4 Ocak 2013 Cuma

Hüseyin Rahmi Gürpınar - Mürebbiye

Tabii günümüzden 120 yıl önce yazar-okur ilişkisi çok sıcak. Yazarlar nerede çalışıyor, gazeteler nerede basılıyor, hepsi belli. Dolayısıyla tefrika edilen bir roman biraz gecikti diyelim, yazarın evi bile basılır. Doğaldı bu, aha Ahmet Midhat. Adamı döveceklermiş romanın sonunu bir türlü getirmiyor diye. Böyle bir zamanda Gürpınar'ın şu açıklaması çok doğal: "Rabelais'lerin, Carabillon'ların, Boccace'ların, Love'lerin edebiyatı ile yetişmiş olan Matmazel Anjel'in bir benzerini daha, İstanbul'da değil, belki Paris'te bile bulmak çok zor olduğu için temiz bir çiçeklikte bir baldıran yetişmesinin havayı bozamayacağı gibi, bunun vücudundan da iffet sahibi öteki muhterem muallim kadınlara bir leke düşmez zannederim." Yani demek istiyor ki kimseyi tahkir ettiğim yok, sakin olun ve evimi basmayın, roman bu. Bu tatta bir giriş.

Amca Bey'in, Sadri'nin ve Şemi'nin Anjel'e yazıldıkları zamanda giriyoruz olaya. Her biri, aşkını anlatacak bir şeyler yazıyor ve bunları ders alan veletler yoluyla mürebbiyeye ulaştırıyor. Üçü de aptal aşık. Anjel pek uyanık, konağın bütün erkeklerini idare ediyor ve vurgun yapabilecekse kimin üstünden yapabileceğini anlamaya çalışıyor. Buradan Fransa'ya, Anjel'in dünyasına gidiyoruz. Gürpınar, natüralist yazarların çizdiği toplumdan yola çıkarak Anjel'i çözümlüyor.

Anjel, annesine sürekli babasını soruyor çocukken: "Anjel'in zorlamasından pek ziyade bıktığı günler kadıncağız birkaç düzine erkek adı saydıktan sonra, 'Kimin kızı olduğunu ben ne bileyim? İşte bunların içinden babanı ara da bul!' diye haykırırdı." (s. 29)

Paris'in leş ortamlarında büyüyen bir kız için bu cevaptan sonra fahişelik yolu açılıyor, annesinden bile daha başarılıymış hatta. Hamile kaldıktan sonra bebeği kakalayacak bir adam arıyor ve buluyor: Meşhur yazarlardan Mösyö Bodler. Bildiğimiz Bodler olup olmadığını bilmiyorum, zaman hakkında bir fikrimiz yok ama o değildir zannediyorum. Bu Bodler roman ve oyun yazarı. 

"Hiç yazar olup da hassas olmamak, hassas olup da insaflı bulunmamak, insaflı olup da gereken şeyi yapmaktan çekinmek kabil midir? Hem yazarlar dalgın adamlardır. Hele romancı, tiyatrocu kısmını aldatmak kolaydır. Bunlar eserlerinde her gün bin türlü yalan yaza yaza yalanı sahiden, olanı olmayandan, gerçeği zıddından fark edemeyecek hale gelirler. Bütün hayat manzaralarına roman diye bakarlar. Her yalan dolu işi hakikat şeklinde göstermeye, her gerçeği roman yoluna sokmaya uğraşırlar. Yalanın sözle olanı bir ahlak edepsizliği sayılırken, kalemden çıkanı hüner sayılmak, kitap şeklinde para ile satılmak medeniyet terakkisinin yazarlara verdiği garip bir imtiyazdır. İşte Mösyö Bodler de yazdığı yalanlara kendisi gülüp, alemi ağlatan bu çeşit kalem sahiplerinden idi." (s. 31)

Bu noktada küçük bir çelişki var; Gürpınar Anjel'i kurgularken romanlardan yola çıktığını söylüyor, ardından gerçekle yalanı karıştıranlardan bahsediyor. Bu ikinci düşünce sadece Anjel'in fikri mi, yoksa fikirlerin karakterler yoluyla sözde gizliden verildiği bir dönemin yazarı olan Gürpınar'ın fikri mi? Bilemiyoruz, geçiyoruz. 

Bodler'le Anjel'in görüşmeleri, Gürpınar'ın edebiyat meseleleri üstündeki düşüncelerini anlatması için süper bir ortam sağlıyor. Burada Bodler yerine Gürpınar'ı koyabiliriz. "Ahlak" dayatmaları ve sanatçının yeri hakkındaki şu bölüm.

"(...) Ahlakiyundan olmak için ahlaksızlığı tetkik etmek icap eder. Bir işle fazla uğraşmak, insanın o şeyle senli benli olması sonucuna varacağından tehlikeli bir fen denemesinde bulunanların bazen bu deneme sırasında fen yoluna kurban gittikleri görüldüğü gibi, aleme ahlak dersi vereyim derken ahlaksızlık çirkefine düşüp dibi boylayanlar da görülmemiş değildir. Tarih, pek çok büyük yazarların küçüklüğünü ve ahlakçılardan bir haylisinin ahlaksızlığını bize bugün gösteriyor." (s. 38)

Bundan sonrası ahlak kavramının zaman içindeki değişimi ve klasisizm çıkışlı yazarların zamanın ahlakını anlamakta çok zorluk çekeceği. Natüralizm incelemesi de mevcut; laboratuvar ortamı, sosyal şartlar altında denek hayvanı gibi incelenen insanlar, böyle şeyler. Anjel de okuduğu ve bildiği kadarıyla edebiyatla ahlaki çöküşü karşılaştırıyor ve ahlak aşılayan, ahlak kumkuması eserlerin çağının bittiğini söylüyor. "İffetimiz olmaması bizi umumi iffete karşı düşman etmiştir." (s. 42)

Sonrasında bu konuşmalardan Bodler bir kitap yazıyor ve gelirini Anjel'in doğacak çocuğuna bağışlıyor. Anjel paraları yiyor, çocuğu bırakıyor ve o bey senin, bu zengin benim, İstanbul'a geliyor ve bir şekilde kendini acındırarak Dehri Efendi'nin evine mürebbiye olarak giriyor. Şimdi kurgusal bütünlük beklememek lazım, Anjel'in psikolojik çözümlemesi için öyle oldu. Bodler'le görüşmeden bir anda İstanbul'a atladık, öncesinde aşk dolu sözler vardı. Plan şöyle:

Aşk dolu sözler: A
Anjel'in Paris yılları: B
Paris'ten İstanbul'a geliş, konağa yerleşme: A öncesi.

Sonrası olaylar. Dehri Efendi bir garip bilgin. Huysuz bir adam, cahil insanları sevmiyor. Kardeşi Amca Bey kambur bir zat. Oğlu Şemi yatılı okul öğrencisi, dersini bilemediğinde babası falakaya yatırıyor bunu. Sadri, Dehri Efendi'nin kardeşi Makbule miydi neydi, onunla evli. Bunların dışında Gürpınar'ın halk sınıfından fiks insanları. Bir aşçı, bir hizmetçi, şiveler değişik, komik. İşte üç avanak Anjel'e aşık oluyor, çeşitli komik sahneler, en sonda görüyoruz ki herkesin korktuğu ahlak kumkuması Dehri Efendi de Anjel'e takılıyormuş. Dolaba saklanmış, dolaptan çıkıyor en sonunda.

Böyle. Komediler, şakalar. Gürpınar iyi ya.

1 yorum: