Başka gezegenlere zıplamak. Kaku'nun bilimkurgudan ödünç aldığı konseptleri geliştirmesine önceki metinlerinden aşinayız, yine de bilmediğimiz bazı şeyler var burada. Isaac Asimov'u bir konuşma yapması için çalıştığı üniversiteye davet etmesi örneğin. Vakıf'ı yaratırken esin kaynağının ne olduğunu sorunca "hiç tereddüt etmeden" Roma İmparatorluğu'nun yükselişi ve çöküşünden esinlendiğini söylemiş Asimov ama çok daha ilginç bir bilgi var, Türkçeye çevrilmediği için yayınevlerini göreve çağırıyorum. Kıytırık bir blog sayfasından çağırıyorum, evet. Olaf Stapledon'ın Star Maker adlı bir romanı varmış, romandaki karakter saf bir bilinç haline geldiğini hayal edip bütün uzayı boydan boya geçmiş, aşırı gelişmiş uygarlıkların daha aşağıdaki uygarlıkların doğal süreçlerini bozmamak için kasten gizlendiklerini görmüş falan, kısacası bugün uzaya veya uzaylılara dair düşünülen pek çok şeyi bundan 80 yıl önce düşünmüş adam, Arthur C. Clarke'a göre Star Maker o güne kadar yayımlanan bilimkurgular arasında ilk sıralarda yer alırmış. "Bu roman savaş sonrası bilimkurgu yazan bütün bir neslin hayal gücünü öyle bir ateşlemişti ki, ancak 2. Dünya Savaşı'nın kaos ve vahşeti içinde kalan kamuoyunun geneli tarafından kısa sürede unutuldu." (s. 3) Sonrasında günümüzdeki durumdan bahsediyor Kaku, SETI gibi kuruluşların sinyal kovaladığı zamanlardayız. Clara diye bir film var mevzuyla alakalı, takıntılı bir gök bilimcinin yaşanabilir dünyalar aramasıyla alakalı. Son zamanlarda uzaya yollanan iki uydu var, adlarını unuttum şimdi, sırf yeni gezegen arıyorlar. Bulurlarsa mesajdır, çiçektir, bir şey göndereceğiz ve kendimizden haberdar edeceğiz. Belki de şimdiye kadar yolladığımız radyo dalgalarını aldılar ve yeterli gelişim aşamasına gelemediğimize karar verdikleri için ses çıkarmadılar, belirli formlardaki mesajları bekliyorlar. Bu bir astronot olabilir, uzay gemisi olabilir, henüz keşfedilmemiş bir mesaj formu olabilir. "Bir diğer deyişle kaderimizde bir zamanlar korkulan ve tapınılan Tanrılar olmak yazılı. Bilim bize evreni kendi suretimizde biçimlendirebileceğimiz araçları sağlayacak. Asıl soru, bu büyük tanrısal güce eşlik edecek bir Solomon bilgeliğine sahip olup olmayacağımız." (s. 9) Bir kiloluk yükü uzaya çıkarmak binlerce dolara mal oluyor, bilimde tekrar çağ atlamak zorundayız. Termodinamiğin yasaları ve ardılları ilk çağı biçimledi, kuantum ve türevleri ikinci çağı oluşturuyor, üçe geçmek zorundayız. Şu halimizle pek bir şey yapacak durumda değiliz. Kaku'ya göre ilk adım Ay, Ay'a geri dönmek ve orada üs kurmak zorundayız ki daha ilerilere atlayabilelim. Çin'in 2025'e kadar Ay'a astronot göndereceği, sonrasında da Ay'da üs kuracağı söylenmiş, yapabilirler ama yaşamın sürdürülebilmesi için çok büyük yatırım yapmaları gerekecek. Muhtemelen Ay'da buldukları kaynakları Dünya'ya getirip satacaklar, projelerini bu yolla finanse edecekler. Tabii sürüsüyle hukuki problem doğacak, Çin bayrağı Ay'da dalgalanmaya başladığı an enerji kaynaklarının paylaşımı büyük sıkıntılar doğuracak gibi gözüküyor. Bunlar geleceğin problemleri, günümüze baktığımızda yapılması gerekenleri madde madde anlatıyor Kaku. Büyük batarya banklarına ihtiyaç duyulacağını söylüyor, iki haftalık gündüz sürelerinde dev Güneş panelleri elektriği depolayacak ve üste bu enerji kullanılacak. Malzeme olarak da Ay toprağı kullanılabilir, deneylere göre bu toprak mikrodalgayla ısıtıldığında kaya gibi sağlam seramik tuğlalara dönüşebiliyormuş, o halde toprağı ısıtıp yalıtımı da bir güzel yaptıktan sonra toprak yapılar inşa edilebilir. Barınma için kaynak var, peki insanın yaşamını sürdürmesi için ne gibi yenilikler gerekli? Düşük kütleçekimi ve atmosfersizlik en başta büyük sıkıntılar doğuracak gibi gözüküyor. Dünya'da nesiller boyunca edindiğimiz kolektif hafıza, kişisel deneyimlerimiz, bizi biz yapan onca zımbırtı Ay'da anlamsız hale gelecek, canımız sıkılınca havaya atıp tuttuğumuz topu tutamayacağız, basit bir örnek. Kaku bütün problemleri masaya koyup hepsine ayrı ayrı çözüm önerileri sunuyor, bunlara değinmiyorum ama çok ilgi çekici olduklarını söyleyeyim.
İşin maddi boyutuna eğilmemiz gerekirse kaynak problemi çekileceğini söyleyebiliriz, paradan ziyade ham madde yoksunluğu işimizi zora sokacak. Bir asteroidde 5,4 trilyon dolar değerinde doksan milyon ton platinyum olduğu ortaya çıkarılmış, paradan ziyade platinyum çok daha önemli, zira sekiz yüz beş iki milyonu trilyonsu dolarınız olsa bile Dünya'da 1 kilo platinyumunuz varsa parayı laboratuvarda platinyuma çeviremezsiniz. Uzaydan ne gelirse yakalamaya çalışacağız kısacası, bence şöyle kocaman bir ağ gerilse ve asteroidler o ağ tarafından yakalansa ihtiyaç duyduğumuz maddeleri er geç elde ederiz. Bilim insanları bu fikrimi bir düşünsünler. Telif istemez, insanlığa armağan ediyorum bu fikri. Mars'a gitmek için çok daha fazla kaynak gerekecek tabii ama yakın zamanda bunun başarılacağını söylüyor Kaku, Musk'tan NASA'nın çalışmalarına kadar pek çok ögeye değiniyor. "Mars'a düzenlenecek tarihi göreve katılacak ilk insanlar bugün muhtemelen hayattalar ve lisede gökbilimi dersleri alıyorlar. Başka bir gezegene yapılacak ilk yolculuğa gönüllü olması beklenen yüzlerce kişinin arasında olacaklar." (s. 72) Muazzam bir şey, şanslı itler. İyon motorları arkadan yavaş yavaş itecek, uçup gidecekler. Atmosferi yavaş yavaş ısıtmaya çalışacaklar, suyu çözecekler ve tarımı başlatacaklar, sonra kentleşmeyi mümkün kılacaklar, başka bir gezegenin koşullarında büyüyecek çocuklar doğuracaklar, Kaku'ya göre bu çocuklar Terra'yla bağı koparacak ve farklı bir kültürün, uygarlığın çocukları haline gelecekler, ABD'nin İngiltere'den kopması gibi bir şey. Daha ilginç bir şey var, Mars'a gidersek eve dönmüş olabiliriz. Milyarlarca yıl önce Dünya henüz dev bir eriyikken Mars soğumuş, ılıman bir iklime kavuşmuş ve geniş miktarlarda su kütleleri tarafından biçimlendirilmiş. Bilim insanları böyle bir ortamın DNA'nın doğuşu için ideal olduğunu söylüyor, panspermia nanesini de düşünürsek, Dünya'ya gelen DNA'nın serpilip canlıları, insanları oluşturduğunu da düşünürsek... "Bu kuram doğruysa bir Marslı görmek için tek yapmanız gereken, aynaya bakmaktır." (s. 82) Oha. Tabii atalarımız orada kendi başlarını yedilerse onlardan çok çok farklılaşmışız demektir, yine de Mission to Mars'taki gibi bir varlıkla karşılaşma ihtimali var, yine de var. Sonrasında yıldızlar, galaksiler, sicim teorisi, farklı uzaylar, farklı zamanlar, bir dünya şey. Kaku kafa beyin bırakmıyor, müthiş bir metin bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder