, içte veya dışta: İçeride Béla Tarr, Lars'ın müridi olduğu rutubeti en iyi anlayabilecek kişi. Rutubet konusuna değinmem gerekiyor. Rutubet, nem, lağım, pis su, foseptik, çürüme, Muannit Sahtegi'nin evini basan bokların -üstelik kendisine ait değil!- arasında yere çöktüğü bölümü hatırlıyorum, köhnemiş ruhların bedenden çekip gidebilme hürriyetine kavuşmaları gerektiğini düşünüyorum. Burada Lars'ın evi rutubet tarafından işgal edilmiştir ve Lars kiremitleri, sıvaları kazıdıkça daha fazla küf, daha fazla çürüme açığa çıkar. Çürüme Lars'ı doğurur, Lars çürümenin dili, sözcüğü haline gelir. Bazı şeyler bazı anlamlara gelmese de Lars'ın evini gören W. için de durum böyledir. Ne yapılırsa yapılsın rutubetten kaçış yoktur, zaten bu konuda pek uğraş da yoktur.

Beckett, arka kapakta.

Edebiyat, bir sayfada. W., edebiyattan kurtulabilmek için matematik öğrenmeye çalışır, sözcüklerden çok sayılarla düşünmek için yeterli motivasyonu varsa da eğitimi yok, zaten çok geç. "Keşke biz de düşünceleri yıldırımlar gibi parlatabilsek cümlelerimizle!" (s. 103) Yunanca öğrenmeye çalışır, beceremez. Karakterlerin muzaffer olabildikleri ne var derseniz size muzafferiyetin ne olduğunu sorarım. İki dip balığının yüzeye çıkmalarını izleseniz yeter, daha fazlasına ne sizin, ne onların ihtiyacı var.

İşte bu, okumadığınız için geçen her saniyeden çalan bir kitap. Edinin isterim, Beyoğlu Mephisto'dan 10 TL'ye aldım, Kadıköy'de var mı, bilmiyorum.

"İnsan ne işinden başka meşgaleye vakit bulamayan gerçek proletarya için yazar; ne de mülke aç, dinleyecek kulağı olmayan gerçek burjuvazi için. İnsan proletarya ya da burjuvazi için değil, uyumsuzlar için yazar; yani arkadaşları için, arkadaşlarından öte, bizimkine benzer hayatlar süren, bizimle üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri anlayan, aynı şeyleri kabullenebilen ve aynı şeyleri reddetmeyi bilen, aynı iktidarsızlık ve resmi sessizlik halindeki sayısız insan için." (s. 158)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder