12 Eylül 2012 Çarşamba

Jean-Paul Sartre - Uyanış/Akıl Çağı

Ben Uyanış diye aldım, Can'ın yeni baskılarında Akıl Çağı diye geçiyor. Doğru olan bu ikinci dediğim sanırım. L'âge de raison orijinal adı, dolayısıyla evet. İkincisi daha güzel. Bendeki baskısı 1971, Altın Kitaplar. Ciltli, şömizli falan. Bendeki adını da başlığa alıyorum. Bunu okuyalı bir sekiz yıl oldu. Lisedeydim, pek bir şey anlamamıştım. Yine anlamadım. Zaten blog'un olayı bu.

Adamımız Mathieu Delarue, daha romanın başında kendisiyle ilgili çok önemli bir bilgi verir. Bir dilenciyle konuşuyor, mevzu İspanya İç Savaşı.

"'Yemin ederim ki oraya gitmek istiyordum. Ama işimi yoluna koyamadım.'" (s. 9)

Mathieu ve Sartre 1905 doğumlu. İkisi de bir lisede felsefe öğretmeni. Benzerlikleri geçiyorum. Mathieu, kendi erdemleriyle, kendi doğrularıyla ağzına kadar dolu, kendisinin dışına çıkmayan ve 35 yıllık hayatını bu şekilde geçirmiş bir karakter. Özgür. Kendini hayatına, davranışlarının sonucuna zincirleyebilecek, bu sebeple hayatının ziyan olduğunu düşünecek kadar özgür bir insan. Özgürlükle karakterin çatışmalarının, birleşmelerinin ve hiçbir şekilde yenilenmeyişlerinin ayaklı ispatı. 

Yedi yıllık sevgilisi Marcelle hamile. Mathieu, romanın başlarında Marcelle'i ziyaret ediyor ve eski fotoğraflara bakıyorlar. Mathieu, Marcelle'e o günleri arayıp aramadığını soruyor. Cevap aha:

"O zamanları mı, hayır; elde edebileceğim hayatı arıyorum sadece." (s. 12)

Şimdi bu iki alıntıyı birleştirirsek şu çıkıyor ortaya: Mathieu, hayatı kendisini pek bir yere sürüklemesin diye harekete geçmemekte direnen, değişkenliğe karşı olan, kendi özgürlük anlayışınca hareket eden ve bağ kurmaktan uzak duran bir adam. Marcelle ise sabit değil; istekleri, arzuları var ve hayatını arıyor. Bebek bu konuda büyük bir değişim ama Mathieu efendi çocuğu aldırtmak istiyor, herhangi bir zorlama olmadan. Kendinden emin, güçlü bir adam ya görünüşte. Marcelle'in fikrini sormuyor, onun da kendisi gibi düşündüğünü sanıyor. Adamdaki egoyu düşünün bir. Bu egonun yıkılışını da göreceğiz, yeminle içimin yağları eridi o sayfalarda. Neyse, bebeği aldırmak için iki alternatif var: Biri leş bir hanım, kadının içini deşecek bir kasap. Diğeri de yahudi bir doktor. Yahudi doktora gitme fikri ağır basıyor, lakin adam bir zaman sonra başka bir yere gidecek ve 5000 Frank istiyor olay için. Roman boyunca 5000 Frank arıyor Mathieu. Olay bu. Olayın sadece bu olmamasını sağlayanlar ise karakterlerin birbirleriyle ilişkileri ve dünyayı kavrayışları.

"Kendimi tanımak beni pek o kadar ilgilendirmiyor." (s. 19)

Ardından hiçbir şey olmamanın değil, istediği gibi yaşamanın peşinde olduğunu söylüyor Mathieu. Varoluşla bir sıkıntısı yok, en azından dış dünyanın saçmalığını, absürdlüğünü irdeleyip o bakış açısından görmüyor kendisini. Olay tamamen kendi özüyle alakalı, özden önce gelen bir varoluş yok.

Boris var, Mathieu'nün öğrencisi. Boris'in ablası Ivich, okulunu bitirmek için uğraşan, dünyevi dertleriyle kuşatılmış bir genç kız. Bunlar 1917'de Rusya'dan göçmüşler. Boris, Mathieu'nün karakterine ve hayattaki yerine hayran. Lola değil. Lola, Boris'in sevgilisi. Genç erkek-orta yaşlı kadın ilişkisi var. Şarkıcılık yapıyor Lola, barlarda falan.

"İlgilendiği kadınların yaşlı gözükmelerini seviyordu, bunu güven verici buluyordu." (s. 35)

Bizzat Boris de neden Lola'yı sevdiğini düşünürken Lola'nın yaşını ve kızıl saçlarını aklına getirir. Tecrübe yanında geçirilen huzurlu anların özlemini çekiyor Boris, istediği de biraz bu. Eski, bilinen bir limana sığınmak gibi. Lola böyle, Mathieu de böyle. Ama limanlar birbirini sevecek diye bir şey yok.

"(...) 'Koca eli ile viski kadehinin üzerini kapadığı zaman insana sert ve zevkine düşkün bir adam hissi veriyor, o zaman ondan iğreniyorum; o garip ağızla o köy papazı ağzıyla içki içişini görmemek gerekiyor. Sana anlatamıyorum, onu sert buluyorum. Ve sonra gözlerine bakacak olursan, fazlasıyla bilgili görünüyor, öyle bir tip ki, hiçbir şeyi sevmiyor, ne içmeyi, ne yemeyi, ne kadınlarla yatmayı; her şeyin üzerinde düşünmesi gerekiyor. Sahip olduğu sesi gibi bir şey bu, aldanmayan bir adamın keskin sesi var onda, mesleğinin gereği böyle olduğunu biliyorum, hele çocuklarla konuşması gerekirse. (...) Ondan hoşlanan kadınlar var mıdır bilmiyorum, belki de vardır. Fakat açıkça söylemeliyim ki, böyle bir tipin dokunuşu beni iğrendirecektir, buz gibi bakışlarıyla bana duş yaptırırken, o kocaman kavgacı ellerin üzerimde dolaşmasından hoşlanamam.'" (s. 39-40)

Lola'nın Mathieu hakkındaki yorumu. Kitaptaki en geniş yorum sanıyorum. Boris'te de bir parça Mathieulük olduğu için kıza söylerken gelinin anlaması hadisesi var. Seviştikleri zaman Boris seksten hoşlanmadığını, çünkü orgazm anında kendini kaybettiğini, bunun da kendini iğrendirdiğini düşünüyor. Anladınız mı, bir saniye bile kontrolü kaybetmek yok adamlarda. Yaptıkları her şeyin farkında, en ufak bir şeyin bile farkında olmak isteyecek kadar kontrol manyağı, ilkeli adamlar bunlar.

Mathieu para ararken birtakım politik olayları da görüyoruz ki üçlemenin ikinci kitabı ağırlıklı olarak bu olaylar üzerinden gidiyor. Sarah adında bir dost var, Mathieu bunun yanına gidiyor. Orada Gomez'in adını duyuyoruz, İspanya'da savaşıyor. Brunet'yi görüyoruz, o da ikinci kitapta önemli bir rol oynuyor ve Mathieu'nün yakın arkadaşı ama 1940 gibi kaynayan bir yılda Mathieu'nün dostlarıyla birlikte siyasi olaylara katılmaması araları soğutuyor ve dostlardan da kopuyor Mathieu. Ortamdan ayrıldıktan sonra geçmişini, insanların kendisine nasıl baktığını, yaşlandığını, istediği her şeyi elde ettiğini söylüyor. Hayatı belli bir düzende sürdüren insanların huzursuzluğu var, yine de bu huzursuzluktan kurtulamayacak kadar uyuşmuş. Yine de kendini bir şeyler için hazır tutuyor, beklentisi umutsuzlukla kesilmemiş.

"(...) Binlerce günlük üzüntü içinde bekliyordu, bu süre içinde elbet kadınların peşinden koşuyordu, seyahatlere çıkıyor ve ayrıca hayatını da kazanması gerekiyordu. Ama bütün bunların arasında tek arzusu kendini emre hazır tutmak olmuştu. Bir hareket için. Bütün hayatını kavrayacak ve yeni bir varolmanın başlangıcı olacak, özgür ve kararlı bir hareket." (s. 69)

Ivich'e bakarsak... Ivich, Mathieu için lolita gibi bir şey. Ulaşılamayacak, dokunulamaz, soğuk... Mathieu onsuz yaşayamayacağını düşünüyor, Ivich ne kadar kötü davranırsa davransın. Ailesi tarafından baskı altında tutulan ve derslerini veremezse adeta tutsak hayatı yaşayacak bir kız Ivich. Mathieu'nün uzanamadığı yasak meyvesi.

Marcelle'in bebek konusunda Mathieu'yü suçlamaması büyük bir erdem, sonuçta kendisi de böyle kazaların olabileceğini, bunun suçlusunun Mathieu olmadığını düşünüyor. Bu yüzden Mathieu'nün düşüncelerine önem veriyor ama bebeği de doğurmak istiyor bir yandan.

Bundan sonrasını kısa geçiyorum; Mathieu, abisi avukat Jacques'a gidiyor ve borç istiyor. Özgürlüğünü yitirmemesi gerektiğinden bahsediyor, abisi de eğer kızla evlenirse kendisine 10000 Frank vereceğini söylüyor ve akıl çağından bahsediyor. Anarşiyle ahlakın uyumu. Mathieu tam bu çağdaymışmış. Falan.

Sartre'ın aydınlar üzerine pek çok düşüncesi var, diğer kitaplarında da bunlardan bol bol bulabiliriz. Bu kitapta yer alanı şu:

"'Hepiniz birbirinize benzersiniz. Ah, siz aydınlar; her şey yıkılıyor, herkes kaçıp gidiyor, silahlar neredeyse kendi kendine patlayacak ve siz durmuş sakin ve telaşsız inanmaya hakkınız olduğunu iddia ediyorsunuz.'" (s. 166)

Görüşlere inanmak. Kendini eğip bükemeyen bir adamın politik görüşleri kendine uydurmaya çalışası mümkün, lakin Mathieu'de mümkün değil. Çünkü adam öyle bir adam değil.

Mathieu tanıdığı Daniel'den de para istiyor fakat vermiyor parayı Daniel, çünkü Mathieu'ye uyuz. Adamın soğukkanlılığına, tepkisizliğine, kibrine uyuz. Sonradan dağıtacak ortalığı, geliyoruz.

Para bulamayan Mathieu, bir süre sonra Marcelle'le evlenme fikri üzerinde duruyor, çünkü artık yapacak başka bir şey yok. Borç istediği herkes sırtını döndü, hatta faizle para veren bir kuruluşa bile gitti ama bekleme süresi yüzünden alamadı parayı. Daniel önce Marcelle'in yanına gidip aslında bebeği doğurmak istediğine inandırdı, ardından Mathieu'yü Marcelle'le gizli gizli görüştüğünü söyleyerek kıskandırdı gibi bir şey oldu. Sonuç olarak Mathieu, Marcelle'le evlenmek istedi ama Marcelle bunu dehledi. Sonra Daniel'le evlendi. Daniel gay bu arada, her ne kadar romanda "cinsi sapık" olarak geçse de. Dsdfd, 70'lerin Türkiye'si. Ivich sınavlardan çaktı, çok içtiği bir gece elini kesti ve Mathieu de inat olsun diye kendi eline bıçak sapladı. Sonra Ivich memleketine döndü.

Boris'in olayı ilginç; Mathieu için Lola'dan borç istedi ama farklı bir nedene dayandırarak. Lola vermedi, sonra Boris'le yattılar ve sabah olunca Boris Lola'nın öldüğünü düşündü, kadının ağzı yüzü kaymıştı çünkü. Oradan kaçtı, Mathieu'ye anlattı durumu. Mathieu, Lola'nın evine gidip Boris'in mektuplarını ve Lola'nın 5000 papelini aldı. Sonra Lola'nın ölmediği ortaya çıktı falan. Maceraya bağladı orası. Olayın sonu güzel bağlanıyor, söylemiyorum.

Serinin ilk kitabı işte, süper.



Arkadaşlar, bazı gruplarımızı bilmiyoruz. Hiç bilmiyoruz, adlarını bile duymamışız. Bu durumda yapılacak şey; çöplükte hazine aramak. Yine üniversite döneminde arayıp bulduğum bir grup Mozaik. Cem Aksel, Ayşe Tütüncü, Sumru Ağıryürüyen gibi kral müzisyenler var grupta. Bir de elbette Bülent Somay, Metis'in kurucularından, çevirmenlerinden, editörlerinden. Dün Bugün Yarın'la birlikte şu topraklarda müzik yapmış en iyi iki gruptan biri bence.

1 yorum:

  1. Ne güzel olmuş blog yahu, ben de 'Uyanış'ı Altın Kitaplar'dan okudum yorumlara bakayım derken buldum blogu. İnsanlar neler yapıyor ya ben daha tarih atayım anca dedim yine.

    YanıtlaSil