Öykücülüğümüzün şövalyelerinden Adnan Özyalçıner. a'nın gediklisi. Demir Özlü, Erdal Öz, Edip Cansever, Cemal Süreya gibi arayışçılar arasında çizgisiyle yerini belirlemiş bir dayımız. Evet.
Bende bunun Can'dan çıkan ilk baskısı var ama onun düzgününü bulamadım, o yüzden kapak budur, elimden gelen de budur.
Özyalçıner, olayların ve kişilerin gerçek olduğunu belirtirken kurgulama sürecinde olayların yerini değiştirdiğini de ekliyor. Bir gerçeklik üzerine kurulmuş öyküler bunlar. Bazılarında sahiliğin yansımasını bulmak mümkün, fakat bazı öykülerde düşün gerçeklikle istediği gibi oynadığını hissedebiliyoruz.
1964 Yazında: Bir futbol maçı, Keşanlı Ali Destanı'nın oyuncularıyla Edebiyatçılar arasında. Futbolculara gel: Orhan Kemal, Ülkü Tamer, Adnan Özyalçıner, Engin Cezzar, Egemen Berköz, Aydemir Akbaş falan. Hakem de Halit Kıvanç. Maçı Edebiyatçılar 5-3 kazanıyor, Halit Kıvanç'ın beraberlikle bitirmeye dair tüm çabalarına rağmen. Avare Yıllar'ın ünlü topçusu Orhan Kemal, maçı koparan adam oluyor.
Bazı isim karışıklıklarına dair Ülkü Tamer'in düzeltmeleri mevcut öykünün sonunda, bir de şu var ki almadan edemedim: "Şiirim için isteyen istediğini söyleyebilir, ama 1964 yazındaki santraforluğuma laf ettirmem." (s. 22)
Bir Okul Anısı: İstanbul Erkek Lisesi'nde geçen lise hayatının Proustvari bir yansıması. Sürüp giden zamanda çocukluğunu izliyor Özyalçıner, geçen onca yılı uzaktan izlermiş gibi. Okulun kuleleri, öğretmenler, resim, edebiyat, Van Gogh'a benzetilen bir Özyalçıner. Falan.
Bir Hırsızlık Olayının İç Yüzü: Eve hırsız girer, sabah olayın farkına varan Sennur, Adnan'a soyulduklarını söyler. Adnan'ı anlatıcı olarak da alabiliriz. Neyse, bundan sonrası Kafkavari bir hadise. Memurlarla, bürokrasiyle uğraş, takılan parmaklıklarla cezaevine dönmüş bir ev. Bir de kapının çabuk kırılır olduğu söylenip tüy dikiliyor. Şahane.
Abana'nın Heykelleri: Sennur Sezer'le eşi Özyalçıner'in bir etkinlik için çağrıldıkları yer, bir Kastamonu ilçesi Abana. Bitmeyen bir otobüs yolculuğunun ardından ulaşılan küçük bir kıyı kasabası ve devrik heykeller, bu heykellerin akıbeti.
Yazarın Sabah Yürüyüşü: Sancho vasıtasıyla Haldun Taner geliyor akla, değil mi? Gelmesin, bu başka bir şey.
Yazar bir sabah yürüyüşe çıkar ve kapıcının karısı Emine'yi, bir de Mücella Hanım'ı düşünür. Kendisi uzaklara doğru yürür, yine de aklı onlarda kalmıştır. Bir anlatıcı vasıtasıyla onlar hakkında bir hikâye uyduruverir, evine döndüğü zaman olay kurgusunun kaldığı yeri bilmezmiş gibi yapar. Okurla oynanan bir oyunda zar bizim için atılıyor, tutabildiğimiz yerden tutacağız.
Kalabalıktan Biri: Küçülen bir şehirde bir normal adam. Bu kez uyandığı zaman kendini değil, şehri değişmiş buluyor. Abdi Bey'in etrafındaki insanlar kilo veriyor, içki içerken izlediği adalar birbirine yaklaşıyor, çalıştığı dairede oda küçülüyor, oturacak bir yer kalmıyor. Memuriyette her şey küçülüyor. Yaşam, mekan, uzam, ne varsa.
Bu Öykü Nasıl Yazıldı?: Nasıl yazıyoruz? Bir dostum belli kafelerde yazabiliyor. Ben bilgisayar başında yazıyorum, odamdan başka bir yerde mümkün değil. Özyalçıner bir vapurda yazıyor, 5 saatlik bir yolculukta. Yazmak için uzun yolculuklar düşünüyor, şehir içinde yapılabilecek en uzun yolculuk da kıyıyı takip eden vapurlar vasıtasıyla gerçekleşiyor. Haldun Taner de Moda'da denizin ortasındaki bir kayada yazarmış. Bu da aslında bir inceleme konusu, yazarların nasıl yazdıklarıyla ilgili bir kitap var mı?
Böyle. Severek okuyunuz, çok güzel öyküler bunlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder