11 Aralık 2019 Çarşamba

Samuel Alexander - Yeteri Kadarsa Çoktur

Thoreau'nun Alternatif İktisadı alt başlığı Walden'a geri döneceğimizi gösteriyor, dönelim. Göl kenarındaki kulübeye, fasulye tarlasına, kısacası doğanın ortasında iki yıl iki ay boyunca yaşayan, sonrasında kente döndüğü zaman doğada edindiği deneyimleri tekrar tekrar canlandıran adamın yaşamına göz atacağız, Alexander mevzuya iktisadi açıdan yaklaşıyor ve Thoreau'nun yaşamının sürdürülebilir olup olmadığından, sürdürülebilirse hangi motivasyon kaynaklarına dayanması gerektiğinden ve genel olarak Thoreau'nun neyi niçin yaptığından bahsediyor. Uzunca bir makale okuyacağız aslında, Alexander metninin iki kısa bölümünü çeşitli dergilerde yayımlamış ve incelemelerini derinleştirerek yüz sayfalık bir metin haline getirmiş. Yoğun bir akademik dille, formüllerle vs. cebelleşmiyoruz, daha en başta Thoreau ile oturup bira içmenin nasıl olacağını düşünüyor Alexander, bunun mümkün olmadığını söyleyerek metnini Thoreau'ya ithaf ediyor "en azından". Önsözde kapitalizmin can çekişmesi sırasında bireyin hissettiği acıdan bahsediyor sonra, sistemin içinde yer almanın ızdırabı varken kapitalizmin ölüme doğru koşmasıyla bu ızdırabın artacağını söylüyor. "Bana göre bu konuda belki de en huzursuz edici olan, bundan sonra ne geleceğinin belli olmamasıdır. Ayrıca karşılaştığımız küresel sorunların pürüzsüz, acısız çözümleri olup olmadığı bile belli değil. Vakit karanlık ve yeni ve parlak bir şafak garantisi de yok." (s. 9) Kapitalizm sonrası çağ için sayısız öngörü mevcut ama insanın yaşayacağı sarsıntıdan kurtulmak için ne yapılması gerektiğine dair bir şey... vardır, sonuçta öngörülerin ortasında insan var, insanın geçireceği değişim sırasında neye "tutunacağı" konusunda fikirlere bakmak gerek. Bakayım. "Bu devasa, çözülmeye uğrayan sistem içinde minik mikroplar misali, çeşitli yeni dünyaların ortaya çıkabileceği toprağı inşa ederek kendi küçük yöntemlerimizle yaratıcı bir çalışmaya davet ediliyoruz gibi. Kısacası, karşımızdaki güçlüğün - tarihin bu noktasında- kapitalizmden kompost yaratkmak; ve direniş ve yenilenmenin zengin topraklarındaki görevimizin, kolektif görevimizin ise yeni bir Dünya öyküsü tohumu ekmek olduğunu söylüyorum." (s. 11) "Yeni bir Dünya öyküsü" tarihin yeni bir sayfasını açmakla aynı anlama gelecek gibi gözüküyor, medeniyetin binlerce yıllık akışından sapmayı fakat akışı durdurmamayı içeriyor, tüketici yaşam biçimlerinin kökten değişimini simgeliyor, sadeleşmeyi ve basitleşmeyi falan, bu tür şeyleri geleceğimize taşıyor açıkçası. Bu öykünün yazılması ve anlatılması bambaşka zorluklar taşıyor ama kaçınılmaza doğru ilerlerken zorluklarla başa çıkabilmeliyiz, farklı yaşam biçimleri yaratmamız gerek. Thoreau'nun biçimi daha önce ele alınmamış bir şey değilse de tarihi bağlamına bakarsak müthiş bir yenilik. Ofislerin dünyası yeni yeni ortaya çıkıyor, teknoloji hızla ilerliyor ve her yere elektrik direkleri döşeniyor, tren yolları inşa ediliyor, yeni iş kolları ortaya çıkıyor ve kapital, toplumu "sistematik" biçimde şekillendirmeye başlıyor. Sekiz saatlik çalışmanın sonunda elde edilen parayla tüketim ihtiyacı gideriliyor ama ihtiyaç giderildikçe büyüyor, böylece çalışma süresi on altı saate kadar çıkarken para hiç el değiştirmiyor neredeyse, temel ihtiyaçların ötesindeki harcamalar yaşamı kolaylaştırmaktan ziyade yeterince meta elde edememenin acısına dönüşüyor, bu da daha fazla çalışma saati, daha fazla yetersizlik duygusu ve daha fazla mutsuzluk demek. İlk elden bir örneğim var, tanıdığım biri kahve yapabileceği malzemelerinin olmasına rağmen kahve makinesi almıştı, sonra makinenin daha iyi bir modelini görüp onu da aldı, elinde iki kahve makinesi ve kahve yapımı için gereken diğer gereçlerle birlikte hemen hiç kullanmadığı mutfak malzemeleri vardı. Son gördüğümde pek mutlu değildi, yaşamı bu tür bir ihtiyaç giderme döngüsü üzerine kuran hiçbir yaşamdan coşkun, saf bir mutluluk, yaşama sevinci beklememek mantıksız olmaz herhalde. Kısacası hayvan gibi tüketiyoruz, Ekşi Sözlük'teki bir yazı geldi aklıma, bir insanın kilolarca çöp üretebilmesinin ne kadar korkunç olduğundan bahsediyordu. Bu ağırlığı kaldıramayacak noktaya doğru gelirken ne yapacağımıza dair bir fikrimiz olabilir, Thoreau okursak. Adam bu çürümenin makine gibi işlemeye başladığı zamanlarda yaşamış, Harvard'dan 1837'de mezun olmuş ve mezun olur olmaz etrafındaki insanların yaşamlarına göz atmış. Materyalist kültürden başka hiçbir şey görememiş, "kurumsallaşmış din" kavramından hiç hoşlanmadığı için devletle veya dinle bağ kurmamış hiç, hukukla ve politikayla da uğraşmamış, devletten olabildiğince uzak durabilmek için öğretmenliği seçmiş. Görüldüğü gibi tamamen kopamıyorsunuz, devletle bir şekilde ilişkiniz oluyor ama öğretmenlik iyidir, devletin üç beş insanıyla uğraşırsınız en fazla, onun dışında rahatsınız. Thoreau'ya doğrudan bir yakınlık duyuyorum, öğretmenliği aynı rahatlıktan ötürü seviyorum sanırım. Neyse, Thoreau öğretmen oluyor ama okulundaki öğrenci dövme politikasından ötürü tutunamıyor orada, yaramaz çocukları dövmediği için uyarı üstüne uyarı alıyor ve en sonunda -bu da çok ilginç- rastgele altı öğrenci seçip onları pata küte dövüyor, ardından istifa ediyor. Farklı işler deniyor, Emerson'ın evinde joker elemanlık, özel ders öğretmenliği, bahçıvanlık, bir sürü şey. Yirmilerinin sonlarına kadar bu tür işler yaparak geçiniyor ve düşünüyor, "nasıl yaşamak gerektiği" konusunda okullarda hiçbir şey öğretilmemesi en çok düşündüğü şey olabilir. Adam Smith gibi adamların ekonomi konusundaki fikirleri sular seller gibi ezberleniyor, paranın yönetimi konusunda sayısız ders alınıyor ama yaşama biçimleri konusunda hiçbir şey yok, öğrencilerden tüketim toplumunun yılmaz fertleri olmaları bekleniyor. Thoreau en sonunda kafayı kırıp Emerson'ın topraklarındaki kulübeye gidiyor, bu. "Yaşamını kazanmak için yaşamının büyük bir bölümünü tüketen insanın yaptığından daha ölümcül bir ahmaklık olamaz." (s. 21) Thoreau'dan alıntılarla metnini destekliyor Alexander, temel izlek olarak da Lao Tzu'nun bir sözünü alıyor: "Yeteri kadarına sahip olduğunu bilenler zengindir." Yeteri kadarına sahipsek kovalayacak bir şey yok demektir, durup manzarayı seyredebiliriz. Süper olay.

Thoreau'nun birkaç fikri üzerinden bir yol haritası çıkıyor, teknolojinin sunduğu imkanlara bakalım. Demiryolu güzel bir yenilik, ulaşımı kolaylaştırıyor ve hızlandırıyor ama tüm dünyayı çürüten ekonomik sistemin de imzası durumunda, sağladığı hız meta üretimini ve tüketimini de artırıyor. Thoreau'ya göre demiryolunun üzerinde gitmiyoruz, demiryolu bizim üzerimizde gidiyor ve insanların "uyanmasını" engelliyor. Dünya tek bir biçime sahipmiş gibi düşünüyor insanlar, alternatif yokmuş gibi. Bunun tek çıkar yolu başka bir yaşamı sürdürüp sürdüremeyeceğimizi düşünmek değil, deneyip görmek. Eylemler yeni ve cesurca olmalı, böylece yaşamdan vazgeçmek yerine yaşamı onaylamış oluruz, istediğimiz biçime kavuşturduktan sonra. "Ölü zaman" olmadan yaşamak isteyen Thoreau bu düşüncelerle Walden'a gidiyor ve yaşamaya başlıyor, "Transandantal bir kapitalist" olarak görüyor kendini, Göksel İmparatorluk'la bağını koparmadan doğaya karışıyor. Giyinme, barınma ve beslenme ihtiyaçları konusunda yaptıkları ve söyledikleri bu incelemenin bir bölümünü oluşturuyor, buralara çok girmiyorum, Thoreau'yu okuyanlar hatırlayacaktır. "Paris'te başına şapka geçirilen bir maymunun" dünyanın öbür ucunda "moda" denen bir zehri yarattığından zamanını sırf yiyecek satın alabilmek için çok ucuza satan insanların çıkmazına kadar pek çok meseleye değiniyor adam, koca koca evlerin sebep olduğu israf bir yana, insanın en değerli varlığı olan zamanı israf etmesinden de bahsediyor ki diğer tüm olumsuzlukların yanında en üzücüsü bu. Yeterli olanın sınırları sürekli genişletildiği, insanların daha iyiyi ve daha büyüğü elde etme isteği ateşlendiği için yeterliliğin varlığı giderek silikleşiyor, neyin yeterli olup olmadığını, neye gerçekten gereksinim duyduğumuzu düşünmüyoruz. Alexander bu problemi çözebilmemiz için istencimizi parçalara ayırıp sunuyor: konfor, lüks ve araçlar. Thoreau üçüne de meylediyor, yaşamını bunlara bağımlı olarak yaşama tehlikesi doğurmadan.

İki yılını bu şekilde geçirdikten sonra Walden'dan ayrılıyor, belki de en çok merak edilen nokta bundan sonrası. Thoreau neden kulübesinden ayrıldı, ömrünü kulübede geçirmedi? Medeni yaşamda bir misafir olarak yaşamak istediği için, kendi deyişiyle durum bu. Kısa süreli ve bolca gezebildiği işlerde çalışıyor, temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek parayı kazanır kazanmaz işi bırakıyor ve parası bitene kadar geziyor, şiir yazıyor, mis gibi yaşıyor kısacası. Alexander'a göre tam anlamıyla bağımsız ve kendine yetecek bir yaşam sürme açısından Thoreau'nun deneyi başarısız, çünkü biriken işleri için işçi tutuyor, zaten en başta Emerson'ın topraklarında yaşadığı ve sağdan soldan ödünç malzeme aldığı için mutlak bir kendi kendine yetme durumundan bahsetmek mümkün değil. Bunun yanında başardığı şey o kadar önemli ki eksiksiz bir zaferin pek de uzağına düşmediğini görüyoruz. Walden'da yaşarken üç metin yazıyor, yaşamını en coşkun hazlarla dolduruyor ve ölü zamanı ortadan kaldırıyor. "'Belki birkaç kez daha dünyaya geleceğimi düşünmüşümdür ve şu anki yaşamım için daha fazlasını biriktiremeyecektim.'" (s. 91)

Uğruna savaşmaya değer bir şeyler için yaşayan insanların en önemlilerinden birini biraz daha anlayabilmek için okunsun, değerlendirilsin, bir şeyler değişecek durumdaysa katalizör olsun, ne bileyim. On numara metin bence.

1 yorum:

  1. Bu kitabı ben de görmüştüm, bir de sizin blog'unuzda rastladım. :)
    Ama okumadım...
    Uzun kitap yazılarınızı keyifle okuyorum. Ben de genelde uzun yazanlardanım... :)
    Beklerim blog'a, sevgiler :)

    YanıtlaSil