Pek de hatırlamıyorum öyküleri ama bir bakayım, Kipling'den Canavarın İşareti. Kolonyal bir korku öyküsüdür, Plinius'un başlattığı Öcü Doğulular anlatısının günümüze yakın halkalarından biridir. Lovecraft da Doğu'yu pek merak edip derinlemesine araştırmalar yaptığı için bu öyküyü sevmiş olsa gerek. Öykülerinde çölün ortasına kondurduğu Adsız Şehir gibi pek çok hayali şehir var, Kipling'in dünyasını daha belirsiz bir zamana çekmiş olsa gerek. Neler oluyor, İngilizler Hindistan'ı sömürüyor ve doğaüstü işlerle karşılaşıyorlar. İki kültürün tanrılarının karşılaştırılması gibi de okunabilir, Hindistan'ın daha büyülü, abra kadabralı bir mekan olarak görülmesinden ötürü tanrıların gazabı da görünür bir halde. İngiliz zaptiyeler bir tapınağın önündeki Gümüş Adam'a sataşıyorlar, Gümüş Adam her türlü sihri kullanarak kendisine ilk sataşan adamı hacamat ediyor, diğerleri korkudan altına ediyorlar. "Bilmediğiniz deliğe çomak sokmayınız, adamların kültürlerine hiç bulaşmadan uslu uslu sömürünüz" temalı hoş bir öykü. M. R. James'in Kont Magnus'u belki de bu derlemedeki en Lovecraft işi öykü, bizim büyük yazarımız James'ten bayağı bir etkilenmiş. Bay Wraxall'ın Danimarka diyarlarındaki bir macerasına odaklanıyoruz bu öyküde, eski yazıtların izinden giderek bir kalıtı keşfetmeye çalışıyor. Birçok kaynak sayılıp dökülüyor, bazılarının uydurmasyon olduğunu düşünebiliriz tabii, Necronomicon gibi. Neyse, Bay Wraxall aradığı eski yapıyı buluyor, bir kilise ama çok uzak zamanlardan kalmış. Sonrasında dehşetle karşılaşmasına şahit oluyoruz tabii, yerliler adamı uyarıyorlar ama bizimki keşfetme aşkıyla yandığı için sallamıyor kimseyi, sonradan gerçekten keşfediyor bir şeyler. Buradan da birkaç ders çıkarabiliriz. Birincisi, pagan tanrıların hüküm sürdüğü topraklarda dolanırken dikkatli olmalıyız. Bununla ilgili Netflix'in yakın zamanda çektirdiği bir film vardı, çok iyi değildi ama pagan inanışın sürdüğü diyarlarda işlerin nasıl döndüğünü anlattığı için dikkate değer bence. The Ritual'mış adı. Neyse, ikincisi de eğer bir tanrıyla karşılaşırsak mücadele etmeliyiz, inançlarımız bizi kurtarabilir. Kurtarmayabilir de, inancın keyfine kalmış artık.
E. F. Benson'ın Çok Uzaklara Giden Adam nam öyküsü Pan'a benzeyen bir varlığın yavaş yavaş ortaya çıkmasını ve iki arkadaştan birini delirtip katletmesini konu alıyor. Pan anlatıları için güzel bir örnek bu, zaten bu tanrının işi kırsalda olduğu için korku kendiliğinden doğuyor. El değmemiş bir doğa görünce iki duygu birden çıkıyor ortaya, huzur ve korku. Tabii korkuyla kafayı bozmamışlar için sadece huzur. Geçende Yeşim'le ormana girer girmez ağaçların gece vakti nasıl görüneceğini düşünüp kendi kendimi korkuttum aptal gibi, sonra her şey normale döndüyse de o insansız ortam, sessiz atmosfer beni bir anlığına boğdu. Sonra Yeşim elimden tuttu, dağ tepe, bayır çayır yürüdük. Kamp kurmayı teklif etseydi çadırın etrafına rünlerimi dizip başucuma ökse otu koyardım, o bile para etmeyebilirdi. Kararlı bir Pan karşısında pek şansımız yok. Bu öyküdeki iki karakterden biri akıl sağlığını ve arkadaşını korumaya çalışırken arkadaşı yavaş yavaş ele geçiriliyor, çok tedirgin edici olaylar gerçekleşiyor ormanda, seslerden ve hışırtılardan başka izler ortaya çıktıkça gerilimin dozu artıyor ve mutsuz son. Hoş. John Buchan'ın Kemeraltında Esen Rüzgâr öyküsü de yine kırsalda geçen, bu kez Roma mitolojisinin ve öncesinin didiklendiği bir öykü. Olayların Galler'de yaşanması ilgi çekici. Druid biraderlerin kendi folklorları bir yana, Romalılarla Keltlerin çekişmeleri de dikkate değer nitelikte. Bu öyküdeki araştırmacı dayı yaşadığı olayları yıllar sonra bir mekanda anlatıyor etrafındakilere, kendisi gibi başka bir araştırmacının yanına gidip bilgi almak istediği sıralarda yaşadığı şeyler dudak uçuklatıcı. Girmeyeceğim buna, iki örnekle geçeyim. Lovecraft'ın Duvarlardaki Fareler nam öyküsünün kaynağı Buchan'ın öyküsü olabilir. Bir ibadethane, derinlerine ilerleniyor, derinlerde saklı dehşetler var ve Romalılar kendi mitolojik dehşetleriyle de kolonize etmişler bu toprakları, bunu anlıyoruz. Clive Barker'ın Rex'i de benzer bir mevzuyu içeriyor, topraktan çıkan antik bir varlığı Bereket Tanrısı'nın durdurabilmesine dair fena korkutan bir öyküydü o da. Kısacası Britanya'dan bu konuda daha çok ekmek çıkar, adamlarda çok acayip bir tarih ve çılgın bir kültürel çorba var, deli kaynaklar.
Toplamda on üç öykü var, her birinde Lovecraft'tan bir parça bulabilirsiniz. İlginizi çekerse artık. Ben adamı hayranlık derecesinde sevdiğim için hemen her şeyiyle ilgileniyorum, o yüzden, dediğim gibi, direkt atladım. Düzenli bir şekilde okumaya başlamamı Lovecraft'a borçluyum. Siz de bir Uzaydan Düşen Renk almaz mıydınız? Filmi mi, dizisi mi ne çekiliyor veya çekildi, vizyona girmesini bekleyeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder