Kerim Turgut, Elif'in Öyküsü'ndeki Kerim Turgut. Not defterlerini kitaplaştıran adam. İki roman arasında bir bağ yok, bu adam hariç.
Paralel Aynalar diyorlarmış bu anlatım tekniğine. Hani lunaparklarda falan olur. Arkanda, önünde ayna var. Küçük bozulmalar, arkalardaki aynalarda gitgide büyür. Farklı bir insanı görürsün o zaman. Bu da öyle. Pınar Kür de kendi polisiyelerinde kullandı bunu. Oyuncu'da da mevcut bu teknik.
Kerim Turgut bir avukat ve yazar. Bürosunun bir odasında dergi çıkartıyor, kitap yazıyor, üç çocuğu ve iki karısı var. İki karısı demek pek uygun olmadı. Karısı Nihal ve sevgiliden de öte bir şey; Günseli var. Çocukların adları Cüneyt, Erdinç ve Meltem. Bir sülale kitabı olduğu için kadro geniş aslında.
Zaman açısından ele alırsak kitabın başında yer alan Ada'daki ev sahnesi var, ondan yirmi yıl sonraki zaman dilimi ve kitabın büyük bir kısmını kaplayan 65 yıllık bir geçmiş. Romanı zamanlar açısından incelemek isterim, çünkü her zaman diliminin birbiriyle sıkı bir bağı yok. Elbette sonda bir bütün haline geliyor.
İlk gün. Nihal'le Kerim'in 25. evlilik yıldönümleri. Bu kısımda çocukları tanıyoruz. Nihal'in evliliği hakkındaki düşünceleri geliyor ardından.
Nihal, kolejden sonra üniversiteye gitmemiş, Kerim Turgut'un akrabaları ve çevresi tarafından küçümsenmese de yetersiz olduğu görüşüyle dışlanmış bir kadın. Mücadele ediyor haliyle, en iyi yaptığı iş bu. Mücadele ediyor, kocasının yanında olmaya çalışıyor. Kocaya geliyoruz, romanın en mühim ve zannımca tıynetsizlikte bir numara olan Kerim Turgut'a.
Kerim Turgut'un nasıl bir ortamda büyüdüğünü, gençliğini ve sonrasını daha bilmiyoruz. Üçüncü zaman diliminde ortaya çıkacak bu. Şimdilik başka kadınlarla da ilişkisi olan bir adam olduğunu biliyoruz. Önce Hilâl giriyor hayatına, sonra Günseli giriyor. Nihal durumun farkında, fakat Nihal'de de bir kompleks var; eşine yetememe kompleksi. Çok hisli, duygulu bir insan ya ağzına vurdumunun Kerim'i. Böyle tiplere uyuz olurum arkadaş ben. O kadar oku, et, kitap yaz, bilmem ne. Hâlâ çocuklarına, sevgililerine, karına oyunlar oyna. Kendini çözümleyememiş bir insan Kerim Turgut, bu sebeple nereye sürükleneceğini bilmeyen, sürüklendiği zaman da başka bir role bürünerek yaşamını sürdürmeye çalışan bir insan. Bir roller çöplüğü.
25 yıl sonrasında Kerim turgut ağır bir enfarktüs geçiriyor, hastaneye kaldırılıyor. Tabii bu 25 yılda Meltem evlenmiş, Paris'e gitmiş. Mutlu değil. Cüneyt profesör mü olmuş, doçent mi olmuş, öyle bir şey. Nihal boşanma davası açmış kocasına, çünkü Günseli'yle olan ilişki, Kerim'le Günseli'nin arabasının sol görüşlü teröristlerce taranmasıyla ayyuka çıkıyor ve Nihal daha fazla dayanamıyor duruma. Oyuncu bu noktada önemli. Kerim Turgut hastaneye yatınca Günseli boş durmuyor, büroya giderek Kerim turgut'un üzerinde çalıştığı son taslağı buluyor. Adı Oyuncu. Bu noktada paralel aynalar giriyor işin içine. Anlatıcının eseriyle Kerim Turgut'un eseri birbirini yansıtıyor, tabii bakış açıları farklı bu noktada. Üçüncü kısım da Günseli'nin eline geçen dosyayla başlıyor.
Kerim Turgut'un hayatı. Karşı cinsi keşfediş, ilk cinsel deneyim, asker baba ve güçlü sayılabilecek bir anne, babadan sürekli dayak yiyen bir ağabey. Kitap tutkusu, sürekli okuyan bir çocuk. Gençlik arkadaşları, savunulan görüşler ve tutuklanmalar. 12 Mart ve 12 Eylül süreçlerine içeriden bir bakış. Daha ayrıntı vermeyeyim, zira çok zengin bu siyasi olaylar. Ayrıca Erdinç'in ve kısmen Cüneyt'in evden kopuşlarına temel sağlıyor. İnceden bir aydın eleştirisi de var bu bölümlerde.
Kabaca böyle. Bir iki bölüm de ben söyleyeyim işaretlediğim kısımlardan.
* Eşiyle İtalya'ya giden -İtalya'ydı sanırım- Nihal'in Simone de Beauvoir'ya, "Kocanız Sartre da afiyettedir inşallah," demesi. Ahasddf.
* Bir marşın zaman içinde farklı kesimlerce benimsenmesi, kullanılması.
* 1950'lerde üç katlı bir evin kirası, bir askerin maaşının altıda biri. Birileri bizi yıllardır fena düdüklüyor.
* Yayıncılıkla, eleştirmenlikle ilgili büyük, çok büyük eleştiriler var. Toplumcu gerçekçilik, İkinci Yeni ve daha bir sürü şey. Siz keşfedin arkadaş bunları da. Allah allaah.
Kerim Turgut'un kendini özetleyen bir sözüyle bitiriyorum ve harbiden Erhan Bener okumuyorum bir süre. Derslerden kalacağım lan.
"Yaşamım boyunca oyun oynamanın acısını çektim ben. Her zaman bilinçli olduğumu da söyleyemem. Ben de çıkarımı kolladım. Hep haklı nedenler bularak, ama durmadan kendimi gizledim. En içten davranışlarımın bile, belli belirsiz bir hesaplı dürüstlükle gölgelenmiş olduğu korkusuna kapıldığım oluyor. Hiç de kolay değildi oyun oynamak, tiksinirken hoşlanır, kin ve nefret doluyken sever görünmek... İsyan edemeyecek kadar korkak ya da güçsüz olduğum için, savunma yolu olarak alaycılığı, hor görüyü seçmiş olabilirim. Gençlik yıllarımda, karşıma çıkan her genç kızın beni kaçırılmayacak bir kısmet gibi gördüğü sanısı içinde, belki de duru bir su gibi dibine kolayca inebileceğim sevgileri elimin tersiyle ittim. Bunların içinde tek istisna Nihal'dir. Onun sevgisinden hiç kuşku duymadım."
Gürsel Aytaç'ın romanla ilgili güzelce bir incelemesi var, okunabilir. Falan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder