Hakan Bıçakcı'nın yine nereden ne çıkaracağının belli olmadığı bir roman. Entry girseydim böyle girerdim. Girmedim.
Bir otobüste, hattın son durağında ve hiç bilmediği bir yerde uyanan bir adam var. Kendisi fotoğrafçı. Gecenin bir körü otobüsten iniyor. Gidecek pek bir yer yok, yakındaki lokanta dışında. Gidiyor, çorba morba içiyor. Adamın evinde kalıyor, sonra şimdiyle geçmiş arasında bazı acayip bağlantılar kuruyor, kaçıyor oradan. Yaralar belirmeye başlıyor vücudunda. Fotoğrafçı olmak için yaptığı korkunç yolculuk var bir de, İstanbul'a gelişi ve kendi dükkanını açana kadar geçen sürede yaptığı düğün fotoğrafçılığı. Yaralar çoğalıyor, her şey birbirine giriyor, adam ne olduğunu anlamıyor, bağlantılar kurmaya devam ediyor. Herkes, her şey birbirini andırıyor. Böyle.
Okurken kelimelere, olaylara dikkat edilirse daha ilk sayfalardan mevzu ortaya çıkarılabilir. Otobüs yolculukları, bürokrasi mavisi, doktor, falan. Bir de müzikler var ama sadece var, olaylara bir fon oluşturmuyor, bir katkı sağlamıyor. Adamımız müzik dinliyor, o kadar.
Geriyor, bir noktaya kadar anlamak istiyor insan neler olduğunu. Hakan Bıçakcı'nın istediği zannediyorum King'in isteğiyle aynı; olağan insanların olağanüstü durumlardaki tepkilerini sınırları çizilmiş ve ipuçları verilmiş bir gizemin etrafında kurmak. Başarılı ama büyük umutlarla okunmamalı sanıyorum.
Kısa, böyle. Güzel. Sahafta görülürse kaçırılmasın.
"Bir yaz gecesi kabusu" nu okumuştum, daha doğrusu okumaya çalışmıştım. Hikaye kitabıydı bazılarını okurken çok sıkıldığımı hatırlıyorum, hatta atlaya atlaya okumuştum hikayeleri.Korku romanlarını çok sevmeme rağmen romantizme dalınca bayıyor açıkcası.
YanıtlaSilŞişkinlik yaratan bölümler var, kurgu içinde sırıtıyor. Yine de diğer kitaplarına da şans veririm ben. Kısmet, nasip, mukadderat.
YanıtlaSil