2 Temmuz 2019 Salı

Arthur Asa Berger - Bir Postmodernist İçin Postmortem

Şimdi metin postmodernizmi orasından çekip burasından ittiği için kendisinde de postmodern bir dalga var mı diye dikkatle okudum. Evet, metin kendini de dalgaya alıyor, karakterden karaktere geçişlerde veya karakterlerin gelişimlerinde, gelişmeden tekamül etmelerinde, pek çok şeyde parodinin izi açık. Modernist metinlerde de var bu, postmodern nerede? Postmodern, postmodernin bütün klişelerini bilinçli olarak kullanmasında. Postmodernin türevi alınınca olur postmodern, sanırım. Ben çok anlamam bu dönem işlerinden, tür meselelerinden falan. Ama bu metin postmodern. Evet. Polisiye üzerinden postmodern postmodern yürümek de anlamlıdır, çünkü eylem tarihi, toplumsal ve bireysel bağlamından koparıldığında ortaya kocaman bir belirsizlik çıkar, hemen her yöne çekilebilen anlatının zemini kayganlaşır, metinde söylenenleri ele alırsak katilsiz bir maktulün neden-sonuç zincirinin bir kutbundan fazlası anlamına gelmemesi, zincirin diğer halkalarının kayıp olması koca metni patlamayan bir tüfeğe, silaha çeviriyor zaten, klasik anlatıya muhalif bir şey. İkincisi, yazar durumu iyice muğlaklaştırıp arazi olma derdinde. "Yazarın Notu" bölümünde bu metnin kendi eseri olduğunu, iddia edildiği gibi kurmacadaki bir roman yazarının eseri olmadığını söylüyor. Kör göze parmak. Bayatlıktan yeni bir tazelik çıkıyor mu, eh, aynı teknikleri kullanıp ortaya yeni bir şey ortaya koyduğunu düşünen yazarlarınkinden daha iyi bir iş olduğunu söyleyebiliriz. Şöyle mesela; metin içinde metin olayı, karakterin yazmaya başladığı romanın okuduğumuz roman olduğunun ortaya çıkması gibi mevzular kabak tadı bile vermiyor artık. Merkezde öznellik/insan/sağlam zemin olmayınca anlatı oyunlarından öteye gitmeyen kuru metinlerle karşılaşıyoruz. Ara bölümlerden birinin epigrafını alayım, postmodernin edebiyattaki klişelerine değiniyor: "Metinde alışveriş listeleri, menüler ve/veya yemek tarifleri var mı? Roman olarak aynı başlığa sahip bir roman içinde roman içeriyor mu? Kapağında bir sürü küçük geometrik şekil ve Robert Coover'dan bir alıntı var mı? Céline bir sürü Tab içmiş olsaydı, size Céline'i hatırlatır mıydı? Elinizdeki romandan nefret etmek kolay mı?" (s. 189) Yeterince örnekle karşılaştıktan sonra artık çok kolay. Okumayı bıraktığım metin sayısı çok çok az, okuduğum şeyi ne olursa olsun bitirmeye çalışırım ama Ruhi Mücerret'i otuz küsuruncu sayfadan sonra bırakmıştım, yazarın ilk metnini ayıla bayıla, ikincisini ittire kaktıra okuduktan sonra üçüncüye sabrım kalmamıştı artık, oyundan gına gelmişti. Zıt kutbu düşünüyorum, Kâğıt İnsanlar mesela. Bu metinde "aslında gezegen olan bir adam" vardır, karakter. Anlatısında yitirdiği bir kadının sözü çok geçer, kadın bunu gezegene bakarak anlar -bunu uydurdum ama keşke böyle olsaydı, belki de böyledir- ve adama mektup yazar, acının anlatıyı bozmamasını, gerçekliği çarpıtmamasını ve nasılsa öyle yazılmak istediğini söyler, aksi halde adama romanını yeniden yazmaya başlamasını söyler veya metni hiç yazmamasını rica eder. Çat! Metin yeniden başlar. Başlık, bölümler, bir süreliğine başa döneriz. Karaktere ayrılmış bölümler boştur, adam gerçekten konuşmaz, boş sayfaya veya sayfanın boş olduğu bölümlere bakarız. Bundan bahsediyorum. Bu artık oyunluktan da çıkıyor bir süre sonra, acının biçimleri haline geliyor. Acı parçalar, yapıştırır, gerçekliği bozar. Gerçeklik dediğimiz şey hayatımızı oluşturan hikâyelerimizi bir arada tutma çabasından başka nedir? Birinin gelip bu hikâyeleri çektiğini, alıp götürdüğünü veya hikâyelerin yanlış/yalan olduğunu söylediğini düşünün. Kurmacada bundan daha iyi bir akrobasi görmedim henüz, bunu arıyorum, yaşadığından emin olan karakter arıyorum ama bu eminlikten olabildiğince şüphe duymasını istiyorum. Evet.

"Kişiler" bölümünde kişiler var. Ettore Gnocchi üniversitede profesör, yardımcılarıyla birlikte postmodernizm konulu bir konferans düzenliyor, hazırlık aşamasında. Elim olay yardımcılarıyla yediği bir akşam yemeği sırasında gerçekleşiyor, dört farklı şekilde öldürülüyor. Aynı anda. Shoshana TelAviv, Gnocchi'nin İsrailli eşi. Postmodernist ve eşiyle aynı üniversitede profesör. Güzel bir kadın. Alain Fess'le ilişkisinin olabileceğinden bahsediliyor. Henüz bir halt bilmiyoruz. Alain Fess, Fransa'dan parlak bir filozof, Gnocchi'nin danışmanlığında yazdığı tez ses getirmiş, TelAviv'le ilişkisi olabilir, olmayabilir. Slavomir Propp, Rus dilbilimci ve postmodernist. Yaşlı bir adam, göbekli. Yemek sırasında elinin TelAviv'in bacağında ne işi var, bilmiyoruz ama biliyoruz. Myra Prail, Gnocchi'nin yüksek lisans öğrencisi. Çok güzel, çok zeki ve çok tehlikeli. Basil Constant postmodern edebiyatta bir mihenk taşı, Prail'ın eserleri üzerine tez yazdığı adam. Thomas Pynchon olduğu söyleniyor, yeni Calvino yakıştırmaları yapılıyor, eşcinsel olabilir. Miyako Fuji, Tokyo'dan şık bir felsefe profesörü. Hocası ve tez danışmanı Gnocchi. İnsanlara dik dik baksa da kibar bir insan. Solomon Hunter, cinayeti aydınlatmaya çalışan müfettiş. Postmodernizm hakkında hiçbir fikri yok, metin bu bilginlerin Hunter'a postmodernizmi anlatmaları üzerinden şekilleniyor, postmodernizme giriş mahiyetine sahip oluyor böylece. Her karakterin bir gizemi, garip bir davranışı vs. var ve anlatıya henüz geçemedik, bu bölümün anlatıcısı fitili ateşleyip kenara çekiliyor, son bölüme kadar sesini duymuyoruz bir daha. "Birinci Bölüm" Gnocchi'nin yemek masasındaki durumuyla açılıyor, yardımcılarıyla yediği rutin akşam yemeklerinden birinde, evinde elektrikler gidiyor ve geliyor, aa, adam ölmüş. Başında bir delik var, kurşunlanmış. Sırtında gümüş bir hançerin sapı. Tahtadan uzun bir ok yanağına saplanmış. Kadehinden sülfürik bir buhar yükseliyor. Yüzünde bir gülümseme. Hunter mekana teşrif edince neden direkt kanıtlara yönelmiyor, evde arbalet veya silah aramıyor da masadakileri sorguya çekiyor, onu da postmodernizmin huyuna verin. Sorgulamaların her birinde postmodernizme dair parçalar buluruz, ayrıca hikâye de dallanıp budaklanır. Aşıklar, sevişenler, ayrılanlar, bir sürü bilgi çıkar ortaya. Gnocchi'nin üzerinden çıkan notta, "Kuramcıyı yakalamak için kuram gerekir" yazmaktadır, dolayısıyla Hunter'ın masadakilerden eğitim alması şart. TelAviv sorguya çekilen ilk karakter. Amerikan toplumunun mevcut durumunu anlamak için postmodernizmi ve postmodernizmin toplumlar üzerindeki etkisinin anlaşılması gerektiğini söylüyor ve devam ediyor, postmodernizm bir inançlar, değerler toplamı ama bu inançlarla değerler yeni bir mamul, her şeyi içeren çorbadan iki kaşık. Kitlesel medya devrimiyle başlıyor, yüzeysellikten ve gösterişten zevk alan, ironiden hoşlanan insanlar yaratıyor. "'Artık herhangi bir bütünlük ya da doğrusallık yok. Gerçeklik her birimiz için farklı.'" (s. 35) Sinematik bir dünya, gerçeğin temsilleri gerçeğin yerini almış durumda. Çok kapsamlı bir mesele olduğu için Lefebvre'den Nietzsche'ye kadar uzanabilecek bir düşünceler toplamından bahsediliyor genel olarak, Nietzsche bilinç sayısı kadar gerçeklik olduğundan bahsederken Lefebvre bu gerçekliklerin mekanın yaratımında kapitalizmin bir enstrümanı haline geldiğinden dem vurur, kısacası her yönden kuşatma altındayız, biz anlam arayanlar. Çok affedersiniz, boku yediğimizi siz de hissetmiyor musunuz? İnsanlar anlamı bulamadıkları için pırıl pırıl delirmişler, psikologlara harcanan bir dünya para ve zaman, başka insanlara ettikleri zulüm derken ne yaşadıklarından bihaberler. Korkunç ama çözümü var, televizyonu açıp ahmaklaştırıyorlar kendilerini, böylece çıkışı da umursamaz hale geliyorlar. Umutsuzluktan midem bulanıyor bazen. Neyse, Alain Fess'e geldik. Amerika'da "geleceği" bulduğunu Fransızların bu yüzden heyecanlı olduğunu söylüyor. Amerika'yı Amerikalılara açıklamak konusunda Fransızların ata sporu olduğundan, bunun De Tocqueville zamanından beri sürdüğünden bahsediyor. Modernizm ve postmodernizm arasındaki farklılıklardan girerek postmodernizmi tarihi bağlamına oturtuyor ve cinayetlerde gerekçelerin mutlak suretle konu dışı olduğunu anlatıyor. Bir de şu: "'Evlilikler modernisttir; ilişkiler postmoderndir.'" (s. 46)

Propp'a geliyoruz, masalını açıklasın. Anlatılar ve simülasyon üzerinden yürüyor. İlki insan için yıkıcı, bireysellik ortadan kalkınca hangi anlatının hangi gerçeğine veya kurmacasına tutunacağız? Kendi hayatı ve hisleri olmayan hayaletler gibi yaşamaya başladığımızı söylüyor Propp. Bir aktör, aktris, karakter özdeşleşim için orada hazır bekliyor, onun duygularını yaşamaktansa risk alıp neden hayatı yaşayalım, değil mi? Kamusal anlatılar kül yığınına dönüştüğü için parçalı, kişisel anlatılardan başka bir şey kalmıyor elde. Devreye Lyotard giriyor ve meta-anlatılara duyulan şüphenin postmodernizmin tanımı olduğu fikriyle Propp'un sorgusunda yerini alıyor. Araya cinsellik giriyor, geriye hazdan başka bir şey kalmadığı için yalandan da başka bir şey kalmıyor geride. "'Sevgi mi? Sevginin bununla ne ilgisi var? Sevgi, modernist bir soyutlamadır. Postmodernistler seksle daha çok ilgilenirler... ve şüphesiz şiddetle.'" (s. 58) Myra Prail, Frederic Jameson üzerinden yürüyor ve postmodernizm için "kapitalizmin kültürel aşaması" yorumunu yapıyor. Filozofları dedektif olarak görüyor, postmodernizm bir hastalıksa tanısı ve ele geçirilmesi şart. Sonuçta ölen bir toplumun tepesinde postmodernizm dikiliyor, kanıt bulunduğu an tepetaklak edilecek ama bilin bakalım ne yok?

Kalanları geçiyorum, Gnocchi'nin mektuplarına geleyim. Konferansa davet ettiği insanlar yıldızlar karmasını oluşturuyor: Jameson, Lyotard, Baudrillard, Habermas. Her birinin eserleri üzerinden özetleyici çıkarımlarda bulunuyor ve bu düşünürleri okura tanıtıyor Berger, hoş. Sonrasında Gnocchi'nin son dersini içeren bir video izleniyor, Gnocchi dünyanın içinde bulunduğu durumun analizini yapıp umudun gençlerde, karşısında duran öğrencilerde olduğunu, insanlığı bu cehennemden yeni ruhların kurtarabileceğini söyleyerek dersi bitiriyor. Aynı şey bu metnin okurları için de söylenebilir, bir şeylerin ters gittiğine inanan gençler bu metinde Gnocchi'nin son dersini bulacaklar. Hunter'ın iki saat içinde postmodernizm konusunda ihtisas yapmış kadar bilgi sahibi olma sürecini de bulacaklar. Adamın konuşması, hareketleri, her şeyi değişiveriyor onca sorgulamadan sonra, aydınlanma hali. Adlardaki ve soyadlardaki sembolizme dikkatinizi çekerim. Sonra ne oluyor, Gnocchi'nin zaten öldürülmeden önce öldüğü anlaşılıyor, doğal sebeplerden. Hunter, bir dizi insanı ölü bir adamı öldürmekten hapse tıkmak istemediğini söyleyerek kendi rolünü oynuyor ve sahneden çekiliyor. Basil Constant'ın klişesiyle de bitiriyoruz, Bir Postmodernist İçin Postmortem adlı metnini yazmaya başlıyor, perde kapanıyor.

Meseleye ilgi duyanlar okumalı, sıkı kurmaca okurları da okumalı. Hem bir postmodernizm özeti, hem de bir cinayet hikâyesi. Ama değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder