19 Eylül 2012 Çarşamba

Charles Bukowski - Postane

Ayyaşın önünde saygıyla eğilelim. Şimdi kalkalım.

Bukowski'nin ilk kitabı. Chinaski'nin ilk ortaya çıkışı. Bir yanda beynini hafif ateşte kırk dakika pişiren, sevişerek yaşama gücü bulan bir uyumsuz, öbür yanda savaş çığlıklarının duyulduğu bir ülkenin çarpık iş düzeninde tutunmaya çalışan bir işçi. Henry "Hank" Chinaski. Tanıştığınıza inanın ki mutlu olmadınız.

Chinaski'nin 11 yıllık bir dönemi var burada, anlattıklarından çıkardığımıza göre 39-50 arası. Kendisine göre bu iş bir yanlışlık olarak başlamış. Herkesin işe alındığını duyunca kendisi de başvuruyor. Yanlışlık dediği de deneme sürecinde bir kadını fikfiklemesi. İşi seviyor, sırf düzüş ve rahat dağıtım olduğunu düşünüyor. Yani seks olmasa işe girmeyecek belki. Birazcık şeyimize mukayyet olmalıyız zannediyorum.

Sonra Jonstone diye bir ayının yönetiminde çalışıyor. Jonston bir ayı. Anlayışsız, kaba ve tam bir sistem adamı. Tipik bir dişli. Chinaski elbette "kaşınıyor" bu durumda.

"Yedek taşıyıcıların kendileri olmayacak emirlerine itaat ederek Jonstone'ı mümkün kılıyorlardı. Acımasızlığı bu denli bariz birinin böyle bir konuma nasıl geldiğini anlamakta güçlük çekiyordum. Kadrolu taşıyıcıların umurlarında değildi, sendikalı işçinin beş paralık değeri yoktu." (s. 9)

Sonuçta bir şikayet mektubu yazıyor Hank, biri daha üst mercilere, biri Jonstone'a. Sonunda paparayı yiyip bir de Jonstone kendisine iş vermediği için çalışırken boşta kalıyor. Sonra Jonstone mecburen, tahminimce kanunlar gereği kendisine iş vermek zorunda kalıyor ama en kazık güzergahı veriyor. Belli bir zaman veriliyor ve imkansızı başarmasını istiyorlar Hank'ten. Tamamen götlük çok affedersiniz. Bu sırada Hank'in köpeklerle maceraları, postacılarla sıkıntısı olan bazı insanlarla maceraları... Hank tepkileri var buralarda bol bol. Sabah işe giderken otobüste ıhsı tıhsı diye kendi kendime güldüm. Tutanaklar da var. Jonstone, kendisi gibi lüzumsuz tutanakları Hank'e yolluyor bıkmadan. Hank de çöpe atıyor bunları. Sürekli bu döngü devam ediyor. Delirmemek elde değil, böyle böyle insan alkolik oluyor işte. Hank'in mektup bırakırken girip şarap içtiği, tuvaletine sıçtığı kilise bölümü de var, yoksa değil yemek yiyecek, uyuyacak zaman yok. Tam bir sömürü düzeni.

Ya Allah aşkına, bok gibi bir sabahı güzelleştirecek şöyle bir bölümden daha güzeli olabilir mi? Şöyle:

"Kaçık ve donuk insanlardan geçilmiyordu sokaklar. Çoğu güzel evlerde yaşıyor ve çalışmıyorlardı, bunu nasıl başardıklarını anlamakta güçlük çekiyordu insan. Mektuplarını posta kutusuna koymana izin vermeyen bir tip vardı mesela. Kapının önüne dikilip üç blok öteden gelişini izler, yanında vardığında elini uzatırdı.
Aynı güzergahta çalışan birkaç kişiye sordum.
'Kapının önünde durup elini uzatan adamın sorunu nedir?'
'Hangi kapının önünde durup elini uzatan adam?'
Hepsinin sesi de aynıydı.
Bir keresinde o güzergahta mektup dağıtırken elini uzatan adamı gördüm, evinden yarım blok ötede durmuş komşusuyla konuşuyordu. Bir blok ötede beni görünce evine yürüyüp beni karşılayacak kadar zamanı olduğuna karar verdi. Arkasını dönünce koşmaya başladım. Ömrümde bu kadar hızlı mektup dağıttığımı hatırlamıyorum, müthiş bir depara kalkmıştım, hiç düşürmedim tempomu, öldürecektim onu. Mektubu posta kutusunun aralığına sokmak üzereyken döndü ve beni gördü.
'HAYIR HAYIR HAYIR!' diye bağırdı. 'KUTUYA KOYMA!'
Bana doğru koşmaya başladı. Bulanık ayaklarını gördüm sadece. Yüz metreyi 9.2'de koşmuş olmalıydı.
Mektubu eline bıraktım. Zarfı açtı, verandayı katetti, kapıyı açtı ve içeri girdi. Ne anlama geldiğini bana birinin anlatması gerekiyordu." (s. 26)

Otobüste onca asık surat, Dudullu'ya doğru gidiyoruz. Bir gülme aldı beni. Sahneyi gözümde canlandırdım, duramıyorum. Çok iyi geldi, günüm de süper geçti. Şu paragrafı okumayı nasip edenlerden, yazarından çevirmenine Allah razı olsun.

Bunun dışında işyerinde kafayı cozutan adamların hikâyeleri de tam bir kara mizah örneği. Bir tanesini alıyorum: G.G adlı amca. Gittiği güzergahlarda çocuklara şeker veriyor, bir gün mal bir anne tarafından çocuk tacizcisi olduğu öne sürülüyor. Sonrasında bir gün işini bırakıp ağlayarak kaçıyor G.G.

"G.G'yi bir daha görmedim. Kimse bilmiyordu ona ne olduğunu. Sözünü de etmiyorlardı. 'İyi adam.' Kendini posta hizmetine adamış adam. Yerel bir marketin reklam broşürleri yüzünden gırtlağı kesilmişti -özel indirim: üç doların üzerindeki her alışveriş için bir kutu çamaşır tozu bedava.' (s. 37)

Bütün bu postane hikâyesi sırasında Henry üç kadınla beraber oluyor: Betty, aileden zengin, nemfoman Joyce ve Fay. Bukowski'nin Fay'den çocuğu oluyor, otobiyografik bir karakter. Diğerleri de muhtemelen öyle, belki Joyce değil öyle. Kadınlarla yaşadıklarına girmiyorum, hipodrom olaylarına girmediğim gibi. Sadece Joyce'un ısrarıyla alınan muhabbet kuşlarının Hank'i nasıl delirttiğini söyleyebilirim ama söylemem, inanılmaz keyifli bir bölüm. Alın da okuyun, onu da mı yazayım.

Hank için nokta cümle:

"'Yarın hangi ata oynamayı düşünüyorsunuz?' diye sordu barmen.
'Yarın çok uzak,' dedim ona." (s. 115)

Tez görüldüğü yerde alına. Süper kitap.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder