Pleasants soruyor, Fante cevaplıyor. Beş kasetlik röportaj. Keşke daha fazla kaset olsaymış, gerçi Pleasants'ın kasetleri bitince Fante destek çıkıyor ama yeterli değil. Fante'nin senaryo yazarlığı zamanlarından anlatacağı çok anısı varmış gibi gözüküyor, yer sıkıntısı yüzünden yeterince açılamamışlar orada, tadımlık kalmış açıkçası. Yine de muhtelif konularda malumat var, Coppola'dan Fitzgerald'a, Faulkner'dan bilmem kime kadar. Arada derede Fante'nin yazın anlayışına dair ilginç bilgilere rastlıyorsunuz, ailesiyle ilgili verdiği detayları da katarsak romanlarının izleklerine ulaşabiliyoruz. Zamanında İtalya'dan göç etmiş ailenin Katolik geleneklerinden babanın itliğine ve hergeleliğine dair bölümler dikkat çekici. Fante'nin anlatıları çoğunlukla kendi yaşantısından doğduğu için verdiği her bir detayın peşine düşülebilir, metinlerinde yazar olmaya çalışan veya babasının peşinden duvar örmeye giden gencin adımlarından Fante'nin izleri kalıyor geriye. Yolun başı ve sonu belli olduğu için "arayı doldurmak" olarak görüyor bu adımları Fante, metnini kaleme alırken araları doldurmaktan başka hiçbir şey yapmadığını söylüyor. Ne zaman eserse o da. Çalışma planı yok, metnin kendini yazdırası gelirse oturup sayfalarca yazıyor ve kalkıyor masadan, bu kadar. Görme problemleri başladığı zaman eşi Joyce Fante yardımcı olmaya başlamış, onun dışında kendi geçmişini kendi başına kurmaktan usanmıyor, bildiğini yazıyor kısacası. Kendisinden yola çıkmadığı metinler yazmaya çalıştığını ama beceremediğini söylüyor, kurmacanın doğuracağı başka atmosferler pek de ilgisini çekmemiş, yaşadığı şeyler çağının -kendince- tam karşılığı olduğu için Bandini'yi veya ikinci tür anlatıcısını işe koşuyor. Farklı anlatıları bir araya getirildiğinde kronolojik bir çizgi oluşturulabiliyor, Fante'nin bilinçli tercihi, tek bir yaşamın kurgusu yeterince ağırken başka yaşamlara eğilmiyor. Bunun yanında öfkeyle veya nefretle yazmıyor, hatta bu tür duygularla yazdığı seksen sayfalık metinleri çöpe attığını belirtiyor. Doğrultuyla yola çıkılan metinler için bir süreliğine aynı ruh durumunda kalmak gerekiyor Fante'ye göre, bunu sürdürmek güç, yine de bu yolla yazılan iyi metinler olduğunu da ekliyor. Bu kadar anlattım, ortaya karışık oldu. Röportajlar zaten belli bir konseptin etrafında dönmüyor, konudan konuya atlıyorlar ama ben sırayla gideyim, işaretlediğim yerlerden yola çıkıyorum. Röportajlar 70'lerin sonunda yapılmış, son kayıt 1981'den, Fante ölmeden kısa bir süre öncesinden yani. Neyse, ilk kayıt. Bukowski'den bahsediyor Pleasants, Bukowski'nin Fante'nin metinlerini pek sevdiğini ve kendi metinlerinde Fante'ye yer verdiğini anlatıyor. İlginç bir şey bence: Fante'nin Bukowski'den haberi yok. Yokmuş gibi yapıyor belki, bilemiyorum. Bukowski, Fante'ye "Tanrı" muamelesi yapıyor, birden fazla romanında adını anarak "ustasını" onore ediyor oysa. Pleasants'a göre Fante'nin anlatıyı kısa bölümlere ayırma tekniğini ve anlatıcının gerçek yaşamdan derlenen yapısını Fante'den çarpıyor Bukowski, gerçi bunu Bukowski'nin kendisi de söylüyordu sanırım. Fante bu tekniği kullanarak çok daha kolay yazabildiğini anlatıyor ki söylediği bir şey çok hoşuma gitti, bu metni bugün değil de daha önceden okumuş olsaydım çarptığımı düşünecektim. Onur Çalı'nın Parşömen Fanzin'de yaptığı bir anket var, sağ olsun, incelik gösterip soruları yollamıştı bana. Şöyle bir cevabım vardı: "Şiir ve öykü dışındaki bir türe nefesim yetmiyor. Zihnim genellikle darmadağın, şeyleri bir arada tutamıyorum." Şu da Fante'nin söylediği: "Geçmişim, tarihim bölük pörçük çünkü çok bölündüm hayatım boyunca şeyler arasında." (s. 28) Belki Fante'nin anlatım tekniğini aşırı özümsemişimdir, bundan beş yıl kadar önce arka arkaya birkaç metnini okumuştum, Zonguldak'taydım o sırada, okumaktan başka bir işim yoktu. Neyse, sonuçta adam parça parça yazıyor ne yazacaksa, iyi. Toza Sor'la ve sonraki metinlerle ilgili bir dünya muhabbet ediyorlar ama en önemli detayları alayım ben, ilginç şeyler var. Fante 1930'ların başında senaryo yazarlığı yapmaya başlıyor. Denver'dan Hollywood'a yirmi yaşındayken gidiyor, sonrasında yaşamı tamamen yazarlıktan ibaret. Romanlarını daha sonra yazmaya başlıyor, Toza Sor'la alakalı ilginç bir durum var. Stackpole & Sons kitabın haklarını satın alıyor, ilk baskı ses getiriyor ve ikinci baskıdan sonra Hitler'in Kavgam'ını basıyorlar ama Hitler'in bundan haberi yok. Gerçi yasal olarak bir sıkıntı yok, kitabın haklarını almışlar ama Hitler dava açıyor yine de, üstelik kazanıyor davayı. Yayınevi batacak duruma geliyor, Fante'nin kitabı ortadan kayboluyor, yeni baskı yapılmıyor. Savaştan az öncesinde Hitler ABD mahkemelerinde dava açıp kazanıyor, ilginç değil mi bu? Neyse, ses getiren ilk kitabından sonra Fante birkaç yıl golf oynuyor, kitap okuyor, bir romandan başka bir romana geçerek yazmaya çalışıyor ama kendi deyişiyle "heba ediyor" bu yılları. O sırada Orson Welles için çalışıyor, yazdığı bir senaryo Welles'in çekeceği bir filmde kullanılacakken Welles Brezilya'da bir otelin balkonundan aşağı işiyor, tutuklanıyor ve sınır dışı ediliyor, film olayı yatıyor böylece. Fante bazı açılardan çok şanssız bir adam, bunun yanında hayatındaki bazı hoş tesadüfler durumu dengeler gibi gözüküyor. Pleasants, Fante'nin bir kitabını Ferlinghetti'ye okutmaktan bahsediyor. Céline'i yayınlayan ilk yayıncılardan biriymiş Ferlinghetti, Pound'un bazı metinlerini de ilk o yayımlamış, şairliğinin yanında yayımcılığı da önemliymiş yani.
Başka meseleler. Hamsun'u ve Sherwood Anderson'ı seviyor Fante, hatta tekniğini ve yalınlığını Anderson'a borçlu olduğunu söylüyor. Hamsun'un faşizm yanlılığı hakkında laklak yapıyorlar biraz, o bahsi geçiyorum. Sansür dönemlerinde Fante'nin bir metninin kaybolması çok üzücü açıkçası, Fante her ne kadar sansürden etkilenmediğini söylese de elle yazdığı bir metni, muhtemelen çoğaltmadan Viking Press'e, Pat Covici'ye gönderiyor. Covici metni basamayacağını, basarsa başının derde gireceğini söylüyor, Fante metni iade etmelerini söylemiyor anlaşıldığı kadarıyla. Covici ölüyor, Fante yayınevini arayıp metnini sorduğunda kimsenin metin hakkında hiçbir bir şey bilmediğini öğreniyor, dosya kayıp. Çok sinir bozucu bir şey. O zamana kadar sıkıntı çıkmamasına sebep olarak Fante'nin otosansürü gösterilebilir, yazdığı şeylerden çok yazmadığı şeylerden ötürü üzgün olduğu anlaşılıyor. Annesiyle babasının fırtınalı ve üstü kapalı olarak sezdirilen şiddet dolu ilişkisini anlatılarına dahil etmemiş. Bernhard'ı hatırlıyorum, bir yazarı yazdıklarından çok yazmadıklarından tanıyabileceğimizi söylüyor bir röportajında. Fante'nin önemli bir parçası kayıp yani, röportajlarda da bazı konuları geçiştirdiği hissedilebiliyor. Barış Yarsel'in verdiği bilgilere dayanarak söylüyorum, Fante zamanında ciddi bir kaza geçiriyor ve yayınevinden sağlam bir avans koparıyor, Steinbeck kadar sıkı bir yazar olacağını söyleyerek gazlıyor milleti ve parayı cukkalıyor. Bu olaydan bahsetmiyor röportajlarda, ben orayı işaretlememişim ama yine Yarsel'in dediğine göre sadece avans aldığını söyleyip geçiştiriyor mevzuyu. Fante geçinebileceği kadar para kazanmış, hatta savurganlığa varacak harcamaları da olmuş, bu yüzden uzunca bir süre senaryo olayından kopamamış, 1950'lere kadar diyelim. Senaryo yazarlığı sırasında tanıştığı onca insandan bahsettiği bölümler merak uyandırıyor, Fitzgerald'ın ve Faulkner'ın dahil olduğu bölümler iyi. Maxwell Perkins'i anlattığı kısım da iyi, Perkins'i Thomas Wolfe'un editörü olarak tanıyoruz, şu filmden özellikle. Başka ne var, Saul Bellow'u sevmiyorlar, Camus'yü çok seviyorlar, William Saroyan'ın metinlerini başkalarına yazdırdığından bahsediyorlar. Böyle şeyler. Pleasants röportajın son kasetini kırdığını, doğru olan şeyi yaptığını söylüyor. Ne diyordu acaba Fante, bu cins yüzünden bilemeyeceğiz.
Bir dünya mesele var, Fante'yi sevenler için kaçmaması gereken bir, ne diyeyim, röportaj derlemesi. Hoş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder