Vila-Matas'ın önsözünü sona bırakıyorum ama bir cümlesinin yeri tam burası, alayım: "Ben de şimdi bir önsöz yazarı olarak bu kitaba yayılmış o muazzam malzemeyi içine sıkıştıracağım bir formülle özetlemek gibi benzer bir sıkıntı yaşıyorum. Yine de, eğer bir biçimde özetlemem gerekiyorsa, ellinci yaşını doldurmak üzere olan ve muhtemelen bu kritik tarih yüzünden bir yazar olamayana dönüşmek isteyen bir yazarın hikâyesi karşısında olduğumuzu söylerim." (s. 9) Yazmak/yazamamak meselesi için yine Bernhard'ı anacağım, onun metinlerinde yazma ediminin yazılmaya çalışılan metinle doğrudan bir ilişkisi vardır, ikisinin olanaksızlığı, var olamamaklığı ontolojik bir yıkıma varır, zihinle bedenin birbirinden çok da ayrıksı olmadığı son nörobilimsel verilerle kanıtlanmış durumdaysa ve biz bu olamamaklığa bu açıdan da yaklaşabilirsek de ayrıklığı göz önünde bulundurarak düşünelim, zihnin bir eylemi tamamlayamaması, bir bütün haline getirilememesi gibi başarısızlıklar bedeni ortadan kaldıracak noktaya getiriyor, zaten yazamayan, besteleyemeyen vs. karakterler ya zihinle bedenin dumura uğratıldığı bir yalıtılmışlığa çekiliyorlar ya da intihar ederek ikisini birden ortadan kaldırıyorlar. Bernhard'ın anlatısal çözümü yok oluş üzerine kurulu, bu açıdan Chejfec'in anlatıcısından ayrılıyor ama çok da uzağına düşmüyor, yazar/karakter/anlatıcı yazmak istemediği için yaşamını bir kurmaca düzlemine çıkartıyor/indiriyor. Anlatının sonlarına doğru yazıyla ilişkisine değinirken içinden çıkamadığı duruma dair söylediklerinden kendi çıkarımını yapabilir okur, buraya girmiyorum. Neler döndüğüne bakalım bir. Brezilya'nın güneyinde bir şehir, yürünecek bir istikamet, ulaşılmaya çalışılan bir nokta. Anlatıcı bir edebiyat konferansına katılmak için orada, doğum gününe birkaç gün kalması yaşanmış zamanları düşündürüyor, iki arkadaşının yazdığı kitaplar tetikleyici vazifesi görüyor, bu yazar arkadaşlara anlatı boyunca sık sık rastlayacağız. Anlatıcının ulaşmaya çalıştığı park genişçe, olabildiğince insansız bir yer sahasına sahip. Sıkışmışlık hissinden kurtulmak için parka ulaşmaya çalışıyor anlatıcı, yürüyor, yürürken şehri algılarıyla ve imgelemiyle baştan kuruyor ki bu da başlı başına kendi yaşantılarına dönmesi demek, çok somut örnekler sunmasa da insanların ve binaların anlamını geçmişteki anlamlarıyla denkliyor. Bunun yanında her açıdan zengin bir şehir var karşısında, sayısız renk, sayısız insan, nesne, hepsi bir nevi yenilik taşıyor ama bu yenilik bir anlamda yaşantılardan çıkarılanlara iliştirilmek zorunda. Üst üste yığılmış anlam katmanlarını bir düzene oturtabilme gayreti mi yazdırıyor insanlara, belki. Bu sadece bir itki de olabilir, bastırılması şeylerin düzenini bozarak sadece oldukları gibi görülmelerine yol açıyor. Bazı hızlı geçişlerden bunu çıkarabiliriz, anlatıcının "bir insana hayatta eşlik etmek için en iyi sentaksa sahip fiziksel meleke" olarak gördüğü yürüyüş boyunca sarmal bir akışa kapılırız, anlatıcı kendi benliğini kurma çabaları boyunca etrafında olup bitenleri irdeler, sayısız gözlemde bulunur, kendisi olamama tehlikesinin farkında olduğunu belirtir, herkes tarafından dayatılan dil, edebiyat, insana dair ne varsa her şey tarafından kuşatıldığını düşünür, bunun yanında kendi sesini korumak için zihni sürekli hareket halindedir, zihin kendi yürüyüşünü yapmaktadır, fiziksel ve zihinsel edim birbirini mükemmel bir şekilde tamamlamaktadır. Kendini koruma çabalarının sebepleri bu hareket "sonucu" diyeceğim, ortaya çıkar. Anlatıcının yayımlanan son romanına dair oldukça olumsuz bir eleştiri yazısını okuduğu an geçmişten çekilip çıkarılır, bir öz değerlendirme uğraşının parçasına dönüşür. "Romanlarım, ister iyi ister kötü olsunlar, istemedikleri bir hizmete koşulmuş ve kendisiyle kavgalı karakterler yaratıyordu. Ben bile onlardan biri olabilirdim." (s. 23) Bingo. Her uğraşın kümülatif olduğunu belirtiyor bir yerde anlatıcı, hayal kırıklığı ve öfkesi bu yığınsal birikimin temel kaynaklarıymış gibi gözüküyor. Bir nevi düzensizlik, kendilik algısının dış dünyayla uyuşmaması, kurmacayla gerçekliğin durmadan çakışması sağlam bir sıkıntı kaynağına dönüşüyor. Ramachandran'ın söylemlerinden "tesadüflere duyulan tiksinti" kavramını eşeleyeceğim, iki dünya bağlamından yola çıkarak anlatıcının iki farklı akışına göre değerlendirirsek bir tesadüfün tiksintisi arka planda kalıyor, biz zaten beklenen bir şeyle, anlatıcının beklediği bir alçaltılmayla karşılaşıldığını, karşılaştığımızı düşünebiliriz, yazar adına ve okur olarak kendimiz adına. Bir de arka plana bakalım, yazarın kurmacaya varmayacak ama kurmaca niteliğindeki düşünceleri bize aslında olumsuz yorumlarla karşılaşmak istemediği, uğraşını da sürdürmek istediği için insanların eline geçmesini imkansız kıldığı bir metni yazmayı düşsel bir dünyada sürdürdüğünü söyleyebilir miyiz? Keyif aldığına dair bir emare yok, "yürüyüşçünün savruluşu" gibi kendi icadı olan kavramlarla yürüyüşü, zihinsel anlatısını sürdürmeyi sağlayan eylemi olumlayarak, irdeleyerek aslında eylemini sürdüreceğini üstü örtülü de olsa anlatmış oluyor. Anlatılan iyidir, olumsuz eleştiri bir tesadüf olarak değerlendirilebilir, anlatıcı bu yüzden insanlardan uzak durmaya çalışmaktadır ve parka doğru yürümektedir. Ne zaman ki devinimini sona erdirir, düşüncelerinin birliği tavsamaya başlar, Papini'nin anlatıcısını anımsatmayı bırakır, anlatıdan fırlamaya çalışan sivri uçları gösterir. Miras bırakabileceği eşyalardan çakmağın mekanizmalarına kadar pek çok, nasıl diyeyim, metnin dışına çıkmaya çalışan nesneleri anlatmaya başlar, ta ki yazarlığını düşünmeye geri dönene kadar.
Yine Ramachandran'dan bir alıntı yapıp bitireyim: "Sanat doğanın kendi sanal gerçekliği olabilir." (s. 318) Anlatıcımız bu sanal gerçekliğin -zihinsel kurmacanın- içinde kendi gerçekliğini, kendi yaşamını doğanın yansımaları/parçaları arasında sabitlemek istiyor, başka bir sanal gerçeklik yaratmadan yapmak istiyor bunu. Aslında Spinoza'nın Natura naturans ve Natura naturata kavramları üzerinden incelense bu metinden çılgın şeyler çıkabilir, çok ilginç bir araştırma olur bu.
Mutlaka okunması gereken bir metin. Jaguar'ın güzelliklerinden biri.
Ek: Vila-Matas'ın önsözü kaldı. Valla övüyor metni işte. Şöyle güzel, böyle süper diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder