Sivrisinek Şehirde'nin yazarı Ahvlediani'nin son kitabı Dedalus'tan çıktı, yazarın üç metni Türkçeye kazandırıldı böylece. Nesi varsa çevrilmeli, on numara yazardır kendisi. Kurguları beyinde kızkaçıranlar uçurur, torpiller patlatır, gözlerin gördüğünü rengârenge boyar. Bol oyunludur ama sırf oyun oynamak değildir amacı, kurma biçimlerinin anlatıyla doğrudan bir bağı, daha doğrusu anlatıyla birlikte oluşturduğu bir bağlamı vardır, bu açıdan on numaradır. Bu kısacık metninde birkaç adamın hallerine değinse de sadece adamlar açısından bakmayalım duruma, insanlık hallerini masala benzer bir biçimde anlatıyor. Mucit olanının hikâyesiyle başlıyoruz, adam her şeyi icat ediyor. Kendini, bir dağı, bir dağ evini, kendi varlığıyla birlikte başka her varlık meşruiyet kazanıyor, varlıksal bir meşruiyet. Huzuru da inşa ettikten sonra yanında bitiyorlar, gelenler kendilerini de icat etmesi için adamdan ricacı oluyorlar. "Mucit adam bizi, hepimizi icat etti." (s. 9) Sonra sonsuz bir yol icat ediyor ve yola koyulup gidiyor. Bu kadar. Kısacık bölümler, küçürek öyküler. Toplamda bir tür olağanüstülük, biraz burukluk, çokça da keyif çıkıyor ortaya. Başka bir öykücük: Adam dünyada tek olduğunu düşünüyor ve bir eşini bulmak istiyor ama bulamıyor. Başkaları onu yatıştırmaya çalışıyorlar, herkesin tek olduğunu söylüyorlar ama adam huzur bulamıyor bir türlü, kendinden bir tane daha olduğunu hayal ediyor ve kendisi ölürse diğerinin yaşayacağını, kendi şarkı söylerken diğer kendisinin dans edeceğini düşünüyor. Uyuyor, kendinden başka herkesin kendisi olduğunu, kendisinin kendisi olmadığını görüyor rüyasında. Paniğe kapılıyor, uyanıyor ve köyüne dönüyor. Kendisindeyken farkında olmadığı kendiliği başkalarına tam oturunca biricikliğinin kaybolması en büyük kabusu, bir açıdan dengimizi bulmamızın aslında o kadar da olumlu bir sonuç yaratmayacağı fikrini taşıyor. Yansımamız gördüğümüz haliyle yansımadır ve kendimiz değildir, bir başkasının kendiliğimize sahip olması korkutucu bir şeydir aslında. Aşık olmanın bir yansıma olayı olduğu söylenir, kendimizi gördüğümüz bir başkası aşkın nesnesidir ama sapmaların varlığı, negatiflik de diyebiliriz, aşkı güçlendiren şeydir. Anlamadığımıza, bizde tam bir karşılığı olmayana aşık oluruz, yansımamızı tutkuyla severiz. Sanırım. İkisi birden varsa ne hoş, sadece biri varsa ne acı. Bahtsız Adam'a bağlayabiliriz buradan, bu adam horozunu her sabah kesip yediğini ama horozun geri geldiğini, koyununu her gün satmasına rağmen koyununun da geri geldiğini, üstelik aşık olduğu kadını her gün dereye atmasına rağmen kadının her sabah kendisini sevip okşadığını söylüyor, yakınıyor bunlardan. Sonra birileri adama her sabah nasıl olduğunu soruyor, yarasını deşiyor. Hep aynı görüntü, aynı yansıma, aynı anlaşılırlık, aynı amaçsızlık, aynı amaçlılık, aynılık en doygun, erdemli, bütün insanı bile çileden çıkarabiliyor, bu yüzden ilişkilerin, dolayısıyla insanların değişmesi gerek. Sonraki öykücükte mutlu adamın horozunu kesip yediğini, horozun geri gelmediğini ve adamın yalnızlıktan ötürü acı çektiğini görürüz, bağlantı tamamlanır. Unutma aşaması gelir, Unutkan Adam gün içinde ne yaptığını hatırlamamaya başlar, öncesinde gece gördüğü rüyayı hatırlamaz, sonra hatırlamama derecesi kaygı verici hale gelir. Evli olduğunu unutur, ikinci kez evlenir. Üçüncü kez. Bildiklerinden fazlasını unutur, yaşamayı da unutur. Yaşamak nasıl bir şey? Bunu düşünür müyüz, hatırlar mıyız?
Merhametli Adam'ın meşhur şiirdeki masayla bir ilgisi var. Adam eşeğiyle yola çıkar, yolda karşılaştığı çocuğu eşeğine bindirir. İki kadına rastlar, onları da bindirir. Karşılaştığı adamı, adamın devesini ve yükünü eşeğe bindirir, kaya parçasını eşeğe, en sonunda eşeği de eşeğe bindirir ve köye varırlar, cümbür cemaat. Bir kalp herkese yer açabilir, kalbin böyle bir gücü var. Bunu bir de eşeğe sormak lazım tabii. Başka, Cimri Adam var. Bütün parasını elinde tutup kendisini saçıp savuran, şansını zorlayarak parçalara ayrılan biri. Kumarda sevgisini, saygınlığını, her şeyini kaybediyor ve en başından beri sahip olduğu şeyden başka bir şey kalmıyor elinde: kendisinden. Pazarlıkçı Adam'da durum tam tersi, her gece gökyüzüne bakıp hayal kurduğu, yıldızları izlediği tarlasını satıyor. Ardık kuşu, çiçekleri, çardağı, her şeyi geride kalıyor. Parasıyla köyün yarısını satın alıyor, üstelik sattığı toprağıyla beraber, bir daha gökyüzüne bakmamacasına. Kuşların şarkısını, yıldızların anlattığı hikâyeleri dinleyemiyor bir daha, kendisini fark etmeden satıyor bir anlamda. Hayalci Adam tam ortada duruyor, her şeyin hayalini kurup hiçbiri gerçekleşmeyince uyuyakalıyor, hayatı akıp gidiyor ama hayalleri olduğu gibi duruyor. İyileriyle birlikte kötüleri de var, insanların kendisinden korkmasını, önünde eğilmelerini istiyor, oysa çok iyi bir insan. Olamayacağı bir şeyin olma hayali bütün gününü dolduruyor, ne olduğunu ve ne olabileceğini bilmesine rağmen.
Herkesin Yok Zannettiği Adam'la bitireyim, son öykücük. Lao Tzu'dan bir alıntı: "İhtirassız olduğu için ona 'hiç' diyorlar." Adam yalnız kendisi için var, herkes onu yok zannediyor. Gökyüzü ve toprak adamın varlığından haberdar, herkes onu yok zannediyor. Dolulukla boşluk var, sevgi ve nefret, var bunlar, hepsi adamla birlikte var ve adamın varlığı apaçık ortada ama kendisi için var adam, başka bir şey için değil. Ölüm de var, kendine ait bir yere sığışıveriyor, adam yalnız kendisi için var. Koca yaşam onu biliyor, yeterli.
Alıveriniz, okuyuveriniz. Çizimleri güzel, öykücükleri güzel bir kitap. Kısacık olmasına rağmen ne kadar derine indiğini okur anlayacak.
Okuyacağım en kısa zamanda
YanıtlaSil