Arka kapakta da arkadan görürüz bu iskeleti. Küçücük, geçici bir hayata bir an için bakmak anlamına mı gelir bu, yoksa uzun vadede hepimizin ölü olduğunu mu anımsatır? Biz okuruz, bilemiyoruz da bir şeyler çıkartıyoruz. Okuduklarımızla birleştirince her şeyden biraz içeriyor bu. Doğurduğu şey korku. 70 yıl, o kadar minik yaşıyoruz ki zaten bu kadar kısa bir süre hayatta kalabilecekken bir de işe gömüyoruz onca yılı. Türkiye'de trafiğe gömüyoruz, saatler harcanıyor. Uyku, asla yetmeyen uykuya gömüyoruz. İnsanlara gömüyoruz ve her zaman tam randıman alamıyoruz. Gereksiz olduğu sonradan ortaya çıkacak yolculuklara gömüyoruz. Sonunda ölüyoruz, o da minik bir ölüm. Hiçliğe karışıyoruz, Dünya dönmeye devam ediyor.
Bu kitap, hiçliğe karışmadan önce nasıl kuşatıldığımızı anlatıyor. Modern hayatın, gündelik hayatın bizi nasıl yönlendirdiğini, hayatımızı nasıl elimizden aldığını anlatıyor. Yaşamak istediğimiz hayatın Baudrillard'ın simülasyonlarından ibaret olduğunu anlatıyor. Yaşam çöktü, insanlar yorgun ve bu yorgunlukla her zaman daha fazlası, daha güzeli isteniyor. Daha çok mücadele getiriyor bu, daha çok yıpranma. Oysa bütün istediğimiz bu, ortada bir yanlışlık yok.
İki sayfa yazarın otobiyografisine ayrılmış, küçük bir otobiyografi. Totalitarizm içinde Vassaf'ın kısa geçmişi. Sonu şöyle: "Son yıllarda pek bir şeye karışmıyorum. Ama, olanla da yetinemediğimden, ara sıra yazmaktan alıkoyamıyorum kendimi. Bana da sormuş olsalardı, 'Kapatılan Eskişehir Cezaevi ne olsun?' diye, 'İçi boydan boya aynalarla donatılmış bir müze olsun,' derdim." Bernard Shaw da demedi miydi, "Cezaevleri var oldukça hangimizin içeride, hangimizin dışarıda olduğu hiç önemli değildir," diye?
Kitap Giordano Bruno'nun anısına ithaf edilmiş. Fikirleri uğruna, öldürüleceğini bile bile savaşmış bir adam. İnsan Nasıl İnsan Oldu'da hikâyesini okumak mümkün.
Öncelikle bu kitap bir sistem yıkma gayreti taşımıyor, sadece sistemi birçok yönden ele alıp inceliyor. Bir ergen kitabı hiç değil, isyana sürüklediği yok. Dünyaya belki de hiç bakmadığınız açılardan bakıyor. Bütün olayı bu. Dolayısıyla saçma sapan yorumlara kanmayın, okuyun derim.
Geceye Övgü: Annemizin erken yatırma gayretinden düzenin güçlerine bir inceleme. Gece her şey uykuda, gece insan düşünebilir, uyumazsa.
"Tarih süresince ve tüm kültürlerde bize karanlığın kötü güçlerle ilişkili olduğu öğretildi. Gece insanlarından korkmamız gerektiği anlatıldı. Oysa, gündüz ve gece kişileri aslında aynı kişiler. Ancak gündüz, geçerli kurallara uyma alışkanlığımızı ortaya çıkarır, oysa gece, kendimizi özgür hissederiz. Düzen güçleri bizi geceden, özgürlükten kaçınmamız için koşullandırmışlardır." (s. 17)
Eğer vampirlerle dolu bir dünyada yaşamıyorsak gece de gündüzün eşidir. Vampirler de insanoğlunun gece korkusu yüzünden öne itilmiş olabilir gerçi. Freud'un hayaletler ve öcülerle ilgili söylediklerini hatırlayalım. Ölümün rahatlatıcılığını biliyoruz; sevdiğimiz biri öldüğü zaman ölüm kaygısı sona erer ve ölen kişinin varlığından kurtulduğumuz zaman rahatlarız. Geri geldiklerini düşünelim. Hatıralardan kurtulamamak bir yana, ölen bir insanı yeniden görme düşüncesi kadar rahatsız edici ne olabilir? Sanki ölmemiş, yaşıyormuş gibi. Oysa geride kalmıştır artık, hayat bir şekilde devam etmiştir. Onsuz. Her gün çöken geceyle eşleştirmek pek zor değil.
Sosyal sınıflarla ilgili Vassaf, işçi sınıfının ancak gece vakti burjuva sokaklarında dolanabildiğini söyler. Toplumun bütün sınıfları gecede erir, bir olur. Asıl korkulan şey bu mu acaba? Sınıf farklılığını sürdürmek?
Son: "'Yaşamın anlamı' gece duyumsanır ve sorgulanır. Kimse bunu öğle yemeği sırasında tartışmaz. Yaşam, gecenin konusudur." (s. 21)
Özgürlük Cehennemdir: Vassaf bir katedrali gezerken düşünüyor ki cennetin resmedilmesi sınırlıdır. Tasvir edilenler aynı, üsluplar değişiklik gösterse de aynı. Oysa binbir çeşit cehennem tasviri vardır. Dante'den Constantine'e.
Hükümetlerin yeryüzünde cennet kurma hayali. Her cennet totaliterdir, çünkü kabul etmek için şartları vardır. Cehenneme girmenin de şartı vardır, fakat girip girmemek insana bırakılmıştır. Cennet öyle değil. Diyor Vassaf.
Sözcük Mahpusları: Tanrının sözcüklerinden aşka bir yolculuk. Sözcüklerin aşkı, her şeyi sınırlaması. Yetersiz sözcüklerle bir hayatı sürdürmeye çalışmak, sözcüklere mahkum olmak.
20. Yüzyıl Delileri Artık Özgür Değiller: Deliliğin iktidarlarca yeniden, yeniden tanımlanması, gücün korunması için şart. Kadınların erkekler kadar zeki olmadığı düşüncesi değişmiştir, eşcinselliğin delilik olduğu düşüncesi değişmiştir. En baştan beri böyle değildi, eski uygarlıklara bakmak yeterli. Din baskısıyla ortaya çıkartılan bu hastalıklar, çağın gereklerine uygun olarak değiştirildi ve değiştirilmeye devam ediyor.
Akıl hastaneleri. Telefon izni yoktur, görüş izni kısıtlıdır. Hapissiniz. SSCB döneminde rejim hakkında yamuk bir söz mü söylediniz, akıl hastasısınız. Beklenmeyen işler yapıp bazı kesimleri düşünmeye, daha da fenası hareketlenmeye zorlayabilirsiniz. Beklenmeyen şeyler, bir delinin yanındayken korkma sebebi. Hemen bir hikâye anlatayım. Kadıköy'de 17 bekliyorum, yanıma bir adam geldi. Gülüyor. "Sen böyle yapabilir misin?" dedi, parmaklarının arasında para döndürüyor. Yaptım, "Sen bunu yapabilir misin?" dedim, parmaklarımın arasında sigara döndürüp dudağımın bir köşesine sıkıştırdım. O da yaptı aynını. Sonra bir maç bileti çıkardı, "Ben bu maça gittim, kaybettik," dedi. Ağlamak üzereydi. Bir sigara çıkarıp verdim, "Sonra içersin," dedim. Güldü. Önümde duruyor, gitmiyor. Gülüyor. Ben de gülüyorum. Somurttu, ben de denize baktım. Sonra otobüs geldi. Size bir şey söyleyeyim, hayatımda o adamla konuşurkenki kadar özgür olduğumu anımsamıyorum. Bıçak takma ihtimali, somurtma ihtimaliyle birdi ama o an onu düşünmüyorlar sanırım.
İktidar delilikleri olmazsa olmaz. Hitler'i, Stalin'i biliyoruz. Mao'nun demir çıkarıp dünyanın kralı olacağız mantığıyla kırdığı milyonlarca insanı da biliyoruz. Bok oldu o iş üstelik, demir yeterince kaliteli değil miymiş neymiş. Japonların baskınları, ABD'de Japonların savaş yıllarında karantinaya alınıp bok gibi şartlarda yaşaması, say say bitmez. Bitmez, bitiremeyiz. Kurgu dünyalarına bakalım, The Walking Dead'in Governor dayısı. Korkuyla deliliği körükleyebilirsiniz. İnsanlığın en eski problemlerinden biri, birçok kitapta, filmde karşılaşırsınız bununla, iyi ekmek çıkartır. Bir de tersi var, PKD'nin Alfa Ayının Kabileleri adlı kitabına bakınız, akıl hastalarının kurduğu bir dünyada normalleri akıl hastası vaziyetinde görürüz. Doğal değil mi? Gücü olan sağlıklı olur. Gücü olan standartlaştırır, diğerleri sağlığını kazanmak üzere dışlanır.
Burada Yemek Yeriz, Şurada Da Uyuruz: Evlerle ilgili ağır problemleri olan beni en çok etkileyen bölüm bu oldu.
Tıpatıp aynı yerler, Vassaf'ın öncelikle çemkirdiği nokta bu. Şimdi size iki resim:
"(...) Bu totaliter yaşama mekânları aracılığıyla, insanın çevresini düzenleme bağlamındaki tüm yaratıcılığı köreltilmiş, yok edilmiştir." (s. 63)
Odaların görevleri bellidir. Mutfakta uyuyamazsınız. Oturma odasında yemek yapamazsınız. Garipsersiniz, "bunun yeri burası değil" düşüncesi oluşur. Onun yeri neresi? Bunu kim söyledi?
"Aynı mekanda yenilen, içilen, müzik dinlenen, dans edilen ve kanepelere uzanılıp felsefe tartışılan son Grek sempozyumlarından bu yana 2000 küsur yıl geçti." (s. 67)
Kahramanlar Totaliterdir: Bize o kadar yakın ki. Atatürk dokunulmazdır. Kanunlarla korunur. Ters bir hareketinizde özgürlüğünüzü elinizden alırlar. Vassaf, bunun eskiden böyle olmadığını, söz gelimi Zeus'un gayet kılıbık bir koca olduğunu ve halkın bunu bildiğini söyler. Ardından ekler: "Kahramanlar giderek totaliter rejimlerin boyunduruğuna girmişlerdir."
Stalin, Hitler, Atatürk, Che, toplumların yol göstericisidirler. Ölümlerinin üzerinden onca yıl geçmiş olmasına rağmen toplum yeni bir rota çizme gereksinimi doğmuşsa başaramaz bunu, kahramanının izinde yürür. Oysa her bir sorun, yeni bir kahraman ortaya çıkarır. İsim vermek istemiyorum, Atatürk'ten sonra da böyle olmadı mı bu? Bunun birden çok örneği yok mu? Şimdi bile bir "kahramanımız" var, onu da aşamayacağız. Biz bir kahramanlar toplumuyuz, kiminin yolları kesişiyor, kiminin kesişmiyor ama her birinin ayrı bir takipçisi var ama hiç kimse farklı bir yol düşünmüyor. Sıkıntı burada.
Enformanyaklık: Baudrillard.
Senin Cinsiyetin Ne? (Erkekız): Mavi-pembe elbiselerden ezilenlerin bir zamanlar ezenler olduğuna kadar geniş bir inceleme. Totalitarizm, çizgilerin kesinlik taşımasını ister. Cinsiyetler de bunun için güzel bir araç.
Seçmeme Özgürlüğü: Seçimlerin bir "onlar" ve "biz" ayrımcılığı yaratmasına dair.
Hainleri Savunmaya Dair: Eh, "yanlış" tercihler sonucunda dışlandığımız zaman hainiz, güç bizdeyse değiliz. Bu.
Sabrımın sınırına geldim, kitapta bir bu kadar daha inceleme var. Hepsi ayrı ayrı güzel.
Şimdi büyük sisteme göre bu kitap da totalitarizmin bir parçası, zira sisteme karşı olmayan bir gücün yokluğu, sistemin sürmesi açısından sağlıksız koşullar yaratacaktır. Gerilen iplerin bu gibi yöntemlerle rahatlatılması gerekir. Belki rahatlarsınız bu kitabı okuyunca, yine de siz de bir parçasınız. Sistemin sürmesi için üzerinize düşen görevi layığıyla yerine getirdiniz, tebrikler. Yine de birazcık düşündüyseniz o da yeter, sonuçta 70 yıl düşünmek için oldukça kısa bir zaman. Ne zaman düşünüyoruz ki?
Böyle bir şey varmış, Settie söyledi bana. Beni seçmiş, Pikachu! Saadet zinciri gibi bir şey; 11 soru geliyor size, sonra 11 soru da siz yazıp birilerine gönderiyorsunuz gibi bir şey. Ben pek takip etmediğim, ilgilenmediğim için göndermeyeceğim ama Settie beni seçmiş, sorularını cevaplayacağım elbette. Ayıp lan öbür türlü.
Tekrar tekrar okuduğun bir kitap var mı?
Çok pis bir muhabbet ama soru geldi, yapacak bir şey yok. Kariler, çoğu Türk gencinin söylediği tuvalette ansiklopedi okuma olayını harbiden yaptım ben. Çok affedersiniz, potur potur yaparken resimlere bakar, ilgimi çeken maddeleri okurdum. Kitapsızlıktan. Ailem kitap okumazdı, şimdi de değişen bir şey yok. Neyse, okulda öğretmenler kitap önermeye başladılar da onları okudum. Yaban, Toprak Ana, Çakırcalı Efe gibi kitapları okudum 10'lu yaşların pek başında. Bunları tekrar tekrar okudum, çünkü başka kitap aldıramıyordum. İmkansızlıktan yani, tekrar okuduğum bunlar. Bunların dışında Stephen King'in Mahşer'ini yaklaşık bir 10 yıl sonra tekrar okudum. Size bir şey söyleyeyim, bir kitap hakkında aşırı olumlu fikirleriniz varsa o kitabı tekrar okumayın. Bok edersiniz. Bende böyle oldu. Tabii şimdi tam metni çıkmış, onu kaçırmam, okurum. Bunun da dışında Lovecraft'ın hikâyelerini okurum, başka da bir şeyi tekrar okumam.
Okuduğun kitaplar ve izlediğin filmler aynı tür mü? Hangisinde neyi tercih ediyorsun?
Aynı tür değil, belli bir türe saplanıp kalmaktan başka korktuğum bir şey yoktu ki atlattım bunu. Bir ayrım yapmıyorum, Ahmet Midhat Efendi'nin Mesail-i Muğlaka'sıyla Perec'in Uyuyan Adam'ını aynı ölçüde severim. Eskiden her şeyi okurdum, şimdi Robin Cook gibi, Clive Cussler gibi yazarlara bulaşmamayı tercih ediyorum.
Bir kitabı okumadan fikir sahibi olup, negatif yorum yapıyor musun?
Asla, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insandan göz akını görmeyeceğiniz şekilde uzak durunuz.
(Çalışanlara soru) Okumaya nasıl, ne kadar vakit ayırabiliyorsun?
Çalıştığım zamanları dikkate alarak cevaplıyorum; çalışmadığım zamanlardan pek farkı yoktu. Gözlerimi otobüslerde, trenlerde kitap okurken bozdum.
Özellikle sevdiğin, takip ettiğin bir yayınevi var mı?
Takip etmiyorum ama sevdiğim var, bilinen şeyler. Ayrıntı, İthaki, Can, İletişim, Altıkırkbeş, Kabalcı ve aklıma gelmeyen diğerleri. Her birini ayrı ayrı öpüyorum.
Diyelim ki bir Tardis buldun, uzayda ve zamanda her yere gidebiliyorsun? Nereye, ne zamana gidiyorsun?
Bir yere gitmiyorum. İnsana kendi zamanından, kendinden daha büyük bir gizem yoktur.
İçine/arka kapağına bakmadan yalnızca adını, kapağını vs. beğenip aldığın kitaplar var mı?
Yok. O ne öyle.
Astrolojiyi ciddiye alıyor musun? Batıl inançların var mı?
Astrolojiyle ilgilenmiyorum ama batıl inanç çöplüğüm bilinçaltımın hemen yanında, bilinçaltıyla birlikte ortalığı iyi kokutuyor.
Oturup sohbet etmek istediğin yazar/yazarlar var mı?
Yok. Ne diyeceğim ki? "Dayıt kitapların süper, nası yazıyon ya?"
Kitap okumak için başka işlerinizi iptal ettiğin, arkadaşlarına "gelemem, çok işim var" dediğin oluyor mu?
Oluyor, çok güzel, "Telefonu duymadım babuş yaa," taklidi yaparım. Her zaman yapmam, arkadaşlar falan okur şimdi bunu. Lan oğlum valla duymadım o gün yaa!
Hayal ettiğin ya da sevdiğin işi yapabiliyor musun? (Öğrenciysen, istediğin bölümde mi okuyorsun?)
Psikolojiyle uğraşan kuramcılara göre sağlıklı bir kimliğe sahipsiniz eğer istediğiniz şeyi okuyorsanız, yapıyorsanız. Bu adamlara koca bir siktir çekmek lazım. Şu şartlarda Hititoloji okumak isteyene kız vermiyorlar lan, neyin sağlığı?
+ Hititoloji mezunuyum efendim, askerliğimi yaptım. Bir de ÇAP yaptım, Arkeoloji de okudum.
- Pkfmpf, ee pardon. Hanım, benim sopa nerede?
Her şey insanın kendisinde bitse neyse, toplumu ne yapacağız? Kız vermek ne? Hadi onu geç, evini neyle çevireceksin? Şuraya bağlayacağım; ben Türk Dili ve Edebiyatı okudum, yüksek lisansın da ders bölümünü tamamladım ve tez yazmakla uğraşıyorum şimdi. Doktora yolu da açık. Bir yandan süper şarkılar yazıyorum, Taksim'de Dorock adlı kral bir mekan var, orada çalmaya da başlıyoruz yakında. Hikâyeler yazıyorum, romanım üstüne çalışıyorum. Şimdi bunlar nedir? Bunlar yapmak istediğim şeyler. Bunlar bir işe yarıyor mu? Benim doyumsuzluğumu -henüz- dindirmemesi bir yana, toplumsal açıdan hiçbir şey. Kendi bildiğim yolda kör topal ilerliyorum, ne olacağını hiç bilmiyorum. KPSS'ye hazırlanıyorum şu ara, öğretmen olursam mesleğim de olacak ama iki sene sonra öğretmenlik yapmak istemediğimin farkına varırsam ne olacak? Bazıları bir işe girer, hayatını o şekilde sürdürür, sonuna kadar. Bazıları kendini ezdirmek istemez, işe girmez ve hayırsız evlat olur, toplum için bir yük olur. Yanlış anlaşılmasın, bunu toplum söylüyor. O zaman biz bunların neresindeyiz? Biz ne bekliyoruz hayattan? Benim gibi üç beş kişi var tanıdığım, birbirimizi görünce mutlu oluyoruz. İstediğimiz şeyler istemediklerimize dönüştürüldü, ya da dönüştürmeye çabalıyor birileri. Bu bir "bulantı" değil, hayat bıkkınlığı hiç değil. Aksine, dolu dolu yaşamaya bakıyoruz. Yorucu, emin olun çok yorucu bir şey. Bazen sağlığımızı kaybediyoruz gibi hissediyorum. Bir şeyler elimizin altından kayıyor ama ne olduğu belli değil.
Ne istediğimizi belki bilmiyoruz ama neyi istemediğimizi çok iyi biliyoruz.
Nereden nereye lan, neyse. Okuyun kariler, güzel kitap. Bir sigara yakayım bari, bunun üstüne yapılacak daha iyi bir iş bulamadım. Ha, Deliliğe Övgü var ya, kitabın adına onun gibi yaklaşın. Hadi iyi gunne.
"Ayıp lan öbür türlü." Çok teşekkürler, hem pek keyifli okudum cevaplarını =)
YanıtlaSiliyiymiş... hem kitap yazısı, hem de cevaplar...
YanıtlaSil