4 Mart 2017 Cumartesi

Ray Bradbury - Karahindiba Şarabı

Çocukluğun dünyası.

Zaman algısı ve masumiyet yitirildiğinde anılar tekrar işlenir, yetişkinliğin koyu rengi manzarayı baştan boyar. Puf, bir anda başkasının çocukluğuna bakarız. O kimdi? Biz değiliz, bizden çok uzaktaki biri, pencereden sokağa baktığımızda gördüğümüz çocuklardan biri, gerçi yıllardır sokakta oynayan çocuk görmedim ama neyse.

Stephen King, yaratıcılığının bir bölümünü çocukluk algısını kaybetmemesine bağlıyor. Animizm ve sezgisel dönem, Piaget'nin söylediğine göre çocukların dünyayı anlamlandırmasında başat işler. Tamamen benmerkezcil. O zaman ne olacak, çocuk uyuduğu zaman hiçbir şeyin var olmadığını, uyandığında evrenin de kendisi için tekrar oluştuğunu düşünecek. Douglas ve kardeşi Tom için işler böyle, zaten Bradbury de, bir adamın içinde saklanan çocuk olmasa kitabın yazılamayacağını söylüyor. Yaz biter, iyi gelir sözcükler falan, güzel ama çocukluğunu koruyabilmiş yetişkinler için sonsuz yazın kapıları her zaman açık.

King zaten Bradbury'den oldukça etkilenmiş ama en önemli esinlenmenin bu algıdan kaynaklandığını düşünüyorum; orta karar bir kasabanın renkli insanları, karanlık köşeleri, doğanın kazandırdığı saf bir kavrayış yeteneği ve elbette aile, King'in kurduğu dünyaların temelini oluşturmada oldukça yardımcı olmuştur sanıyorum. Farklı olaylar ve kişiler, benzer duyarlılık.

Bradbury, çocukluğundan itibaren bir şeyler yazdığını ve etrafında gördüklerini sözcüklere dökebilmek için çalıştığını söylüyor. Biriktirdiği şeylerin beklemesi gerek; yazarken yetişkinliğin getirdiği olgunlukla o güzel yaz aylarını irdelemek, metnin içerdiği oyunları ayakları sağlam temellere de oturtabiliyor. Yazarın yıllar sonra kızlarıyla birlikte doğduğu kasabaya geldiği anı düşünüyorum; bir yanda ortalıkta koşturan çocuk, bir yanda çocuğun gelecekte sahip olacağı kızları, ilginç bir ikilik yaratmış olmalı. Anlam vermesi zor, böyle bir şey nasıl olabilir ki? Anılar gerçeği şekillendiriyor ve tam tersi; öyleyse buradan bir yaz romanı çıkar. Diye düşünmüştür belki Bradbury.

"O zaman işte benim, bir zamanlar ağzında şekerleme, köpek dişleriyle yarasa elbisesi giymiş ve ağaçlarda tepetaklak asılı duran, sonunda on iki yaşlarında ağaçlardan yere düşerek kendine oyuncak bir daktilo makinesi bulup ilk 'romanını'; yaşamı olduğu kadar ölümü, ışığı olduğu kadar karanlığı, genci olduğu kadar yaşlıyı, akıllı ve aptalı birlikte, tam dehşet kadar saf neşeyi de yazan çocuğu kutlayışım." (s. 10)

Aile, doğa. Douglas babasının gölgesinde yürür, Tom da abisinin. Nesiller boyunca aktarılan bilgelik, erdem, onur. Ortabatı'nın küçük kasabalarındaki küçük çiftliklerden biri. Çocuklarına, "Bir milyon yıllık yararlı yaprak çürüğü aşağıya döşenmiş. Bunu yapmak için geçen sonbaharları düşünün," diyen bir babayı panteonda Gaia'nın yanına bir yere koymak lazım diye düşünüyorum. Bir parçası olduğumuz doğanın sonsuzluğu ve insanın duyması gereken saygı daha iyi nasıl öğretilebilir? Bu bilgi sayesinde çocuklar yaşadıklarını hissediyorlar. Anlık bir parıltı. Bilincin farkına varma. Dünya artık daha gerçektir, daha renkli. Yaşadığının farkına varmayan insan gerçekten yaşamış mıdır? Ritüel gibi bir durum da var; erginliğe ulaşmak için toplumların binlerce yıldır sürdürdüğü geleneklerden olan yolculuk, mücadele gibi zorlayıcı ödevler ölümlere yol açabilse de topluluğa birey olarak kabul edilebilmenin yolu ritüelleri tamamlamaktan geçiyor. Bir arketipin yansıması aslında, kahramanın sonsuz yolculuğu gibi. Yolculuk biter ve değişim gerçekleşir; daha iyiye ulaşılmıştır. "Ve burada, oluşmuş veya henüz oluşmamış patikalar, bir erkek olmak için yolculuk yapmanın gerekli olduğunu çocuklara anlatırdı." (s. 33) Yürümek yani, en doğalından. Şarap da bir başka metafor, yazları yapılır ve yazlar şişelerde muhafaza edilir. Geçmişe şöyle bir göz atmak isterseniz şişelere bakmanız yeterli.

"Bu şişeyi üç yaz önce doldurduk. Güzel bir yazdı, bir sürü şey olmuştu."

İnsanın kendi hikâyesini yaratmasında mihenk taşları.

Yarı izole bir dünya. Çiftliğin sınırlarının dışında kasabanın tekinsizliği hissediliyor. Çocukluğu Abdülhak Şinasi Hisar misali nostaljiyle bırakmıyor Bradbury, büyüdüğü kasabanın bütün duygularını taşıyor. Korku da bunlardan biri; Yalnız Adam'dan bahsedeyim. Bu yarı mitik Yalnız Adam, kadınları öldüren bir psikopat. Kimse görmemiş, neye benzediğini kimse bilmiyor. Douglas'ın gece geç vakit eve dönmediği zaman annesinden yediği papara bir yana, kasabalı kadınlardan birinin tek başına eve dönerken yaşadığı korku öyle kuvvetli ki katharsis yüzünden elleriniz soğuk soğuk terliyor. "Gir ulan şu eve artık!" diye bağıracaktım az kalsın. Kadın zaten yalnız yaşıyor, nihayet girebildi evine. Tabii oturma odasından gelen öksürük olmasaydı her şey çok güzel olacaktı.

Yine bir Bradbury farikası; merkezde bizim çocuklar olsa da örümcek ağı gibi bir anlatının yardımıyla kasabadaki diğer insanların yaşamları üzerinden dönen hikâyeler de var, mesela Tarotçu Bacı. İki kardeş, oyun salonu sahibinin kötü davrandığını düşündükleri tarot makinesindeki otomat kadını kaçırıyorlar, kadının kendileri için kehanetleri olduğunu düşünüyorlar falan, bir ton macera. Şunu da eklemek istedim; Bradbury'nin karakterleri anlatış biçiminin Uşaklıgil'inkine feci derecede benzediğini düşünüyorum, böylesi bir incelik var.

Bay Jonas, işte bu herif ilham verici. Normalde kasabanın çöplerini toplayıp ev ev gezdiriyor, işi bu ama veli gibi bir adam. Şimdi kitapta bulamam, aklıma geldiğince şöyle diyor: "Birilerinin çöpü, diğerlerinin lüksüdür." Çok orijinal bir adam, Douglas hasta olup yataklara düştüğünde, adım adım ölüme gittiğinde annesinin izin vermemesine rağmen Douglas'a bir ilaç getiriyor ve çocuğu ayağa kaldırıyor. İlacın içeriğinde saf kuzey havası, İrlanda Rüzgarı vs. var. Çok severim böyle hikâyeleri, fantazinin nereden çıkacağı hiç belli olmaz, her zaman sürprizlere açıktır.

Bir de modernizm eleştirisi elbette; eve ziyarete gelen hala, annesine yemek kitapları, malzemeler vs. getirir. İyilik yaptığını düşünmektedir ama sonuç tam tersi olur, yemeklerin tadı kaçar, kimse yemeğini bitiremez. Dede bir gün halanın eline bileti sıkıştırıverir, evden yollar. Douglas her şeyi eski yerine koyar ve ev yine leziz yemek kokularıyla dolar.

Çok sevdim çok; çocukluktan yaşlılığa, doğadan kente mükemmel bir anlatı bu. Şiddetle tavsiye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder