Capote'nin dağ, bayır, çayır takıntısı yine başrolde. Çocukluğunun mutlu ve yeşil günlerinin huzurunu arayan Capote'nin yanında şehirden ve sosyeteden kaçmaya çalışan Capote'nin varlığı da bu romanda son derece somut. Merak ediyorum, adamın bazı öyküleri ve Kabul Edilmiş Dualar'ı bir zevk, keyif içeriyor. O ortamda bulunmuş olmanın keyfi. Acısı da elbette var, öbür türlü sosyetik dostlarını düşmana çevirmezdi çünkü. Beri yandan bir de böyle romanları var adamın. Süper bir şey.
Yıllar sonra çocukluğunu geçirdiği kasabaya dönen Collin Fenwick, çimenlerin söylediği türküyü bir kez daha duyar ve çocukluğuna, 11'inden 16'sına dek geçirdiği günlere döner. Kitap yine bir çimen türküsüyle başlıyor.
"Dolly: 'Duyuyor musun?' demişti. 'İşte bu çimen türküsüdür. Durmadan bir masal söyler. Bu tepecikte yatan tüm insanların yaşamını, şimdiye kadar yaşamış herkesin yaşam öyküsünü bilir. Biz ölünce, bizimkini de söyleyecek.'" (s. 6)
Kitabın kendisi de bir çimen türküsü ama ölü insanlar yok, anılar var sadece. Anılar da bir tür ölüm olduğuna göre buraya kadar bir sıkıntı yok.
Collin'in annesiyle babası ölüyor ve küçük çocuk 11 yaşındayken halaları Dolly ve Verena'nın evine geliyor. İşte tanışıp etmeler, Collin'in annesiyle babasının nasıl öldüğü, kardeşler arasındaki bazı problemler, böyle şeyler var bir bölüme kadar. Uydurukçulukta Capote'nin yarattığı çocuklardan daha gözlemcisini görmedim. Belki de onca insanın, onca garip insanın arasında ve doğanın içinde yapacak daha iyi bir şey olmadığı içindir. Verena biraz eli sıkı, zengin bir ablamız. Dükkanları var. Dolly de kendi halinde, otlardan motlardan ilaç yapıp posta yoluyla satan bir hanım. Bir de Catherine var, kızılderili olduğunu iddia eden afro-amerikan yaşlı bir hizmetçi. Bu üç kadının gevezelikleri, Collin'e öğrettiklerinin yanlış şeyler olması eğlenceli. Mesela diyorlar ki Afrika'nın başkenti Uganda. Falan.
Yılda iki kere mal almaya uzaklara giden Verena, bir gün yanında Dr. Morris Ritz diye bir adam getiriyor. Bir de o civardaki konserve fabrikasını almış. Plan ortaya çıkıyor: Dolly'nin ilaçlarını fabrikada üretip satacaklar. Dolly istemiyor, çünkü kendine ait olan tek şey bu. Diğer her şey Verena'nın ve Verena bu konuda ağzını açabiliyor olmaktan dolayı çok mutlu. Harala gürele derken Dolly, Catherine ve Collin evden ayrılıyorlar, doğası gereği bir ağaca konuşlanmış olan ahşap bir ağaç eve gidiyorlar, orada kalmaya başlıyorlar. Riley Henderson görüyor onları ilk olarak. Riley'in hikâyesine bir göz attırıyor Capote, sonra bizim olaya geri dönüyoruz. Riley'le ağaçta tatlı tatlı gevezelikler, ardından bir arama ekibi geliyor. Verena, kaçakları aratması için şerife gitmişmiş. İşte inin aşağı, yok inmeyiz, şudur budur. Bir de Catherine'in Dolly'ye evle alakalı söyledikleri:
"'Bir adamın karnını doyurur, yıkar, ondan birkaç da çocuk doğurursan, adamla evli isen, o adam senin sayılır. Bir evi silip süpürüp, ocağını yakar, sobasını doldurursan, üstelik bütün bu işleri yıllar yılı severek, için titreyerek yaparsan, bu evle evlisin demektir, ev senindir.'" (s. 41)
Şerifle birlikte gelenlerden Yargıç Cool, bir süre sonra ağaç eve geliyor ve küçük çeteye katılıyor. Yerlerini belli eden Riley de Catherine'den fırça yiyor ama yine de küçük komüne kabul ediliyor, özünde iyi bir kardeşimiz çünkü. Bu noktada ağaç evin oynadığı rol önemli.
"'Belki de hiçbirimizin kendimize ait bir yerimiz yoktur. Ama belki de bir yerde bizim için bir yer olduğunu biliriz. O yeri bulur da bir an için orada yaşayabilirsek, kendimizi dileğimize ermiş sayabiliriz. Belki sizin yeriniz burasıdır.'" (s. 54)
Dolly, Yargıç'a söylüyor. Ağaç ev bir sembol. Hayatta ulaşmak istediğimiz huzurun, daima doldurabildiğimiz, iç sıkıntısı yüzünden yok yere harcamadığımız zamanların sembolü. Orada bizi seven, her zaman yardım elini uzatan ve adımızı bilen insanlar vardır. Hemen Cheers'ı analım. Süper bir dizidir, Friends gibi dizilerin atasıdır.
Sometimes you want to go
Where everybody knows your name,
and they're always glad you came.
You wanna be where you can see,
our troubles are all the same
You wanna be where everybody knows
Your name.
Lay laay. Evet. İşte orası bildiğimiz bir yer ve ne zaman ihtiyaç duysak orada. Süper. Sadece ağaç ev olmaktan çıkıyor mevzu sonra. Bu bir sevgi olayıymış Ercan. Yargıç ve Dolly arasında filizlenen aşkı da belirteyim. Yaşlar 60.
"'Sevmekten söz ediyoruz' dedi. 'Bir yaprak, bir avuç tohum... İlk önce bunlarla başlayın. Sevmek nedir biraz öğrenin. Önce bir yaprağı, yağmurun yağışını, sonra o bir tek yaprağın size neler öğrettiğini, yağmurun içinizde neler yarattığını duyup anlayabilecek bir insan sevin. Kolay iş değil, biliyorum. Belki bir ömür boyu sürer. Bana da öyle oldu ya zaten, ama gene de istediğimi erişemedim, sadece istediğimin ne kadar gerçek olduğunu biliyorum: Doğanın bir yaşam dizisi olduğu gibi, sevmenin de bir sevgi dizisi olduğunu anladım.'" (s. 66)
İşte Capote böyle bir adam; bir ağaç evde, bir yargıca bunları söyletebilir ve rüzgarın kulaklarınıza dokunduğunu hissederken çimenlerin kokusunu duyarsınız. Hay yaşa.
Bundan sonrasında bir de çingeneler geliyor şehre, Ide Abla diye bir hanım var. On küsur çocuğu var bir de. Kendini tanrıya adamış bir kadın, deli bağış topluyor. Papaz da kıl oluyor tabii duruma, şutluyorlar kadını kasabadan. Riley bu şerif tayfası tarafından omzundan vuruluyor, doktor Verena'yı dolandırıp toz oluyor, Dolly evine dönüyor, Collin uzuyor kasabadan ve yıllar sonra dönüp duyduğu türküyü anlatıyor.
Kasaba da bir acayip, saat kulesindeki dev saat yarım saat ileri. İnsanlar Capote'nin kırsal insanları. Mis gibi bir roman, yan hikâyecikler de son derece güzel. Öyle. 5 TL'ye almışım, nereden aldığımı hatırlamıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder