Zamanın akışına karşı insanın konumunu ele alan anlatımızda eleştirilere karşı takınılacak tavra da değinilir. Uğraştığımız işe dair yorumları süzdükten sonra bir basamak olarak kullanabiliyorsak ilerleyeceğiz demektir, problemin etrafında dönüp dolaşan kuru tartışmalar çok değerli zamanımızdan parça parça götürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Bir de baykuşlara dikkat edilecek, zamanın bilinci olarak orada bir yerde, daima izliyor, gözlüyor ve kendini/zamanı anımsatıyor. Ne zaman bir baykuş görülse durup düşünmek gerekiyor. Acaba uğraşımız zaman harcamaya değer mi, gelişimimiz çok mu yavaş veya çok mu hızlı, baykuşun gözlerindeki anlam nedir, bu tür şeyler. Dudintsev büyülü bir dünyayı anlatıyor, her ne kadar termodinamiğin kanunlarını keyfi olarak ortadan kaldırır gibi gözükse de anlatıdaki bilimsel ortam, bilim insanları, araştırma aşamaları gerçeğe son derece yakın. Çünkü öyle oluyor o işler. Bir şey araştıracaksınız mesela, doğru laboratuvara. Ödenek mödenek çıkacak, zerzevat alacaksınız, onlarla bilim yapacaksınız. Büyüğünden yapın. Sosyal bilimcisiniz, doğruca İSAM'a. Atom profesörüsünüz, çarpıştırıcının bulunduğu yere. Bunlar Sovyetler Birliği'nde planlı bir şekilde yapılıyordu, en azından bir zamanlar, o yüzden makine gibi işleyen laboratuvarları görmek normal. Dudintsev bu metni 1957'de yazmaya başlayıp 1960'ta yayımlatmış, Stalin sonrası döneme umutla yaklaştığını söyleyebiliriz. Kendisi çok defa muhalif olmadığını söylemek zorunda kalmış, yazdığı metinler her ne kadar eleştirel olsa da komünizme gönülden bağlı olduğunu defalarca belirtmiş. Stalin'in öngörülemez davranışları korku saçıyor, o dönemde idam edilmekten daha kolay bir şey yok. Kolektif'in bastığı bir araştırma var, Sokrates'ten O. J. Simpson'a Yargılamanın Tarihi diye, onda Stalin yoldaşımızın dudak uçuklatan dengesizliklerine ve yıldırma tekniklerine denk gelebilirsiniz. Neyse, bir parça da değişim rüzgarı taşıyan bir anlatı bu, masal okur gibi okursunuz, hoştur. Daha ilk paragrafta anlatıcı bir peri masalı ülkesinde yaşadığını, imgesinde canlandırdığı bir kentte hayatını sürdürdüğünü söyler ve zamanı daha en başta anlatıya sokar: "Bu öyküde zamanın bize oynadığı oyunları, onun bizi kandırmasını konuşacağız. Açıkçası zaman sınırsızdır; her yerdedir. Bir peri masalı dünyasında ise zaman, Moskova saati gibi dakik ve güvenilebilirdir." (s. 7) Bir de uyarı var, okurlar kendilerini kaptırıp olayı gerçek ve yaşanmış sanmamalılar. Tamam, bunu emsalleri yokmuş gibi okuyacağız, hatta başka bir gezegendeki başka bir rejimin eleştirisiymiş gibi de okuyabiliriz, sonuçta anlatıda geçen pahalı paltolar, eşyalar, para harcanan lüks tüketim malzemeleri başka bir dünyadan gelmeymiş gibi düşünebiliriz. Neyse, Bilimler Akademisi'nde çalışan anlatıcı beş yıldır başka bir çalışanla bilimsel bir tartışma içinde. Arka arkaya yazdıkları makalelerde birbirlerinin görüşlerini çürütmeye çalışıyorlar, söyleyecekleri şeyler bitmiyor. Pek bir kazançları da yok anlaşıldığı kadarıyla, bu tartışmanın zaman kaybı olduğunu anlayan esas oğlan işine odaklanıyor sonlara doğru, bitmek bilmez bir enerji kaynağı üretmeye çalışıyor ve başarıyor bunu, bilimsel tartışmalardan ne ölçüde faydalandığını bilemiyoruz, pek de faydalanmıyor ki zamanın değerli olduğunu anlar anlamaz kesiyor atışmayı.
Zamanın kıymetinin anlaşılması bu anlatının temelini oluşturuyor. Laboratuvarda dört kişilik çalışan yaşlı, gizemli bir adam, zamanın bir bilmece olduğunu iddia ediyor. Şef hemen bir kum saati alıyor, ters çevirerek akan kumları gösteriyor ve yaşamdaki sayılı mutluluk anlarını tanelere benzetiyor. Alt haznede toplanan kumlar tek bir an, fazlası değil. Anlatıcının kalbine bıçak saplanmış gibi oluyor, çok aşık olduğu ve yitirdiği kadını hatırlayınca her şeyin zamanla birlikte nasıl karmakarışık hale geldiğini düşünüyor. Sonrasında gizemli adamın ilginç hikâyesi var, zamanın durabileceğinden, lotus tohumlarından ve görelilik meselesinden bahsediyor, ardından hikâyesine başlıyor. Bir suç örgütünün başı yakalanıyor ve hapse atılıyor. Hapiste aydınlanıyor, yaşamdaki en önemli şeyin değeri toplum nezdinde hızla düşen maddi zenginlik değil, sevgi ve dostluk olduğunu fark ediyor. Konuşmasının bir bölümünde maddi ihtiraslarına karşı koyamayan insanları bir temiz gömüyor, bir örnek yeterli: "Maddenin peşinden giden yollara koyulmak, bugünlerde kişinin ruhsal azgelişmişliğine kanıt gösteriliyor." (s. 14) Neyse, patron davayı satınca örgütün elemanları patronu öldürmek için harekete geçmeye karar veriyor, patron hapishaneden kaçmadan önce kendini iyice bir geliştiriyor, okumadığı şey kalmıyor, üstelik yüzünü ve sesini de değiştiriyor. Yoldaşlar tıp ilminde de çok başarılı. Eh, bu hikâyeyi anlatan adamın kimliği hakkında fikir sahibi oluyoruz, gerçek kimliği hakkında. Zamanın çok değerli olduğunu, esas oğlanın ince ve duyarlı olmasının hikâyeyi anlatmaya karar vermesini sağladığını söylüyor. Bir veya iki yılı kaldığı için acele etmesi lazım, kısa sürede uzun bir yaşam örmeli. Başaramıyor, bıçaklanarak öldürülüyor ve zamanı iyi kullanma nasihatinden başka bir şey kalmıyor geriye. Anlatıcımızı takip eden kara ceketli bir adam peydah oluyor üstüne, olaylar karışmaya başlıyor. Anlatıcının doğum gününde bir paket geliyor, öldürülen adamın yılda sadece bir kez kurulmaya ihtiyacı olan saat. Hediye. Bayrak teslimi gibi.
Sonu tipik. Bir arkadaşı anlatıcıya bir yıllık ömrü kaldığını söylüyor, anlatıcının deneylerini tamamlaması için on yıllık bir zamana ihtiyacı var. Ne ki az zamanı kaldığını öğrenince işine yoğunlaşıyor ve deneyleri başarılı olunca hiç durmadan enerji üreten, kömüre benzer bir cisim icat ediyor. Memleket kalkınıyor, Sovyetler uçuyor, bizim eleman da başarının sonsuz bir yaşama kapı araladığını anlıyor, ömrünün son gününde saati kurarak yaşamına devam ediyor. Aşağı yukarı böyle.
İdeolojiyi es geçememiş bir metin olmasının izleri çok belirgin, aslında en baştaki uyarının Sovyetler Birliği için söylendiği düşünülebilir, yani bütün o eşitliğin, ekonomik gücün, şunun bunun arkasında gizlenen acılar, öldürülen ve sürülen insanlar var. Bu yüzden mi okuduklarımıza inanmamalıyız? Dudintsev daha en baştan uyarıyor mu okurunu, her şeyin güllük gülistanlık olmadığını mı söylüyor? Böyle bir okuması da yapılabilir bunun, artık okura kalmış. Kısacık bir yirminci yüzyıl masalı bu, okunmaya değer. Tabii satır aralarını gözden kaçırmadan.
Okuduğunuz kitabı sahaftan bulup eve getirene kadar şarkıyla avunuyoruz. Sevgiler.
YanıtlaSil