4 Temmuz 2019 Perşembe

John Wyndham - Midwich'in Guguk Kuşları

John Wyndham'ı ilk kez okudum, diğer metinlerini hemen edindim. Kendisi İngiliz, 1950'lerden itibaren bilimkurgunun altın çağında at koşturmuş, "mantıklı fantezi" adını koyduğu türde eserler vermiş. Bu metni 1960'ta ve 1995'te sinemaya uyarlanmış, Village of the Damned adıyla. Adı görür görmez on yıl öncesine döndüm, parlak gözlü ve beyaz saçlı çocukları hemen hatırladım. Ödümü koparmışlardı. Amorf veya tekinsiz bir olayla/canlıyla karşılaşınca kıstırılmışlık hissinin doğması ilginç geliyor bana. Yalıtılmış bir alandan kurtulamama olayının izini antik devirlerdeki savaşlara kadar sürebilir, kahramanlıklarla ihanetler arasından korkuyu hemen seçebiliriz ama bu korkunun kaynağı yine insandır. In the Walls of Eryx'i düşünüyorum, daha yoğun bir korku var orada. Şeffaf duvarlardan ibaret bir labirent, her taraf özgürce yürünüp gidilecek bir açıklığa sahip. Gidemiyoruz, çünkü labirentin içindeyiz. Görünmez duvarların arasında çıkış yolunu arıyoruz, saatler ve hatta günler geçiyor, acıkıyoruz, susuyoruz, etrafta amorf varlıklar kahkahaya benzeyen sesler çıkarıyorlar. En sonunda çıkışa bir adım kala ölüyoruz, bir adım daha atsak az ilerideki çantamıza ulaşacağız, yaşayacağız. Olmuyor. Azrail Koşuyor'da da benzer bir durum var, filmle metnin arasında pek bir ilişki olmadığı için metnin Türkçesini kullanmak daha uygun, neyse, koşulacak bir yol var ve o yolun dışına çıkarsak askerler tarafından vurulacağız. Durursak vurulacağız. Düşersek vurulacağız. Bayılırsak askerler gelecek, bileklerimizi kolonyayla ovup selamet dileyecekler. Kapana kısılmışız. Yine King'den bir örnek, Kubbenin Altında var. Var bayağı bir örnek ama hepsinde hapishanenin bir hikâyesi var, nasıl ve neden yaratıldığına dair. Bu metinde o hikâye yok, laboratuvardaki deney farelerini izler gibiyiz, üstelik sekiz yıl boyunca. Richard Gayford nam anlatıcı, hikâyeyi bir araya getirebilmek için zamanda birtakım oynamalar yaptığını, mevzuyu kronolojik bir sıraya koyabilmek için kurmacaya başvurduğunu söylüyor, böylece şahit olmadığı olayları ve diyalogları kurguyu sakatlamayacak şekilde aktarmasının önünü de açmış oluyor. En başta ayın yirmi altısının doğum günü olması sebebiyle evde, Midwich'te olmamalarını karısı için mutlu bir tesadüfe bağlıyor. Evde olsalardı hayat onlar için çok zor bir hale gelecekti, tabii daha neler olduğunu bilmiyoruz ve meraklanıyoruz. Hikâye yavaş yavaş açılıyor. O gece otelde kalıyorlar, ayın yirmi yedisinde yola koyuluyorlar ve köylerine alınmıyorlar. Polisler girişlerin ve çıkışların ikinci bir emre kadar yasaklandığını söylüyor. Richard ve eşi Janet, tarlalardan geçerek köye girmeye çalıştıkları sırada köyün içinden birinin koşarak ve bağırarak kendilerine doğru geldiğini görüyorlar. Janet birkaç adım önde, dolayısıyla kendinden geçip bayılan Janet oluyor ilk. Richard ne olduğunu anlamıyor, bu sırada anlatıda Midwich'in tarihinden bahsediyor. Böyle bir iki atlama var başta, anlatıyı kesip bambaşka bir meseleden bahsediyor Richard ama hemen mevzuya dönüyor. Neyse, eşinin düştüğünü gören ve bağıran adamı duymadığı için ne dediğini anlamayan Richard eşine doğru koşuyor ve ne olduğunu anlamadan yerleri öpüyor.

Yeni bölüm, ikinci atlama. Gordon Zellaby kasabanın bilgesi. Eşi Angela kendisinden biraz daha genç, ikinci eş. Gordon'ın ilk eşinden olan kızı Ferrelyn, teğmen olan Alan Hughes'la evlenmek istiyor, Gordon oğlana kendisinden icazet almaya gerek olmadığını söylüyor falan, bu arada bir dünya bilgi sayıp döküyor, geveze bir bilge, tatlı bir moruk. Zararsız. Anlatının odaklandığı nokta, Alan'ın ve Gordon'ın konuşmaları gibi gündelik olaylar, saati de öğreniyoruz bunlardan. Onu çeyrek geçe Midwich'te bir problem yok. Köyün üzerinde alçak uçuşa geçip yer yer karşımıza çıkacak karakterlerin günlük rutinlerini görürüz, sonra bir telefon görüşmesinin kesildiğine şahit oluruz. Saat 22.17'dir. Bu saatten sonra köy saçı başı dağıtır. Telefonlar çalışmaz, tanımlanamayan bir uçan cisim görülür, yangınlar çıkar, bölgeye itfaiye ve polis gönderilir ama gidenler geri gelmezler, geri gelmeyenlere bakmaya gidenler de geri gelmezler, böyle bir silsile. Köyün başına bir hal geliyor kısaca. Sabah oluyor, köyde kuşlar ötmüyor. Organik ne varsa kendinden geçiyor sanki. Bizim iki baygın yerde yatarlarken bir kanca yardımıyla "alanın" dışına çekiliyorlar, kendilerine geliyorlar hemen. Alan Hughes iş başında, askeriye olaya el atmış. Kanarya istiyor yanındakilerden, sınırları çizmek için. Boyayla sınırlar çiziliyor, düşüp kafayı yarmasınlar diye insanlar uyarılıyor. Kimsenin hiçbir şeyden haberi yok. Bizimkiler neler olduğunu anlamak için aranırlarken Bernard'la karşılaşıyorlar, Richard'ın II. Dünya Savaşı'ndan arkadaşıyla. Albay Bernard, çiftin bir yıldır Midwich'te yaşadığını öğreniyor ve bu bilgiyi cebe atıyor, ileride işine yarayacak. Richard'la Bernard neler döndüğünü anlamak için bilgi alışverişi yapıyorlar. Alan görünmez, kokusuz ve durağan. Radarlar algılamıyor, ses dalgalarını yansıtmıyor ve memeliler, kuşlar, sürüngenler ve böcekler üzerinde ani bir etkisi var. Bir de basından gizlenmeli tabii, Bernard bu konuda elinden geleni yapıp yanlış istihbarat sunuyor basın mensuplarına falan. Havadan yaklaşma çabaları var, üç kilometre yukarıda herhangi bir sıkıntının olmadığı söyleniyor, bir de "Ivanlar'ın neyin peşinde olduğunun bilinmediği". Arka plana bakalım, Soğuk Savaş'ın yeni palazlandığı zamanlar olduğu için paranoyak bir toplum var elde, köyde işlerin kötü gitmesinde paranoyanın da rolü olacak. Bernard, bu anormal durumu yaratan zamazingoyu ele geçirmeye niyetli, böylece düşmanlara karşı kullanılabilecek etkili bir silaha sahip olacaklar. Bunlar bir yana, keşif uçaklarından birindeki pilotlar köydeki manastırın yanında beliren bir nesnenin fotoğrafını çekmek için ortama yaklaşırlarken nesnenin ortadan kaybolduğunu görüyorlar. Sonradan "Boş Gün" olarak adlandırılacak o gün de sona eriyor böylece, insanlar uyanıyor, ölüleri varsa gömüyorlar. Ansızın bayılan insanlar başlarına gelen kazalar yüzünden ölüyorlar, bu da basına duyurulmuyor. Hemen her şey normale dönerken Bernard'ın bir ricası oluyor Richard'dan, köyde olup bitenleri kayıt etmeye dair. Devlet işin peşini bırakmayacak çünkü, İngiltere ikinci bir bombalanma vakası yaşamak istemiyor.

Köyde olaylar gerçekten başlıyor bir süre sonra. Ferrelyn ve Angela hamile olduklarını söylüyorlar birbirlerine, Angela çocuğu olmadığı için yıllar boyunca üzüldükten sonra mutluluktan ağlıyor. Ferrelyn korkudan ağlıyor, Alan'la sevişmemiş çünkü. Hiç kimseyle sevişmemiş. Yani, ta ta, Meryemler beliriyor köyde. Altmış beş Meryem. Doğurgan kadınlar hamile kalmış ama Angela'nınki Gordon'dan. Bu durumda da şu düşünülebilir, ikinci bir bebeğe yer olduğuna göre neden sarı fırtınalardan biri de Angela'ya yerleştirilmedi? Bilmiyoruz. Sonuçta konaklıktan yırtıyor Angela, geri kalan kadınların tamamı konak. Karınlarındaki bebekler yüzünden yaşadıkları travmalara değinmiyorum, anlamam da mümkün değil ama korkunç bir çöküntü yaşıyor bazıları, kendilerinin olmayan bir çocuğu taşımanın ve büyütmenin verdiği psikolojik hasar yıkıcı. Bazıları durumu kanıksıyor ve ne olacağını görmek istiyor, bazıları felaket tellallığı yapıyor, Sodom ve Gomore'yi anımsatarak. Curcuna resmen. Devlet olayları takip ediyor, köy evindeki küçük kurul odasını tam teşekküllü bir doğumhaneye çevirip ebeler ordusu gönderiyor köye. Doğumlar gerçekleşiyor, bebeklerin gözleri altın renginde. Garipler. Daha da garip şeylere yol açıyorlar, iradeleriyle insanlara istediklerini yaptırmaya başlıyorlar. Ferrelyn kasabadan çıkacakken direksiyonu çeviriyor, köye dönüyor ve babasına geri dönmek istemediğini, bebeğin onu zorlayarak geri döndürdüğünü söylüyor. Burada başka türlü bir travma çıkıyor ortaya, köyden ayrılamayan insanlar polisi vs. arıyorlar ama ortada bir suç yok, polislerin düşüncesine göre sayıklayan birçok deli var. Köyden çıkamamak, bebeklerin tasallutu altında kalmak falan, mümkün değil. Dışarıdan hiç kimse yaşananların gerçekliğine, köylülere inanmıyor. Bundan daha çıldırtıcı bir hapishane olamaz. Bebekler insanlara zarar vermeye başlıyorlar bu arada, bir kadın kendine defalarca iğne batırıyor ve batırmaya devam ederken bulunuyor, ona benzer başkaları da var. Bebekler sanki yeteneklerini sınayarak geliştiriyorlarmış gibi. Bir arada olmak istedikleri için birazcık uzaklaşan insanları geri döndürüyorlar. Bir koloni gibi düşünebiliriz, Yıldızgemisi Askerleri'ndeki uzaylı böcekleri hatırlayalım, kolektif bir bilincin parçalarını oluşturuyorlardı. Burada da mevzu aynı. Bir bilgiye sahip olan bebeklerin tamamı o bilgiye sahip oluyor. Kızlarla erkekler farklı, yani iki kolektif bilinç var ortada. Bunları Gordon çözüyor, "konak anne" ve "guguk kuşlarının doğası" hakkındaki bilgileri de köylülere kendisi anlatıyor, özellikle Richard'a. Bu kuşlar yumurtalarını başka kuşların yuvalarına bırakıyorlar, biliyorsunuz. Bizim anneler başkalarının -ne oldukları belli değil- döllenmiş yumurtalarını taşıdılar, doğurdular. Bir süre sonra bu bebeklerden kurtulmak istedikleri zaman bebklerin Çiftlik denen bir bölgede toplanmalarını sağlayan da onlar.

Teorik tartışmalar dönüyor bir yandan, Gordon Çocukları -bir süre sonra normal çocuklardan ayırmak için "Çocuklar" adı takılıyor bunlara, "the" işi muhtemelen- işgal için hazırlanan bir orduya benzetiyor, Truva Atı mantığı. Hayatta kalmak için her şeyi yapabilecek bir tür. Sekiz yıl boyunca köyde kalıyorlar, Richard ve Janet sekiz yıldan sonra köye döndüklerinde olayların arifesine denk geliyorlar. Çocuklar sekiz yaşlarında olmalarına rağmen on altı, on yedi yaşında gösteriyorlar. İnanılmaz zekiler, Gordon'dan ders alıyorlar, barınma ve beslenme ihtiyaçları karşılanıyor, hâlâ anlaşılamamış mevzu. Aslında anlaşılamayacak, Wyndham nedenler konusunda zerre ipucu vermiyor, sadece olayları ve olaylar karşısında insanın tutumunu inceliyor, o kadar. Neyse, çiftin köye döndükleri gün asıl olaylar patlak veriyor. Trafik kazası oluyor bir tane, Çocuklardan biri yaralanıyor ve arkadaşları sürücüyü öldürüyor, son hızla duvara çarpmasını sağlayarak. Bazı köylüler bunu çocukların yaptığına inanmıyorlar, ölen şoförün kardeşi çocuklara ateş ettikten sonra -katil olduklarını düşünüyor- kendi silahıyla beynini dağıtınca da inanmıyorlar. Köylülerin bir kısmı öfkeden kuduruyor, diğer kısmı kuduranları sakinleştirmeye çalışıyor ama pek etkili olamıyorlar. En sonunda Çiftlik basılıyor, insanlar ellerinde meşalelerle, Orta Çağ'daki gibi yakmak istiyorlar çocukları. Birkaç köylü de bunu engellemek için harekete geçiyor ve ortalık karışıyor, herkes birbirine giriyor. Çocukların işi bu da. Daha ilginci, çocuklardan birini sorguya çeken şüpheci bir polis müdürü, çocuğu korkutmaya çalışırken iki büklüm olup kusuyor, çocuk ona "korkuyu gösterdiği için".

Toparlıyorum, dünyanın başka yerlerinde de Boş Gün'ü yaşayan yerleşim yerleri olmuş. Kimi yerde Çocukların hepsi ölü doğmuş, kimi yerde köylülerin tamamı ölmüş. Ruslar patlatmışlar bombayı, gerçek anlamda. Yerleşim yerini bombalayıp Çocukları öldürmüşler, yüzlerce insanla birlikte. Bu bombalamadan haberi olan Midwich'in Çocukları sert tepkiler vermeye başlamışlar tabii, onca ölümün sebebi SSCB'deki bombalama olayı. Gordon Çocuklarla konuştuğu zaman öğreniyor bunları, Bernard da bombalama olayını teyit ediyor. Mantık şu ki makul bir tepkinin gerçek bir etkisinin olmayacağını düşünüyor Çocuklar, insan psikolojisini öğrendikleri için -Gordon sağ olsun- vurucu eylemlerde bulunuyorlar, türlerini korumak için. İnsanın doğasını biliyorlar, ne kadar yıkıcı olduğunu da biliyorlar, dolayısıyla daha da yıkıcı olmak zorundalar, hayatta kalabilmeleri için. İşin politik yanı, İngiltere'de SSCB'deki gibi radikal bir çözüm uygulanamaz, partiler böyle bir taşın altına ellerini sokmak istemezler, dolayısıyla bu Çocuklar gelişimlerini tamamlayıp asıl planlarına geçecekler. Asıl planı da bilmiyoruz tabii. İstiladır, başka ne olacak. Radikal tehlikeler radikal çözümler gerektirir, dolayısıyla tüm öngörüleri doğru çıkan Gordon için yapılacak son bir iş kalıyor, insanlığı kurtarmak adına. Arabasına ağır ağır çantalar yüklüyor ve ders vermek üzere Çiftlik'e gidiyor. Burada bırakayım.

Yaşama güdüsünün yıkıcılığına şahit oluyoruz bu metinde, faunada başka bir türün tehlike yaratmasını istemeyen canlı için tek ve basit bir çözüm vardır, ahlakla engellenemeyecek bir yok etme eylemi. Çocukların nereden geldikleri muamma, amaçları da öyle ama yaşayabilmek için insanları teker teker öldürebilirler, eylemleri istilacı olduklarını gösteriyor. Ne ki fedakar değiller, insanlar onlara göre çok daha büyük bedeller ödemeye hazırlar. Politika, kitlesel davranış biçimlerinin incelenmesi gibi pek çok meselenin arasında en dikkat çeken nokta bu. Şahane bir roman.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder