Aylaklıkta düşünmeden olmaz: Bu insanlar nereye gidiyor? Yani bir yerlere yürünüyor ama orası neresi, oradan nereye gidilecek, nedir? Demin biri geçti, bir kız. Hızlıca yürüyor, yüzünde bir beklentinin çizgileri. Sen kimsin ve gittiğin yerde neler yaşayacaksın? Ya. İnsanlar bir şeyler yaşamaya gidiyor ve neler yaşayacaklarına dair hiçbir fikrimiz yok. Tedirgin oluyor insan.
Handke'nin anlatıcısını böyle bir izlenimci olarak düşünelim. Karakterler arasındaki ilişkileri tanrıcılıkla incelemek yok. Kurgu oyunları da yok. Bir kadını birkaç gün boyunca izliyormuşuz gibi düşüneceğiz.
Kadının adı yok, Kadın diyeceğiz. Sekiz yaşındaki oğluyla birlikte bir dağ yamacındaki bungalovlardan birinde oturuyor. Kocası işi gereği uzaklara gidip ara sıra gelen bir adam. Bruno. Kadın, Bruno'yu karşılamak üzere havaalanına gidiyor. Bruno Finlandiya'da daima gece olduğunu söylüyor. Burada Kadın'ın adının Marianne olduğunu öğreniyoruz, çocuk da Stefan.
Bungalov sitesine her döndüğünde derin bir soluk aldığını söylüyor Bruno, Kadın gülüyor. Bir de laf arasında tercüman bir kadınla tanıştığını ekliyor Finlandiya'da. Ardından bir otele gidiyorlar, ertesi gün yürüyüş yaparlarken Kadın duruyor. Aydınlandığını ve Bruno'nun git gide uzaklaştığını söylüyor. Nasıl söyleyeceğimi bilemedim, durgun bir mutluluk var ortada. Yani adam dönüyor, özlediğini ve mutlu olduğunu söylüyor. Kadın tepkisiz. Kaldığı yerden devam ediyorlar sonra ama bu kalınan yer ne kadar belirsizleşirse ana ait olan sevgi de o derecede siliniyor. Silinmiyor da varlığıyla yokluğu birbirine karışıyor. Kadın'ın aydınlanarak fark ettiği şey bu. Ayrılıyorlar, Bruno eşyalarını alacağını söyleyip uzuyor.
Ayrılıktan sonra Kadın'ın hayatına tam anlamıyla girmiş oluyoruz, tahmin edilemez bir şekilde değişen hayatın izini birkaç gün boyunca süreceğiz.
Fransizka, Kadın'ın arkadaşı arayıp en sonunda "uyandığını" söylüyor. Buluşuyorlar. Kadın zamanında çevirmenlik yapması için ısrar eden bir yayınevine başvuracağını söylüyor. Geçinmek lazım. Çocuk da var.
Bruno geliyor, Kadın bavulları hazırlamış. Kilit bir nokta var burada: "Çıkarken başını salladı Bruno. 'Senin bu kayıtsızlığın... Aramızda bir zamanlar, karı koca olmamızın ötesinde, ama gene de karı koca olmamızın belirlediği bir içtenlik olduğunu hiç hatırlıyor musun acaba?'" (s. 23) Belli ki yitirilen bir şeyler var ama bunların ne zaman yok olduğu belli değil, birbirine benzeyen günlerin arasında pek bir şey fark edilememiş. Kadın'ın çocuğuyla yakınlaşma çalışmaları, gözlerin defalarca dolması da bunun bir örneği. Çocuk, "Soğan kokuyorsun," diyor mesela, anne çocuğa sarılırken. Neden? Çünkü çocuk. Muhtemelen somut işlemler döneminde, herhangi bir duygusal yoğunluğu fark edebilecek olgunlukta değil yani. Somut bir dünya.
Fransizka da tam mahalle karısı çok affedersiniz. Yok çok içme, yok yalnız kalma, yok şunu yap, bunu yap. Tam tokatlık. Kadın nelerle uğraşmak zorunda.
Yayınevi sahibi geliyor bir gün, beraber bir şeyler içip konuşuyorlar. Cinsel bir durum yok, o yönde bir etkileşim de yok. Sadece konuşuyorlar ve Kadın, onu o evde rahatsız eden şeyin dik açıların bolluğu olduğunu söylüyor (s. 38) ve keskin dönüşlerden rahatsız olduğunu belirtiyor. Evi hayata bağlamak konusunda yazacaktım, belirtip geçiyorum. Sonraları Bruno'yla yaptığı bir konuşmada insanın boş bir evde çabuk yorulduğunu da söyleyecek.
Kadın'ın babası geliyor, birlikte geziyorlar ve iki hayat arasındaki benzer sonuçları görüyoruz, babayla kızın tercihleri pek uzak değil birbirinden. Sonlara doğru bir toplaşma var Kadın'ın evinde. Fransizka, Bruno, yayınevi sahibi ve şoförü, daha bir sürü insan geliyor. Kadın'ın peşine düşen Oyuncu da orada, kibar bir adam. Bruno'yla kavga ediyorlar ama alkolün etkisiyle kavga hiç yaşanmamış gibi davranılıyor. Bir karmaşa, herkes herkesle birlikteymiş, yıllardır tanışılıyormuş gibi. Herkes gittiği zaman kadın evi toparlıyor ve yeni bir sabaha başlıyor, salıncaklı sandalyede.
Goethe'den yapılan bir alıntıyla bitiyor kitap: "Böylece herkes, her biri kendi usulünce, gündelik hayatını sürdürüyor, düşünerek ya da düşünmeden; her şey alışılmış yolunu izler görünüyor, her şeyin bir kumarmışçasına sallantıda olduğu o dehşetengiz durumlarda bile insan sanki hiçbir şey yokmuş gibi nasıl yaşar giderse, öyle." (s. 99) Handke sırf bu bölümü okuyup bu kitabı yazmış olabilir, neden olmasın. Böyle bir kitap için bundan daha güzel bir son olamazdı.
Böyle. Benim ilk Handke okuyuşumdu, sevdik, yine bekleriz. Ya da o gelmezse biz gidelim? The Lefthanded Woman adlı, romana ismini veren şarkıyı bulamadım, koyacaktım yoksa. Bir de filmi varmış, arayıp bulup da izlemem. Denk gelirse izlerim.
Bir yandan çok çekici geldi, öte yandan okumak istemedim. Bilemedim.
YanıtlaSilAdamın kitaplarının topunu ucuza bulursan ancak o zaman. Öbür türlü ben de okumazdım ama oldu bir kere. Güzel ama yine ya. :j
YanıtlaSilFilm 1978 yapımı, pek denk gelebileceğe benzemiyor :) "Die linkshändige Frau" ismi..
YanıtlaSil